|

Benim için bayram 30 gündür

1950’lerin Türkiye’sinde renkli likörler eşliğinde kutlanan dini bayramlardan, Kadir Mısıroğlu ile evliliğinin ardından değişen bayramları, Londra’daki ümmet buluşmalarından, bu devrin bayram kutlamalarına dair pek çok konuyu Aynur Mısıroğlu’ndan dinledik. Mısıroğlu, “Benim naçiz kanaatim; Ramazan otuz günüyle bayram, sonraki üç günü tebrikleşmedir” diyor.

Latife Beyza Turgut
01:00 - 1/05/2022 Pazar
Güncelleme: 01:42 - 30/04/2022 Cumartesi
Yeni Şafak
 Aynur Mısıroğlu-Latife Beyza Turgut
Aynur Mısıroğlu-Latife Beyza Turgut

Bu bayram büyüklerimizden sıklıkla duyduğumuz, “Nerede o eski bayramlar?” sitemini dikkate alıp, söz konusu eski bayramların peşine düştük. Bu yıl 85. yaşını dolduran Aynur Mısıroğlu’nun bayramları, hayatının belli dönemlerinde farklı anlamlara gelmiş farklı ritüellerle kutlanmış. 1950’lerin Türkiye’sinde renkli likörler eşliğinde kutlanan dini bayramlardan, Kadir Mısıroğlu ile evliliğinin ardından değişen bayramları, Londra’daki ümmet buluşmalarından bu çağın bayram kutlamalarına dair pek çok konuyu Aynur Mısıroğlu’ndan dinledik.

DİNİ BAYRAMLAR LİKÖR İLE KUTLANIRDI

  • “1937 doğumlu olduğumu hesaba katarsak, Cumhuriyetin ilk devirlerine şahidim. Benim devrim, oldukça eskilere ve daha değişik bir aile muhitine dayanıyor” diyen Mısıroğlu,ilk olarak yaşamında 1950’ye kadar olan dönemini bir kenara ayırıyor. Babasının Bursa ve Bilecik’te garnizon ve alay kumandanı olarak yüksek rütbeli askerliği sırasında geçen bayramlarının halktan uzak geçirdiğini söyleyen Mısıroğlu, “Cumhuriyet kurulduğundan beri askerler çok üst bir mevkide oldukça fazla söz hakkına sahip oldukları için biz bulunduğumuz yerde bir nevi elit bir zümre gibiydik. Ve laikliğin şedid bir şekilde tatbik edildiği yerler memur ve asker zümreleridir. Halk kendini biraz daha geriye çekmiştir bu mevzuda. Çünkü laiklik bu dönemde çok ters bir şekilde anlaşılmış ve anlatılmıştır. O dönemlerde ben şahit olmasam da halk kendine göre bir bayram tebriği ve kutlaması yapmıştır” diyor. Mısıroğlu, o yıllarda babası ve diğer subaylar ile onların aileleri, ilin valisi ve ileri gelen devlet memurları ile olan bir bayramlaşmalarının din ile dini vecibelerle ilgisi olmadığını söylüyor. Halkın tatil günleri ile ilgili kanun çıkarıldığı zaman, milli bayramlar protokole alındığı halde, protokol dışı bırakılarak yalnızca tatil edilmesini ve yıllarca Ramazan Bayramı’nı “Şeker Bayramı” olarak kutlandığını ifade eden Mısıroğlu, o bayramları şöyle anlatıyor: “Babam askeri olarak oranın en yüksek mertebesinde olduğu için bayram günlerinde bizim evin kapısı açık bırakılır, çok kişi gelip bizimle bayramlaşırdı.

Fakat devlet mahfilleri içerisinde birbirimize gidip-gelmemiz olmazdı. Çok acı bir şeyi sizinle paylaşmak istiyorum, Ramazan ve Kurban Bayramlarında likör ve çikolata ile bayramlar kutlanırdı. Hatırlıyorum, küçük cam bardaklarda naneli ise yeşil vişneli ise kırmızı likörler ikram edilirdi. Biz çocuk olduğumuz için içmezdik ama servis edilirdi. Ben evlendikten çok seneler sonra bile yakınlarımız arasında bayramı likörle kutlayan aileler oldu. Likör meselesinde sonra bir de bayram namazı var… Bayramın en önemli rükünlerinden biri olan bayram namazını ben bilmiyordum. Halk gidiyordu, o başka ama benim halk ile temasım yoktu. Bu elit, memur ve asker zümresi karşısında kendilerini geri çekmişlerdi. Yaşayış tarzları arasında çok büyük bir fark vardı bu nedenle iç içe değillerdi. 1950’ye kadar ki bayramlarımız böyle geçti.”

O DEVRİN İNANCINI ANLAYAMAZSINIZ

Babasının 1949’daki vefatından sonra İstanbul’a doğduğu yere, Çengelköy’e dönen Mısıroğlu ve ailesi, burada orta sınıf bir aile olarak yaşamaya başlıyor. “İstanbul’da annemin ve ailemin görüştüğü kimseler yine bu memurlar zümresinden olan kimseler olsa da halk ile olan temasımız artmıştı” diyen Mısıroğlu’nun ailesi burada dini bayramları nispeten cahilce ancak biraz daha özenle kutlandığını söylüyor: “Dedelerim gelip buraya yerleştikleri için bizim aile kabristanımız Çengelköy’deydi. Dini bayramlarda kabir ziyaretleri yapardık. Fazla dini hassasiyetimiz olmadığı halde buna önem verirdik. Dinin ne olduğunu bilmediğimiz için, dini bir görev olarak kabir ziyareti yapardık. O devrin insanlarını iman bakımından anlayamazsınız, kimseyi muaheze edemeyiz lakin muamelat noktasında sıfır dereceye kadar düşen bir haldeydiler.” Mısıroğlu, “Dinen çok cahiliyane geçirdiğim ortaokul sıralarından üniversite yıllarına gelince ben biraz ayılmaya başladım” diyor ve üniversitede kendi görüşleri dışında çeşitli insanlarla temasının olmasının onu farklı meseleler üzerinde düşünmeye ittiğini anlatıyor: “Gördüm ki din diye bir şey varmış, Biz kandilleri kandil simiti yemek olarak bilirdik. Oysa onların manaları varmış, bu manalar bize öğretilmedi. Benim hocalarım içinde bize dini anektod veren kimse olmadı. İçlerini bilmem ama yeri gelmişken ya da gelmemişken Allah’tan, peygamberden bahseden olmazdı. Bilgi donamımız olmadığı için, hadiseleri tartamadık. Biz “Laik devletin cumhurbaşkanı camiye girmez” diye bilirken dış dünyayı gördük ve anladık ki millet böyle laik değil. İngiltere kraliçesi aynı zamanda kilisenin başı. Böyle bir laiklik anlayışı tabi ki bayramlara çok tesir etti, bayramların manasını, ruhaniyetini kaldırdı. 1950’den sonra yavaş yavaş bugünlere gelebildik.”

KADIN-ERKEK ÇOCUK BERABER CAMİYE GİDERDİK

Kadir Mısıroğlu ile evlendikten sonraki bayramlarının çok daha nüfuslu ve renkli olduğunu söyleyen Mısıroğlu, ziyaretler, bayramlaşmalar ve kabir ziyaretlerinin bu kez daha ruhaniyetli bir şekilde devam ettiği bayramları o güzel günleri yad eder gibi anlatıyor: “Bayram namazının ne olduğunu gördüm, anladım. Bayram sabahı Kadir Bey ve oğlum kalkar namaza giderlerdi. Kadir Bey kendine hiç dikkat etmezdi, bir bardak sütü zor içirir yolculardım. Namazın ardından camide cemaatle tebrikleşilirdi. Biz de evde ona göre hazırlığımızı yapardık. Kahvaltının ardından aile büyüklerine giderdik. Bayramın ikinci günü de Kadir Bey derneğin bayramlaşmasında olurdu.” 1980’den sonra ailecek İngiltere’ye gittiğinde orada ayrı bir bayram havası ile tanıştığını söyleyen Mısıroğlu, İngiltere’de yalnızca bayramların değil, Ramazan’ın kendisinin de çok renkli geçtiğinden şu sözlerle bahsediyor: “Türklerin çoğunlukla oturduğu Kuzey Londra’da yaşıyorduk. Ramazan’ın herbir gününde bir başkası iftara alıyordu, her akşam toplanıyorduk. İftarı böyle şahane ziyafetler olarak düşünmeyin, yer sofraları kuruluyor tek dizine yer bulan ancak giriyor.” İngiltere’de neşeyle geçen iftarların ardından bayram sabanı olduğunda tüm müslümanlar, kadın-erkek ve çocuk olmak üzere hep birlikte camiye giderlermiş.

MÜSLÜMAN KABİRLERİNİ ZİYARETE GİDERDİK

İngiltere’deki bayramlar sayesinde ümmet olmanın ne demek olduğunu açıkça gördüğünü söyleyen Mısıroğlu, “Kendi semtimizde Aziziye Camii’ye veyahut London Mosque dediğimiz büyük camiye giderdik. Oraya da gittiğimiz zaman şu hususiyeti vardı; dünyanın birçok yerinden gelmiş, aynı ideali paylaşan insanlarla hep birlikte bayramı eda ediyoruz. O da o kadar güzel oluyor ki… İster Somalili olun, ister Kanadalı, Nepalli olun ne farkeder? Hep birlikte tek kelime “Eid mubarak” diyorsun, anlaşıyorsun” diyor. Mısıroğlu, İngiltere’de önem verdikleri bir bayram ritüelinin de Türkiye’de olduğun gibi kabirleri ziyaret etmek olduğunu söylüyor: “Türkler genellikle cenazelerini ülkelerine gönderse de Kıbrıslı Türklerin bir kısmı, farklı milletten müslümanlar oraya gömülebiliyor. İngiliz mezarlarının arkasında ayrı bir yer yapmışlar, müslümanlara ait. Biz arkadaşımla gider onları ziyaret ederdik. Mezar taşlarında isimleri yazıyor ama hiçbirini tanımazdık. ‘Biz gitmesek kim gidecek’, düşüncesiyle giderdik. 1991 yılında Türkiye’ye döndük. Ülkeye dönmek, üstelik dini yönlerden onca gelişmenin ardından dönmek elhamdulillah çok güzeldi..”

BENİM İÇİN BAYRAM 30 GÜN

“Benim naçiz kanaatim; Ramazan otuz günüyle bayram, sonraki üç günü tebrikleşmedir” diyen Mısıroğlu, şimdilerde, geçmişte ilk evlendiği zamanlardaki aile iftarlarının yerini toplu dernek, cemiyet iftarları; yüzyüze tebrikleşmenin yerini telefonlaşmalar, mesajlaşmalar aldığını ve tüm bunların devrin getirdiği yenilikler olduğunu söylüyor: “Kınamıyorum, şöyle bakıyorum; bir kere devlet ricalinin birbirinin bayramını tebrik etmesi çok güzel. Bir nevi işin resmi bir kanaldan ilerliyor. Bir bayram protokolü var artık. Farklı ülkelerin cumhurbaşkanları da bizim bayramımızı resmi olarak kutluyor. Umumi olarak tüm dünyada müslümanların bayramı tebrik ediliyor. Eskiden dar çevrede beraber çok daha munis bir kutlama vardı evet. Ama şimdi, bir Filistin’in, bir Myanmar’ın bayramını hemen kutluyor, onları kucaklıyoruz. Çeşitli dernekler ve vakıfların çok güzel çalışmaları var, bu sayede belki Afrika’nın en uçlarına kadar ulaşıyoruz. Bayramlar artık, dünyanın hertaraafındaki insanlarla bayramlaşmak ve tebrikleşmeye döndü, ben de bundan çok memnunum. Şimdiki bayramlar sayesinde büyük bir sosyalizasyonun içerisinde bir ümmet bir fikri oluşuyor ve güçleniyor.”

KOMŞUYU AKRABA SANIRDIK

Bayramlar hakkındaki en güzel hatıralarından birinin de tebrik kartları olduğundan bahseden Mısıroğlu, o yıllarda bayramdan bir hafta, on gün öncesinden sokaklarda tebrik kartları satılmaya başlandığını söylüyor: “Süslü süslü, renkli renkli bu kartlara insanlar yakınları için bayram tebriği yazarlardı. Telefonlar fazla yayılmadığı için İstanbul dışında bir tanıdığınız, yakınınız var ise muhakkak tebrik kartı gönderirdiniz.” Ahbapların birbirine gidip gelmesi ve bayramlaşmanın Çengelköy’de daha yaygın olduğunu ve sık sık birbirlerini ziyaret ettiklerini ifade eden Mısıroğlu, “Ben bazı ahbaplarımızı akraba bilirdim sonradan öğrendim ki aramızda hiçbir kan bağı yokmuş meğer onlar bizim eski komşularımızmış. Öyle yakın ve samimiydik” diyor.


#Aynur Mısıroğlu
#Ramazan
#Çengelköy
#Ramazan Bayramı
#Kadir Mısıroğlu
#Londra
2 yıl önce