|

Batı adaplı ama ahlaklı değil

Osmanlı sosyal ve kültürel tarihi, şehir tarihi, gündelik hayat ve toplumsal cinsiyet konulu araştırmalar yapıp yayınlar hazırlayan Fatma Tunç Yaşar Alafranga Halleri'ni yazdı. "Avrupa’da ahlak ve nezaket ayrı ayrı ele alınıyor. Zarafet ve nezaket sahibi olmak kişiyi mutlak olarak ahlaklı yapmıyor" diyen Yaşar, modern adabın arkasında bir değer olmadığını söylüyor.

Yeni Şafak ve
04:00 - 13/11/2016 Sunday
Güncelleme: 20:10 - 12/11/2016 Saturday
Yeni Şafak

Fatma Tunç Yaşar, Osmanlı sosyal ve kültürel tarihi, şehir tarihi, gündelik hayat ve toplumsal cinsiyet konulu araştırmalar yapıp yayınlar hazırlıyor. Boğaziçi Üniversitesi Tarih bölümünü tamamlayan ve şu an Yıldız Teknik Üniversitesi'nde İnsan ve Toplum Bilimleri Bölümü'nde öğretim üyesi olan Yaşar, yaklaşık on yıllık bir çalışmanın neticesinde ortaya çıkan Alafranga Halleri isimli kitabını okurla buluşturdu. Osmanlı'nın son döneminde yayımlanan adab-ı muaşeret kitapları üzerinden dönemin nezaket anlayışına dair önemli bilgiler veren Yaşar, “Avrupa'da ahlak ve nezaket ayrı ayrı ele alınıyor. Zarafet ve nezaket sahibi olmak kişiyi Avrupa'da mutlak olarak ahlaklı yapmıyor" diyor.



Geç Osmanlı'nın adabıyla Avrupa adabı arasında nasıl farklar var?


Avrupa'da kamusal hayatta adab-ı muaşerete riayet ediyor olabilirsiniz ama bu sizin hayatınızın geri kalanında ahlaklı olduğunuz anlamına gelmez. Osmanlı görgü kitabı yazarı Ahmed Midhat'a göre Paris görgünün, nezaketin ve zarafetin merkezi fakat aynı zamanda ahlaksızlığın da merkezi. Bu da gösteriyor ki zarafet ve nezaket sahibi olmak kişiyi Avrupa'da mutlak olarak ahlaklı yapmıyor. Avrupa'da ahlak ve nezaket ayrı ayrı ele alınıyor. Benim çalıştığım dönem bu ayrışmanın Osmanlı'da da başladığı dönem. Bu ayrışma kitaplarda da gözüküyor.







KABUL ETMİYORLAR YÜZLEŞİYORLAR


Dönemin adab-ı muaşeret kitapları Avrupa kültürüyle nasıl yüzleşiyorlar?


Mesela Ahmet Midhat'ın Avrupa Adab-ı Muaşereti Yahud Alafranga kitabı adab-ı muaşeret alanında temel referans kaynaklarından birisi. Bir Osmanlı erkeği Avrupa'ya gittiğinde nasıl davranmalı sorusunun peşinden gidiyor. Kurgu evvela trende başlıyor. Tamamen Avrupa'ya gidecek kişi için yazılmış. Başka kitaplar da var, Farsça ve Arapça'dan tercüme edilen, derleme ya da telif. Bunlardan bazıları dönemin adab-ı muaşeretinin bozulduğunu düşünüyor. Kendilerince bu bozulmaya bir çözüm üretiyorlar. Kimi kitaplar da alafranga ve Osmanlı kültürünü de sentezlemek gerektiğini ifade ediyor.







Körü körüne bir batı hayranlığı yok diyebilir miyiz?


Görgü kitaplarının Avrupa kültürünün artan etkisine farklı çözümler ürettiği görülüyor. Körü körüne bir batı hayranlığı söz konusu değil. Alafranga kültürünün olduğu gibi benimsenmesi gerektiğini savunan kitapların sayısı oldukça az. Örneğin Hasan Bahri'nin Centilmen isimli kitabı baştan sona alafranga adabını anlatıyor. Ama enteresan bir noktası var. Selamlaşmayı anlatırken “yanında Türk kadını olan erkeğe selam verilmez diyor.” Bu da aslında yazarın aile ve kadın mevzularında daha muhafazakar bir anlayışa sahip olduğunu gösteriyor.



GÜLÜ VE DİKENİYLE MODERNLEŞME


Pratik hayatta nasıl yansımaları oluyordu alafranga kültürünün?


Osmanlı'da genel olarak 19. yüzyıla kadar büyük küçüğü gördüğünde selam verirdi. Bugün tam tersi. Avrupa adab-ı muaşereti gelince bir karışıklık oluyor. Yani bir ikilik söz konusu. Osmanlı muaşeret yazarlarında Avrupa muaşeretini aynen kabul etmek yerine bu muaşereti Osmanlı yaşayışına uyarlama çabası söz konusu. Fransızca'dan bir görgü kitabını tercüme ederken de birebir tercüme yerine uygun gördükleri kısımları tercüme etmeyi, görmedikleri yerleri ise değiştirerek ve dönüştürerek yeniden yazmayı tercih ediyorlar. Batılılaşma Osmanlı'nın son döneminde başlayan bir süreç. İkinci Meşrutiyet öncesinde sentez, ondan sonra Batı yanlısı bir tercih var. Cumhuriyet sonrasında ise Abdullah Cevdet'in ifadesiyle "gülü ve dikeniyle modernleşme" söz konusu.



Bu etkilenme baskın olan kültürün diğerini etkilemesiyle açıklanabilir mi? Diğer dünya devletleri de etkileniyor muydu Avrupa kültüründen?


Aslında dünyaya baktığımızda ortak bir temayül ortaya çıkıyor. 19. yüzyıl Fransız kültürünün baskın olduğu bir yüzyıl. Dolayısıyla sadece Osmanlı değil Avrupa'nın diğer devletleri de Fransız kültürünü referans alıyorlar. Dünyada Fransız kültürüne bir yöneliş var. Aslında bu anlamda Osmanlı dünya trendini takip ediyor. Japonlar da bunu yapıyor. Amerika'daki ve İngiltere'deki görgü kitaplarının da önemli bir kısmı da bu şekilde ortaya çıkıyor.



Eskiden çok önemliydi adab-ı muaşeret ama şimdi kimse ilgilenmiyor sanki. Siz ne düşünüyorsunuz?


Sanki tekrar önem kazanmaya başladı. Bundan birkaç yıl önce adab-ı muaşeret nedir diye sorduğmuzda kelime anlamını bile bilmeyen kimseler vardı ama şimdi değerler eğitimi adı altında adab-ı muaşeret eğitimleri veriliyor. Bir de Zarafet Akademisi gibi yerler var. Belirli bir eğitim sonrasında size zarafet sertifikası veriyorlar.



Dışı alafranga içi alaturka


Alafranganın Osmanlı'daki yaşam tarzı üzerinde gerçekten etkisi var mıydı?


İdeal normlara baktığınız zaman özellikle kadın ve aileyle ilgili daha muhafazakar bir yaklaşım benimsendiği ortaya çıkıyor. "Kadınların kıyafetleri değişmesin. Osmanlı kadını sosyal hayatta var olsun ama Avrupai tarzda olmasın." anlayışını savunanlar var. Alafranga sofralar tarif ediliyor ama bu sofralarda Osmanlı kadınını göremiyoruz. Fakat pratikte öyle gözükmüyor. Kadınlar ev ortamlarında alafranga tarzda giyiniyor. Saçlarını istedikleri gibi yaptırabiliyorlar. Görgü kitaplarına baktığımızda kadınların tamamen olayın dışında tutulduğunu görüyoruz.







Neden?


Çünkü bu görgü kitaplarının genel felsefesi şu: Başta Osmanlı askeri ve bürokratik sınıfı olmak üzere Avrupa kültürüyle karşılaşma ihtimali olan kişilere rehberlik etmek. Bu kişilerin ise Avrupalılar ile karşılaştıklarında alafranga muaşerete riayet etmeleri ve bu anlamda ait oldukları Osmanlı milletini en güzel şekilde temsil etmeleri istenirken hane hayatında Osmanlı ahlakına ve kültürüne sadık kalmaları bekleniyor.



Adabın arkasında bir değer yok


“Adab-ı muaşeret modern zamanda sadece günlük pratiklerle alakalı” diyen Fatma Tunç Yaşar, televizyonda Eser Yenenler, İbrahim Büyükak ve Oğuzhan Koç'un sunduğu talk show programından hareketle şu tespitlerde bulunuyor: “Programa zarafet akademisinden bir eğitmen katılmıştı. İçeriye girer girmez sunuculardan birisi 'zerafet' dediği için hemen bunu düzeltti. Ortamı kontrol altına aldı ve sunucuların hatalarını tek tek yüzlerine vurmaya başladı. En sonunda da şöyle bir şey söyledi “Konuşurken tükürmeyin!”. Halbuki adab-ı muaşeretin en temel esprisi insanları rencide etmemek, mahçup etmemektir. İbrahim'den güzel bir tepki geldi: “Tükürdüğünü söylemek zarif bir davranış mı peki?” Günümüzde adab-ı muaşeret bilmek algı yönetiminin bir gereği olarak görülüyor ve karşısındakine 'ben üstünüm' mesajı veriyor. Modern adab-ı muaşeretin arkasında bir değer yok.”


#Adab-ı muaşeret
#Avrupa kültürü
#Fatma Tunç Yaşar
7 years ago