|

Futbol ve siyaset

Türkiye'de futbol kulüpleri arasındaki rekabet, dünyadaki örneklerinden farklıdır. Örneğin Real Madrid-Barcelona arasındaki rekabetin arkaplanı Fenerbahçe-Galatasaray arasındaki derbide yoktur. Bu açıdan Türk Telekom Arena'da Başbakan'ın protesto edilmesine siyasal bir anlam yüklemek doğru değildir.

Enver Alper Güvel
00:00 - 25/01/2011 Salı
Güncelleme: 22:36 - 24/01/2011 Pazartesi
Yeni Şafak
Futbol ve siyaset
Futbol ve siyaset

Spor kulüpleri, özellikle de “futbol takımları” ile “taraftarlar” arasındaki ilişki, “duygusal boyutu mantıksal boyutundan ağır basan” bir ilişkidir. Bu duygusal ilişki, açıklanması son derece güç ve karmaşık toplumsal, ekonomik ve siyasal unsurlara bağlı olarak zaman içinde şekillenir. Bir kez şekillendikten sonra da kolay kolay değişmez. Bunu görebilmek için uluslararası ölçekte şöhret kazanmış bazı futbol derbilerinin arkaplanına kısaca bir göz atmak yeterlidir:

Örneğin, dünyanın en önemli derbilerinden biri olan ve ölmeden önce muhakkak izlenmesi önerilen Buenos Aires Derbisi'nin, yani “él Supérclas- sico”nun takımlarından Boca Juniors yoksulların, varoşların ve işçi sınıfının temsilcisidir. “Los Millionarios” lakaplı River Plate ise zenginlerin ve burjuvazinin takımıdır. Boca Juniors “sol”, River Plate ise “sağ” siyasal görüşlere yakındır. Hulâsa, “él Supérclassico”nun, görünürde iki takımı arasındaki bir futbol müsabakasının arkaplanında toplumsal yapının derinliklerine kök salan sosyal, ekonomik ve siyasal unsurlarla dokunmuş karmaşık bir üstün gelme rekabeti yer alır.

DÜNYA DERBİLERİNİN ARKAPLANI

Real Madrid-Barcelona derbisi de dünyanın en önemli siyasal derbileri arasında yer almaktadır. Real Madrid İspanya'nın, Barcelona ise yıllardır İspanya'dan ayrılma mücadelesi veren zengin Katalanlar'ın bayrakları, dilleri ve siyasal partileri yanında kimliklerini ifade etmede kullandıkları sembollerden biridir. Franco Dönemi'nde Katalanca konuşmaya izin verilen tek yer Barcelona'nın Camp Nou Stadı olduğundan, Barcelona, Katalonya'nın İspanya'ya kendi kültürünü kabul ettirme mücadelesinin sembolü haline gelmiştir. Bu iki takımın politik arkaplanı o kadar önemlidir ki, İspanyol medyasında uluslararası maçlarda dahi Barcelona aleyhine yazılar çıkabilmektedir. Siyasal arkaplana sahip bir diğer büyük derbi, İtalya'da faşist Lazio ile demokrat Roma derbisidir. Sosyo-politik arkaplana sahip bir derbi ise İskoçya'daki, Celtic - Rangers derbisidir. Celtic, Protestanları, Rangers ise Katolikleri temsil ettiğinden bu derbi, Din Derbisi olarak da bilinmektedir. Yukarıdaki örneklerin tamamında spor kulüpleri ile etnik yapılar, kültürler, sosyal sınıflar, ekonomik ya da siyasal görüşler arasında “organik-doğal” bir bağ vardır.

Bu şekilde, ulus devletler çatısı altında yaşayan farklı kültürlerin, etnik yapıların, sosyal sınıfların ve siyasal görüşlerin kendilerini temsil etmede kullandıkları spor klüpleri, özellikle de futbol klüpleri altında örgütlenme imkânı bulmaları, sosyo-politik gerilimlerin çatışmaya yol açmaksızın çözümüne katkı sağlayan araçlardan biri olagelmiştir. Bazı baskıcı ulus devletlerin farklı etnik kökenlerin ve kültürlerin spor kulüpleri altında örgütlenmelerine izin vermemesi ise uzun vadede rejimlerin çökmesine kadar uzanan çok daha büyük ve çözümsüz sosyo-politik problemlere kaynaklık etmiştir.

TÜRKİYE'DE FUTBOLUN ANLAMI

Türkiye'de ise bu anlamda belirli bir etnik yapıyla, kültürle, sosyal sınıfla, ekonomik ya da siyasal görüşle organik bağ içinde olan bir spor kulübünden ya da futbol takımından söz edebilmek mümkün görünmemektedir. Örneğin, Türkiye'nin dünya çapında tanınan en büyük derbisi olan Fenerbahçe-Galatasaray derbisinin arkaplanında hiçbir ırk-din-dil ayrımı, dolayısıyla da sosyal, ekonomik ve siyasal gerilim kaynağı ya da ayrışma yer almamaktadır. Bunun iyi mi yoksa kötü mü olduğu ayrı bir tartışma konusudur. Ancak, Türkiye liglerinde ve derbilerinde ortada sadece “futbol rekabeti” vardır. Farklı sosyal, ekonomik ve siyasal kökenlerden, farklı ırklardan ve kültürlerden, farklı dinlerden, anadilleri farklı insanlar aynı futbol takımının taraftarlığında buluşabilmektedir.

Özellikle 12 Eylül sonrası depolitizasyon döneminde, futbol takımı taraftarlığı, ülkemizde de kimliklerin tanımlanmasında ve sosyal ilişkilerde büyük önem kazanmıştır. Öyle ki günümüzün çok izlenen bazı televizyon dizilerindeki en temel görüş ayrılıkları hâlâ futbol takımlarıyla ilintilidir. Bazı babalar Fenerbahçelilere kız vermemekte, patronlar Galatasaraylı çalıştırmak istememektedir. Şirketlerde çalışanlar, pozisyon edinebilmek için patronla aynı takımı tutar görünmekte, diğer çalışanların tuttuğu takımları jurnallemektedir. Sosyal, kültürel ve etnik kökeni, siyasal düşüncesi ne olursa olsun kişilerin futbol takımlarıyla taraftarlık ilişkisi, “naif bir duygusallık” üzerine bina edilmektedir. Ekonomik büyüklüğü giderek artan futbol sektörü, servisini ve yan ürünlerini pazarlamada bu “naif duygusallığı”, özellikle de “aşk, neşe, merak, öfke, korku, hüzün” gibi duyguları yoğun şekilde manipule etmektedir.

TELEKOM ARENA'DA NE OLDU?

Bu “duygu manipülasyonu”, 12 Eylül sonrası “depolitizasyon” süreci içinde, “futbol sektörü”nde, gerilimi son derece yüksek bir “duygusal enerji yükü” biriktirmesine yol açmıştır. Ara ara taraftarlar arasındaki çatışmalarda dışa vuran bu yüksek gerilimli duygusal enerji yükü, ekonomik ve siyasal açıdan son derece kıymetli bir sermaye niteliğindedir.

Bu açıdan bakıldığında, Türk Telekom Arena Stadı'nın açılış töreninde organize bir grubun Sayın Başbakan'ı protesto girişiminde bulunması ve sonrasında siyasal rant peşindeki bazı muhalefet partisi temsilcilerinin yaptığı kışkırtıcı açıklamalar, öyle birkaç kendini bilmezin aymazlığına indirgenemeyecek bir siyasal provokasyonun ve ajitasyonun cılız bir provası olarak değerlendirilebilecektir. Hızla gelişen dünyayı doğru okumada gösterilen yetersizlikler nedeniyle başkaca bir sosyal, ekonomik ya da politik projeksiyon geliştiremeyen siyasal odaklar, futbol kulüpleri ile taraftarlar arasında yıllar içinde şekillenmiş ilişkinin yapısını değiştirerek, futbol kulüpleri ile belirli siyasal ideolojiler arasında yapay ilintiler kurgulayarak, futbolu bağlamından çıkarıp onu spor dışı amaçlara hizmet edecek hukuksal ve siyasal söylemlerle donatarak, “futbol”un kitleler üzerindeki “duygusal” etkisini ve “naif taraftarlık hassasiyetleri”ni kendi kısa ufuklu siyasal amaçları doğrultusunda manipule etmeye yönelik provokasyonlardan ve ajitasyonlardan yakın gelecekte de vazgeçmeyebilecektir. Bugün Galatasaray'ın karşılaştığı riziko, diğer “spor kulüpleri” ve “futbol takımları” için de geçerlidir.

FUTBOL MANİPÜLE EDİLMESİN

Bu noktada, bütün futbol takımlarının “naif ve samimi taraftarlar”ının kendilerini siyasal oyunların bir parçası olarak kullandırmamak için son derece dikkatli olması gerekmektedir. Bir futbol takımının tek siyasetinin “şampiyonluk ve transfer siyaseti” olacağını herkese anlatılmalı; anlamak istemeyenlerin yönetimdeki ve taraftarlar üzerindeki etkinliği azaltılmalıdır. Tüm futbol takımlarının, özellikle de Galatasaray gibi halka açık bir anonim şirketin “naif ve samimi taraftarları” ve yöneticileri, takımlarının ekonomik gücünün desteklenebilmesi için, her tür ekonomik ve sosyal kaygıya duyarsız siyasal ajitatörlerin futbola saldırısı karşısında sağduyulu davranmalı, Galatasaraylılığın “sol el”e ya da “tekyumruk”a indirgenemeyecek zengin, kucaklayıcı ve apolitik bir kültürü temsil ettiğini herkese göstermelidir.

Türkiye liglerinde top koşturan futbol takımları, yapay politik dayatmalara kapılarını kapatılmalıdır. Zira her tür ekonomik ve sosyal kaygıya duyarsız bir siyasetin apolitik niteliğe sahip futbol takımlarına yapay yollarla musallat edilmesi, aynı kafese iki yabancının tıkıştırılması gibidir. Bu tür zorlama ve yapay dayatmalar, “politik amaçları” futboldan önce gelen provokatör ve ajitatörlerin umurunda olmasa da doku uyuşmazlığına yol açacak; çağdaş dünyada varlıklarını sürdürebilmek için şirketleşmek zorunda olan spor klüplerinin piyasa değerine, markanın şöhretine, yöneticilerin meşruiyetine ve samimi taraftarların duygularına büyük zarar verecektir. Kendi kişisel ya da politik amaçları için buna kapı açmaya da kimsenin hakkı yoktur.

* Prof. Dr.; Çukurova Üniversitesi Öğretim Üyesi
13 yıl önce