|

Avrupa Şark’ı hiç anlamadı

Namık Kemal’in “Avrupa Şark’ı Bilmez” adlı makalesinden yola çıkarak aynı isimde bir kitap hazırlayan Prof. Dr. Zeynep Çelik Osmanlı entelektüellerinin bu konudaki fikri birliğine dikkat çekiyor. Avrupalı yazarların imparatorluğun tarihi ve İslam hakkındaki gerçek dışı anlatımlarına tepki gösteren yazıları derleyen Çelik, Tevfik Fikret, Fatma Aliye, Nazım Hikmet, Ahmed Haşim gibi isimlerin şarkiyatçılığa karşı ortak paydada buluştuklarına dikkat çekiyor ve ekliyor: “Birbirine düşman isimler bile şarkiyatçılık karşısında aynı safta yer alan yazılar kaleme almıştır.”

Seray Şahinler Demir
04:00 - 3/01/2021 Pazar
Güncelleme: 23:02 - 2/01/2021 Cumartesi
Yeni Şafak
Prof. Zeynep Çelik farklı açılardan şark dünyasıyla ilgili yazılara tepki gösteren yazarlardan Halide Edip ve Fatma Aliye’nin İslam’da kadın, Namık Kemal’in din alanında cevaplar verirken Tevfik Fikret’in Osmanlıca bilmeden Osmanlı tarihi üzerine yapılan eleştirilerin saçmalığına dikkat çekiyor.
Prof. Zeynep Çelik farklı açılardan şark dünyasıyla ilgili yazılara tepki gösteren yazarlardan Halide Edip ve Fatma Aliye’nin İslam’da kadın, Namık Kemal’in din alanında cevaplar verirken Tevfik Fikret’in Osmanlıca bilmeden Osmanlı tarihi üzerine yapılan eleştirilerin saçmalığına dikkat çekiyor.

Namık Kemal’in 1872’de İbret gazetesinde yayımlanan “Avrupa Şark’ı Bilmez” adlı makalesi Avrupa’nın Doğu’ya bakışındaki gerçeklikten uzak ve saptırılmış tutumu eleştirir. Bu makale Avrupa’nın gördüğü Batı temsiliyetine farklı bakış açılarıyla karşı çıkar. Mesele bugün hala güncel. Zira Batı’dan Doğu’ya bakıldığında belli kalıpların dışına çıkmayan, çıkamayan, yerleşik bir “temsiliyet” söz konusu. Bu kimi zaman bilgisizlikten kimi zaman bilinçli manipülasyondan kaynaklanıyor elbette. New Jersey Teknoloji Enstitüsü’nde mimarlık ve tarih profesörü ve Columbia Üniversitesi’nde yarı zamanlı tarih profesörü Zeynep Çelik, Namık Kemal’in makalesinin izinde hazırladığı “Avrupa Şark’ı Bilmez” adlı kitapta Osmanlı entelektüelleri arasında, imparatorluğun tarihi ve İslam hakkında kalem oynatan Avrupalı yazarların gerçeğe aykırı anlatımlarını, saptırmalarını ve hatalarını hedef alan söylem ekseninde meseleye yeni bir pencere açıyor. Koç Üniversitesi Yayınları’ndan çıkan ‘Avrupa Şark’ı Bilmez: Eleştirel Bir Söylem’ 1872-1932 arasında Şarkiyatçılık anlayışına karşı çıkılan yazılardan bir seçki niteliğinde.


Çelik kitapta Tevfik Fikret, Halid Ziya, Ebüzziya Tevfik, Ahmed Haşim, Halide Edib, Şevket Süreyya, Celal Esad, Ömer Seyfeddin, Ismayıl Hakkı, Ahmed Midhat, Fatma Aliye, Ömer Lütfi, İzzed Melih, Nâzım Hikmet, Ercümend Ekrem gibi– geç Osmanlı ve erken Cumhuriyet entelektüelleri arasındaki diyaloglara bugünden kulak vererek, oryantalist eleştirinin coğrafi ve tarihsel alanını genişletmeyi amaçlıyor. Çelik ile Avrupa Şark’ı Bilmez hakkında konuştuk…

Avrupa Şark’ı Bilmez’in çıkış noktası neydi? Bu kapsamda nasıl bir çalışma yaptınız?

Avrupa Şark’ı Bilmez’in çıkış noktası Edward Said’in 1978 yılında yayımlanmış olan Orientalism’idir (Oryantalizm). O sıralar Kaliforniya Üniversitesi (Berkeley)’de doktora öğrencisiydim. Bu kitabın üzerimdeki etkisi daha sonralardaki çalışmalarımda da kendini göstermiştir. Orientalism’in çok eleştirilen bir sorunu, Said’in kendisinin de açıkça ifade ettiği gibi, sadece Batı kaynaklarına dayanması, sadece Batı’ya odaklanmasıdır. Kısacası, kitabın konusu Batı’dır. Geç-Osmanlı ve erken Cumhuriyet aydınlarının parça parça da olsa, Said’den çok önce Said’inkine benzer tezler öne sürdüklerini öğrenciliğim sırasında fark ettim ve yavaş yavaş konuyla ilgili metinler toplamaya başladım. Bunların bazılarına çalışmalarımda referans verdim, ama toplu olarak düşünmek, sistematik bir şekilde görmek ve kitap olarak bir araya getirmek için kırk yıl geçmesi gerekiyormuş!

KALIPLARA HAPSEDİLEN YÜZEYSEL BAKIŞ SÖZ KONUSU

Kitapta ele aldığınız konuyu siyasetten romanlara, hicve, şiire kadar uzanan geniş alanda inceliyorsunuz. Yazıları seçerken kriterleriniz nelerdi? Ve bu yazılar meseleyi anlatma noktasında nasıl bir rol üstleniyor?

Metinleri seçerken başlıca kriterim Şarkiyatçılığa verilen yorum ve tepkilerdi. Bu metinler Şarkiyatçılığın çeşitli açılarına odaklanmışlardır. Birlikte okundukları zaman, geniş bir kritik yelpaze sergiledikleri anlaşılır. Örneğin, Namık Kemal’in “Renan Müdafaanamesi” Ernest Renan’in 1883’de İslamiyet’in fenle uyuşmadığını öne süren yazısının tutarsızlıklarına, yanlışlarına değiniyor, Tevfik Fikret Türkçe bilmeden Osmanlı tarihi yazmanın sonuçlarını eleştiriyor, Ahmed Mithad ve Fatma Aliye Batılıların Müslüman kadınlarını anlayışlarındaki saçmalıkları dile getiriyor. Bazı yazıların tüm ağırlığı Şarkın temsiline verilmiş, diğerleri ise konuya sadece bir-iki paragraf ayırmışlar. Her iki durumda da, eleştiri gayet açık ifade ediliyor. Örneğin, Tevfik Fikret’in baştan sona Pierre Loti’nin Azade romanına odaklanan bir makalesi karşısında, Halid Ziya’nın Aşk-ı Memnu adlı romanındaki Şark evi ve ev hayatı kritiği bir-iki paragrafı geçmiyor, ama her ikisi de benzer güçte bir karşı duruş gösteriyorlar.


FİKİR ÇATIŞMALARI BURADA DEĞİŞİYOR

Altı çizilmesi gereken bir unsur, bu yazarların arasında ciddi ideolojik, politik farklılıklar olması. Nitekim, birbirinin can düşmanı komünist şair Nazım Hikmet ile bireyci, sembolist şair Ahmed Hâşim şarkiyatçılık karşısında aynı safta yer alabiliyorlar. Bu kitapta alıntılar yaptığımız yazarların anlaştıkları belki de tek nokta Batı’nın bizi yanlış anladığı.

Şarkiyatçılık tepkilerini incelerken, önüme başka temalar da çıktı. Önemlilerinden biri sanat tarihi. Önceleri Osmanlı, sonra Türk sanatını (terminoloji 1920’lerde değişiyor) Batı’nın önyargılı yorumlarından kurtarmak isteyen bazı düşünürler, yerli bir sanat tarihi disiplininin yaratılmasına öncü olmuşlar. Celal Esad’ın burada rolü büyük. İsmail Hakkı, 1926’da kaleme aldığı “Türk Sanatlarının Tedkine Medhal” başlıklı uzun ve önemli yazısında, sanat ve mimarlık analizleri konusunda devrinin çok ilerisinde fikirler öne sürmüştür. Dikkatimi çeken bir başka unsur, Osmanlı ve Cumhuriyet aydınlarının Batı kültürüyle aşinalıkları. Namık Kemal’den Celal Esad’a, İsmail Hakkı’dan, Şevket Süreyya’ya kadar hemen hemen hepsinin Batı’nın çeşitli söylemlerine verdikleri referanslar bunu açıkça gösteriyor.

Batı politikası, felsefesi, edebiyatı, bilimi, sanat tarihi ve teorileri yakından izledikleri alanlar. Onların bu derinliklerine karşı, Batı’nın Doğu’ya kalıpsal, yüzeysel bakışı daha çok göze batıyor.

Namık Kemal, Ahmed Haşim, Halide Edib, Fatma Aliye gibi isimlerin yazılarına bakınca göze çarpan önemli noktalar neler sizce? Meseleyi hangi açılardan ele almışlar?

Avrupa Şark’ı Bilmez’de kendilerinden alıntılar yaptığım yazarların Şarkiyatçılık eleştirilerini değişik açılardan ele almış olduklarını daha önce de söyledim. Namık Kemal’in “Renan Mudafaanamesi”nin ağırlık noktası dindir. Renan’ın İslam dininin bilimsel düşünceye engel olduğu fikrini çürütmek üzere Kuran’dan surelere başvurur. Lokman Suresi, Mücadele Suresi, Taha Suresi, Zümer Suresi gibi... Ahmed Hâşim’in mizahla yaptığı Şarkiyatçılık eleştirisi iki taraflıdır: Batı’nın romantik ve yüzeysel Doğu hayranlığının yanında, kendi aydınlarımız arasında yaygın “milliyetçi mimarlık” arayışıyla, yani Bursa’ya giderek Türk sanatının özünü keşfetmek çabalarıyla da eğlenir. Fatma Aliye, kadın sorununa kurumsal bir açıdan yaklaşır ve hayali Avrupalı hanım misafirlerine hitap ederek, çokeşlilikten, ev hayatına, cariyelere, tesettüre, modaya kadar yayılan pek çok kavramı açıklığa kavuşturmaya çalışır. Halide Edib, Türkiye Batı’yla Yüzleşiyor’da yine kadın sorununa eğilir, Fatma Aliye’nin Nisvan-ı İslam’ından bu yana kırk yıl geçmiş olsa bile, aynı kavramların Batı söyleminde hakimiyetinden yakınır.

BATI’NIN HAKİMİYETİ ARTIK SINIRLI

Bu algının bugün temelde değişmeyen fakat şekil değiştiren hali söz konusu. Batı’nın gördüğü Türk / Doğu resmi belli çerçeveye hapsediliyor. Bilinçli tutumun yanında bilgisiz yaklaşımlar da söz konusu. Bu konudaki yorumlarınızı merak ediyorum.

Bu konuya itina ile yaklaşılmasını Avrupa Şark’ı Bilmez’de de önermiştim, tekrarlayacağım. Tabii ki 1870’lere kadar giden Şarkiyatçılığın, ötekileştirmelerin uzantılarını halen izleyebiliyoruz. Ama o zamandan beri dünya çok değişti. Yüz yıl önce de politika, ekonomi ve toplumsal düzenlerin kültürlerin birbirini değerlendirmesinde oynadıkları roller büyüktü. Şimdi de büyük, fakat biçimleri, ölçekleri, kendilerini gösterdikleri yerler farklı. Aktörler çok çeşitli. Güç dengesi kolayca oradan buraya kayabiliyor. Batı’nın hakimiyeti sınırlı, hatta bazı durumlarda yok olmuş durumda. Bugünün karmaşık şartlarını ciddiyetle incelemeden, üzerlerinde iyice düşünmeden çabuk sonuçlar çıkartmanın, genellemenin yapmanın yanlış olduğu kanısındayım.

YANLIŞ YORUMU SORGULUYOR

Osmanlı ve Cumhuriyet’i ayrı ayrı ele aldığımızda bu algıda farklılar söz konusu mu? İki dönemin tepkisinde ortaklıklar, farklılar var mı?

Kitabın öne sürdüğü tezlerden biri geç Osmanlı-erken Cumhuriyet devirleri arasında bir kopukluk olmadığı, aksine bir devamlılığın söz konusu olması. Şarkiyatçılığa tepkilerde gördüğümüz gibi, entelektüel söylemlerde bir günden diğerine radikal değişmeler pek mümkün değil. Bu da doğal, zira 1920’lerin, 1930’larin entelektüelleri Osmanlı formasyonundan geliyorlar. Ama durum basitlikten uzak, çünkü değişik ideolojilere kapılmışlar. Şevket Süreyya otobiyografisinde (Suyu Arayan Adam) sadece kendisinin yaşadıklarını çok güzel anlatır: Önce bir “imparatorluk masalı,” sonra sırasıyla kısa bir “hürriyet sarhoşluğu,” Turancılık, Bolşevizm, ve nihayet Türkiye Cumhuriyeti’nin ideolojisi... Avrupa Şark’ı Bilmez’e aldığım yazısı Cumhuriyet devrinin ürünüdür, fakat Avrupa merkeziyetçiliğe bakış açısı daha önceki Şarkiyat eleştirilerinin çizgisindedir. İki dönem arasında ilk bakışta farklılık olarak okunabilen bazı durumlara yakından bakıldığında bağlantılar ortaya çıkıyor. Örneğin 1900 yıllarındaki “Osmanlı” sanatı tanımlamaları, 1920’lerde “Türk” sanatı tanımlamalarına yer verir. Yine de, bu terminolojik boyuttan ileriye gitmez. Ana mesele Batı’nın yanlış yorumlarını sorgulayan yeni tespitler yapmaktır.


Doğu’dan gelen tepkiler normal

Kitabın tirat ve diyaloglara kulak vererek oryantalist eleştirinin coğrafi ve tarihsel alanını genişletmeyi amaçladığı vurgulanıyor. Avrupa Şark’ı Bilmez bu noktada bugüne ne söylüyor?

Şarkiyatçılık söylemine Doğu dünyasının çeşitli coğrafyalarından, bizdekilere benzer tepkiler gelmesi normal. Kitabın açık uçluluğunu alanı genişletmeye bir davet olarak öneriyorum. Osmanlılar’ın yanında bazı isimlerden kısa da olsa bahsettim. Bunlar arasında Cemaleddin Afgani, Sen Petersburg müftüsü Ahund Ataullah Beyazidov ve Hindistan’lı Seyid Emir Ali, Namık Kemal gibi, Renan’ı eleştirmişlerdir. Ahmed Midhat’in Mısırlı dostu Hamza Fathallah İslam dininin kadınlara tanıdığı haklar üzerine önemli bir kitap yazmıştır. Şarkiyatçılığı hedef alan bilmediğim daha pek çok Doğulu aydın olduğunu düşünüyorum. Tabii ki, Türkçe literatürde de gözümden kaçanlar olmuştur. Bunların zamanla Avrupa Şark’ı Bilmez’e şu ve bu şekilde eklenmesi bu söyleme yeni bir dinamizm kazandıracaktır.

#Avrupa
#Şark
3 yıl önce