4 Mart'ta Lüküs Hayat'ın 25'inci yaşını kutlayacak. Rıza karakterini yıllardır oynayan Tiyatro Sanatçısı Zihni Göktay Lüküs Hayat'ın hiç bitmeyeceğini her dönemde bir köşeyi dönmek isteyen Rızalar olacağını söylüyor. Göktay kendi hayatındaki lüks anlayışını da şöyle özetliyor;
Küçükken beni maça değil, kültür sanatla ilgili yerlere götürürdü babam. O dönemde Şehir Tiyatrosu'nun çocuk bölümüne gidiyordum. Babam tiyatroyu çok severdi. Kendisi zanaatkardı ama sanatçıya büyük saygısı vardı. Benim sanatçı olmama da kimse karışmadı.
Baba tarafından kimse karışmadı. Ama anne tarafım hacıdır. Zamanında develerle hacca gitmişler. Bir de dedemin çocukları mimar, biyolog, eczacı gibi müsbet ilim yapıyorlar. Bu aradan ben çıkıp 'sanatçı olacağım' diyorum. Bir gün dedem babamın dükkanına uğramış, bana ters ters bakmıştı. Babama şöyle demişti 'İbrahim duydum ki bu çocuk saçma sapan işlerle uğraşıyormuş. Ona bir pantolon dikmesini öğret de ileride aç kalmasın.' Tiyatrodan para kazanılmayacağını biliyordu.
'Eşini, işini, aşını seçme özgürlüğüne sahipsin sana karışmıyorum ama birşey söyleyeceğim' dedi. 'Eğer bu meslekte iyisini olacağını düşünüyorsan bu yola başkoy. Gençken farkına varmazsın yaşlandığında ağırına gider' dedi.
Başrol oynadığımı görebildi. On yıl Ankara'da bekar hayatı yaşadım. Çocukluğum çok mazbut geçti. Şuanki sanatçılık kavramı içinde yaşayanlardan hiç alakam yoktu. Tiyatrodan eve, evden tiyatroya… İki yıl sonra dürüstlüğüm sayesinde tiyatronun müdürü oldum. Hem de 20 yaşında.
Dürüstçe sadece tiyatro yaparsanız zor. Fakat öyle bir tutku ki; insan sigarayı, alkolü tedavi görüp bırakır ama tiyatronun tedavisi yok.
Halkın içinde böyle insanlar var. Zengin olmak için her yolu mübah gören insanlar var. İşte Lüküs Hayat bunun için bitmiyor.
Parası olanlar için daha önemli. Allah kimseyi alıştığından geri koymasın. Dünyada kriz, deprem olur ama zengin kişi hayatından maddi olarak taviz veremez. Bir hikaye anlatayım; "Bir balıkçı barakasında ağlarını tamir ederken, karga deniz suyu içiyormuş. Balıkçı da 'için tuzlu suyla yanacak, ben burdayım hergün küpte temiz su var onu iç' demiş. Karga da 'teşekkür ederim istemiyorum' demiş. Neden istemiyorsun diye sorunca balıkçı, karga da şöyle yanıt vermiş; 'Ben gelirim bir gün sen yok olursun, ben temiz suyu tattıktan sonra tekrar deniz suyuna dönemem' demiş. Zenginler için para çok önemlidir. Ama fakir herhangi bir hayatı yaşamaya alışmıştır.
Doğru, çünkü bu insanoğlunun doğasında var. Allah ona bir bisiklet verir, altı ay sonra ayağı yerden kesildiğinde 'soğukta dizkapaklarım üşüyor Allah'ım bana bir Murat 124 ver' der. Allah o duasını da kabul eder bir sene sonra 'Brodway daha iyi' deyip onu ister. İnsan da sınırsız bir ihtiras var. Lüküs hayatta bahsetmek istediğim bu.
Birini gör fikret, birini gör şükret diye birşey vardır. Fakir olanlara bakarsın bulunduğun yere şükredersin. Zengine bakarsın para ve lüksün içindedir ama manevi zenginliği yoktur. O lüks yaşadığını sanır ama asıl sefil yaşayan odur. Asgari olarak musluğum akıyor mu? Kömürüm yeterince var mı? Sobam yanıyor mu? Ayağımı sıcak tutan bir ayakkabım var mı? Bu yeterli. Üzerimdeki pantolonu işportadan aldım. İşte benim lüksüm bu.
Tabii insan her zaman 'biraz daha rahat edeyim' istiyor. Bundan oniki yıl önce iki odalı bir dairede oturuyordum. Kütüphanem ya da kendime ait bir odam hiçbir zaman olmadı. Şimdi de öyle. Ödüllerimi bile sergileyecek yerim yok, onlarda deterjan kutularında duruyor. Çok rahat bir yaşam için değil ama evde bize yaşama alanı oluşması için daha geniş bir ev aldım. Çocuklarımın ve eşimin rahat etmesi için. Aile olarak frapan bir yaşantı içinde değiliz.
Evet. Gençken daha mütevazı bir yaşam içindeydim. Mesela; arkadaş çevremle gece kulüplerine eğlenmeye hiç gitmedim.
Çünkü beni vita teneke saksıların arasından bir kadın bekliyordu. O annem Kübra Göktay'dı. Şimdi beni 31 yıldır yine bir kadın bekliyor o da Sevinç Göktay. O yüzden beni Beyoğlu'nda bir kulüpte gördüğünü kimse söyleyemez.
Çünkü lüküs hayat özlemi içinde yaşıyan insanlar hala var. Her kuşakta birileri köşeyi dönmek için mutlaka birşeyler yapıyor. Hep daha iyi bir yaşantı arıyor. Ama bunlar legal sınırlar içinde, kul hakkı yemeden olmalı.
Arkadaşlarını anında satan, köşeyi dönmek için her türlü rezaleti yapabilen, başkalarına telkin verirken kendisi salkımı yutabilecek kadar ahlaksız. Tek ayak üstünde kırk yalan söyleyebilen, asalak, etrafındakileri istismar eden bir adamı oynuyorum ben. Kendi karakterime taban tabana zıt. Ama adam çok sevimli.
Ben bu oyunu 1963 yılında Muammer Karaca'dan seyrettim. Komik bir adam olmasından hoşlandım. Ahlakını sevdiğim için değil. Rıza karakteri zeki ve sevimli. Zaten bir insanın kendine çok zeki diyebilmesi için etrafında bir takım aptalların olması lazım. Aynı zamanda bir insanın kendisine zengin diyebilmesi için çevresinde fakirlerin olması gerekir.
Bu karakter bir yirmi beşyıl daha yaşar. Çünkü bu tipler hiç bitmez Türkiye'de. Kuyrukta bekliyorsun biri gelir yanından omuz atar ve önüne geçer. Mesela; ortada beş kilo portakal dağıtılacaktır o birşekilde senin önüne geçer ve evine senden önce götürmüş olur.
Sıkılmadım. Çünkü insan isimleri sürekli değişiyor. Dokuz kez izleyenler var oyunu. Espirileri sıcak tutup gündemi koruyorum. Mesela; Oyunda çaldığım elmaslar için eşim Zeynep kolumu tutup soruyor, elmaslar nerede diye. Ben de 'one munite' diyorum.
Evet. Onu duyduklarında büyük bir alkış geliyor salondan. Hatta yine oyunun devamında 'daha da bu köşke gelmem bu da böyle biline' diyorum. Salon ayakta alkışlıyor. Bence bu çok onurlu bir olay. Kaddafi'nin çadırındaki toplantıda Türkiye'yi eleştirdi ama Necmettin Erbakan sesini çıkaramadı. Biz buna şahit olduk. Başbakan ise salonu terk etti.
Daha çok meziyetler edindi Rıza gibi insanlar. Teknolojiyi kullanmaya başladılar. Beterin beteri var. Rıza'dan daha kötü olanları var ama ahlaksızlığın azı çoğu olmaz.
Öyle bir ailede büyüdüm ki, hiç kul hakkı yememeye çalışırlardı. Her türlü günaha girersiniz ama kul hakkı çok önemlidir. Hoca musalla taşında yatan adam için bile üç defa helallik istiyor. Biz de helal ettik diyoruz. Kul hakkını çok önemsiyorum.
Kimisi vefaat etti, kimisi oyundan bıktığı için bıraktı, kimileri de emekli oldu. Suna Pekuysal, Necdet Yakın, Fatoş Belkız, Birsen Kaplan, Cemal Reşitrey vefaat ettiler. Birgöz Ovur, Yavuz Şeker emekli oldu. Ayşe Kökçü gibi arkadaşalarım da artık bu oyun bana haz vermiyor deyip ayrıldılar. Kadro seneler içinde tekrar yenilendi.
İngilizlerin 'Show Must Go On' diye bir sözü vardır. Annem saat onikibuçukta Cerrahpaşa Hastanesi'nde öldü, benim saat üçte matinem vardı, gittim ve o oyunu oynadım. Acımı içime gömerek yaptım bunu. Ertesi gün defnettikten sonra akşam yine geldim Lüküs Hayat'ı oynadım. Hatim duasında bile yoktum. Böyle de bir meslekteyiz.
Ama insanlar bir ay öncesinden bilet alıyorlar. Ben kalkıp perdenin önünde açıklamasını yapamam. İnsanlar hem parasını hem de beynini kiraya vermiş. Mesleğimizin acı tarafı bu.
Çoğu öyle. Özel tiyatroda çalışmak bir şovalyeliktir. Mesleğimin on yılı özel tiyatroda geçtiği için biliyorum. Tiyatrodan gelen para çok fazla şeye bölünüyor. Dekor, kostüm, makyaj, temizlik giderleri gibi masraflardan oyuncuya çok cüzi miktarda bir para kalıyor. Ama bugün ne olursa olsun maaşım yatıyor her ay. Özel tiyatro öyle değil. Kar yağar, miting olur insanlar dışarıya çıkmaz tiyatroya gitmez, gitmeyince de altı milyarlık borç altıyüz milyar oluyor ve çığ gibi büyüyor.
Gazanfer Abi lüks içinde yaşayan bir adam değildi. Anadolu Hisarı'nda bir evleri vardı. Silivri'de mütevazı çok eski bir yazlıkları var. Şaşalı bir yaşam sürmedi. Evinden tiyatroya, tiyatrodan evine giden birisiydi. Bir ihmal, işlerin ters gitmesi, borçların içine gömebiliyor insanı. Bakan Ertuğrul Günay benim haberim yoktu diyor. Öyle onurlu bir insan ki kalkıp da benim borcum var dememiş.
Benim vergim para elime geçmeden kesiliyor. Vergi borcum yok. Ayağımı kredi kartına göre uzatan biriyim. Ona göre harcamamı yapıp faize girmeden öderim. Tabii bunların hepsi tiyatro maaşıyla değil, televizyondaki dizelerle oluyor. Bizimkiler, Kuruntu Ailesi ve Biz Size Aşık Olduk gibi diziler olmasaydı para kazanamazdım.
Kızım, Lüküs Hayat'ın prömiyerinde doğdu. Ömer de orkestra çukurunda büyüdü. Sonuçta o havayı teneffüs etti ikisi de. Ömer klasik batı müziği okudu. 1999 yılından itibaren bizim tiyatroda çalışıyor. Kızımla konuştum bu konuyu. 'Türkiyede kadın, evli, çocuklu, çalışan, tiyatrocu kadın olmak çok zor' dedim. Kadını her türlü potansiyel cezalar, belalar beklemekte. Çünkü doku bozuk. Babamın bana söylediğini yaptım. 'İşini, aşını, eşini kendin seç' dedim. 'Babaannen öldüğünde sahnedeydim sen de ben öldüğümde sahne olmak zorundansın çünkü mesleğin bu' dedim. O da tiyatroyu seçti.
Hayır. Namık Kemal'in söylediği gibi 'Ölmek kaderde var, bana ürküntü vermiyor / Lakin, vatandan ayrılışın ızdırabı zor' demiş, onun gibi. Allah'ın emri. Yarın ölecekmiş gibi ahirete, hiç ölmeyecekmiş gibi dünyaya çalışmak. İnsan eti ağırdır. Allah yatırıp kapılara baktırmasın. Benim istediğim ölüm, akşam yatıp sabaha uyanmamak. Birileri bana hizmet ederek üzüntü yaşamasınlar onu istiyorum. Yerim de hazır, Karacaahmet'te anne ve babamın yanı..






