Modern zihniyet ve fikir birikimi her zaman
hayâtın kitleselleşmesinden
memnun değildir. Sosyalistlerin aksine liberaller, reaksiyoner muhafazakârlar bu gelişmeden son derecede rahatsız olmuşlardır. Alexis Tocqueville, Gustave Le Bon, Ortega Y Gasset, Thomas Carlyle, George Santayana gibi fikir adamlarının,
kitlesiyâset denkleminin,
insanlığın medenî birikimini topyekûn tehdit ettiğine dâir son derecede tesirli iddiaları vardır. İki umûmî harp arasında kalan zaman diliminde bu çevrelerin sesinin hayli gür çıktığını biliyoruz. Tuhaf olan, bilhassa yıkıcı devrim ihtimâline karşı çıkarılan hükümlerdir.
, bireylerin sâdece devlet değil, kitlelere karşı bireyleri koruyan anayasal garantilerdeydi.
Muhafazakârların bâzıları
kitleleri reddetmiş ve katıksız bir seçkincilikte karar kılmışlardır. Ama daha
ise siyâsseten radikalleşmiş, organik fikirler seferber ederek, bu lümpen kitlelere seçkinlerin vaziyet etmesini müdafaa etmişlerdir. Nazizm ve faşizmler bu fikirlerin pratiklerinden başka bir şey değildir. Marx, bihassa yedek işgücünde tutunum sağlayan lümpenleşmeyi hissetmiş ve onu şiddetli bir şekilde eleştirmişti. Umudu, yedek değil, reel işgücündeydi. Gramsci de bir çok şeyin farkındaydı. Sosyalistler, bilhassa II. Umûmî Harp sonrasında kitle meselesinin potansiyel tehlikelerine daha derin bir uyanış sağlamıştı. Bilhassa Frankfurt ekolü bu hususlarda düşündürücü tespitlerde bulunmuştur.