|

Hüzünden ölecekmiş gibi

Kendisini başkasına adayan üç kadının hikayesi Üç Hayat adlı kitapta Gertrude Stein tarafından farklı bir dille anlatılıyor. Hikayelerde kadınların portrelerinden ziyade psikolojik dünyaları irdeleniyor.

04:00 - 15/09/2021 Çarşamba
Güncelleme: 22:41 - 14/09/2021 Salı
Yeni Şafak
Anna’ya göre insanlar doğru davranışın ne olduğunu bilmiyor.
Anna’ya göre insanlar doğru davranışın ne olduğunu bilmiyor.
İSMİHAN ŞİMŞEK

Benim için farklı bir okuma deneyimi olan “Üç Hayat” üç kadının hayatından yola çıkan farklı hikâyelerden oluşuyor. En sonda söyleyeceğimi en baştan söyleyeyim o halde; Gertrude Stein’in ilk kitabı olan Üç Hayat’ı okumak isteyenler vurucu sahneler, içli satırlar, sosyal mesajlar ya da önermeler beklemesin. Kitap daha ziyade durum hikâyeleri ve psikolojik arka planları ile üç ayrı hikâyedeki ortak damarı bulmanızı bekliyor.

1909’da yayımlanan kitap Türkçe’ye epey geç çevrilmiş. Irkçı söylemlerin de yer aldığı kitap bazı eleştirmenlerden bu yönüyle eksi puan almış. Kitabın farklılığını içerikten daha çok biçimsel özellikleri oluşturuyor. Doğrusal bir zaman akışı ile yazılmayan kitapta zamanda bir ileri bir geri gidişler okumayı oldukça zorlaştırıyor. Okumayı zorlaştıran bir diğer faktör ise aynı kelime, cümle ya da paragrafların farklı sayfalarda, bazen art arda sürekli tekrar edilmesi. Alışık olmadığımız bir edebiyat denemesi başlarda ilginç gibi gelse de biraz ilerledikten sonra bu denemelerin gereksiz bir girişim olduğu hissini veriyor. Açık söylemek gerekirse bu biçimsel farklılıklar kitabı yer yer sıkıcı hale getirmekten kurtaramıyor. Eleştirmenler ise bu anlatım biçiminin dönemine göre öncü olduğunu belirtiyor. Sıkıcı olmaktan kurtaran şey ne diye soracak olursanız, sıradan yaşamları olan üç kadının benzer rollerinin farklı dışa vurumlarını keşfe çıkmak…

AYRI HAYATLAR BENZER RUHLAR


Üç yoksul kadın; Anna, Melanctha ve Lena… Üçü de Bridgepoint’te yaşıyor ama hayatları asla birbiri ile kesişmiyor. Bu kadınlar kendilerini yok saymanın, başkaları için yaşamanın, toplumun onlara biçtiği rolden çıkamamanın, hayatlarının kontrolünü başkalarının eline vererek oradan oraya savrulmanın birer portresi. Bir başkası olarak yaşayan, kendinden vazgeçen ve bunun farkında olmayan kadınlar hayatlarından memnunmuş gibi görünse de sürekli ve geçmeyen bir hüzün hali her birinde huzursuzluk olarak ortaya çıkıyor. İyi Anna başkalarına yaptığı fedakârlık ve iyiliği öyle abartıyor ki hizmetçi olarak çalıştığı evin sahibesini bile bir anne edasıyla ve yine onun iyiliği için azarlayıp hizaya sokmaya çalışabiliyor. Bildiği doğrulardan son derece emin olduğundan o doğrulara göre çevresini disipline etmeyi kendine görev ediniyor. İşler istediği gibi gitmediğindeyse yaşadığı huzursuzluğu hayatını şekle şemale sokmaya çalıştığı kişileri azarlayarak ortaya çıkarıyor. Fakat Anna’nın kendi hayatı diye bir şeyden bahsetmek mümkün değil. Yanında çalıştığı kişilerin hayatına öyle eklemleniyor ki adeta onların bir uzvuymuş gibi davranıyor. Hatta ne oluyorsa oluyor ve birden evin gerçek sahibesiymiş gibi kontrolü eline alıyor. Başkalarının sorumlulukları ve sorumsuzlukları Anna’nın üstüne yüklendikçe yükleniyor. Borç para verdiği kişiler borçlarını asla ödemiyor, fedakârlık yaptığı kişiler onu hiç önemsemiyor ve bu Anna’nın dünyaya olan hıncını daha da artırıyor. Anna’ya göre insanlar doğru davranışın ne olduğunu bilmiyor. Bu yüzden Anna onların yerine geçerek onlara ne yapmaları gerektiğini sürekli hatırlatan bir alarm misyonunu yükleniyor. Fedakârlıklarına karşılık gördüğü umursamazlık onu daha da sert biri haline getiriyor.

BAŞKASI OLMA KENDİN OL

Kitabın en uzun hikâyesine sahip Melanctha ise tam bir “kaçıngan bağlanma” örneği… Kendisini aşağılayan, azarlayan, umursamayan kişilere karşı bağımlı olan Melanctha’nın bilgeliği ve gücü aradığı yolculuğunda hayatına girenler onu istediği gibi kullanabiliyor, azarlıyor. Sürekli dışlanan Melanctha bilgiyi çok istese de bilgiden korkan bir kadın aynı zamanda. Ona çok derin bilgiler öğretebilecek birini ararken hayatına giren Doktor Jeff Campbell başlarda onu hiç umursamazken Melanctha ona bağımlı hale geliyor. Görüşmeleri devam ettikçe ilişkideki güç dengeleri değişiyor ve Campbell, Melanctha’ya karşı derin bir sevgi beslemeye başlıyor. Bizim sevgili kaçınganımız ise buna çok fazla dayanamıyor ve giderek doktordan uzaklaşmaya başlıyor. Araya başka kişiler, bitmeyen işler, ayarlanamayan buluşmalar, sudan sebeplerle çıkarılan kavgalar giriyor ve ilişki giderek yıpratılıp sonlanıyor. Sakin ve huzurlu bir hayat yaşamak istediği sık sık vurgulansa da nedense Melanctha’nın başı beladan bir türlü kurtulmuyor. Çünkü Melanctha başlarda her ne kadar hayatına giren kişilerin yaşamlarına entegre olsa da içindeki tutku tamamen bir başkası olmasına müsaade etmiyor. Gerçekten saygı duyabileceği birini arayan kahramanımız hayatı boyunca böyle birini bulamadığını söylüyor. Melanctha kendi arayışını sürekli “hüzünden ölecekmiş gibi” hissederek tamamlıyor. Evet, o hüzünden ölmüyor ama bir sonraki hikâyede Lena gerçekten hüzünden ölüyor.

Lena da halasının yanında hizmetçilik yapan bir genç kız… Kuzenleri ve eniştesi tarafından sürekli dışlanan, küçümsenen ve umursanmayan Lena halasının otoritesi altında kendisine ne söylenirse onu yapan yine “hayatının kontrolünü eline almayan” fakat halinden memnun görünen biri… Kendisinin aptal yerine konduğunu bile anlayamayan Lena halası tarafından yine kendisi gibi bir Alman göçmeni olan Herman ile evlendiriliyor. Fakat Lena yine umursanmıyor. Varlığı ile yokluğu bir olan Lena çocuk doğurduktan sonra Herman’ın bütün ilgisi çocuğa kayıyor, diğer çocuklar da doğunca Herman kendini çocuklarına adıyor. Lena ise günden güne yalnızlaşıp, sessizleşip, ilgisizlikten kuruyan bir çiçek gibi aniden ölüveriyor.

Bu kadınlar başkaları için kendi olmaktan vazgeçerek, “hep başkalarının iyiliği için” içindeki adanma tutkusunu harcayan kadınlar… Malum şarkı“başkası olma kendin ol” kitabın illa bir önermesi olsun diyenlere gelsin o halde.

#Üç Hayat
#Gertrude Stein
#Türkiye İş Bankası
3 yıl önce