|

Çocukların Cüneyt Arkın’a ihtiyacı var

Sıradanın Kırılganlığı isimli kolektif kitabın editörü olan Mehmet Emin Balcı, bedeni algılamaya dünyaya temas etmemizle başladığımızı söylüyor. Kitapta yer alan öykülere yazarların aynı zamanda analizler de yazdığını belirten Balcı, “Sizi siz yapan bir hikâyeyi anlatmaya başladığınızda hem bir anlatıcı olursunuz hem de bir kahraman” diyor.

Merve Akbaş
00:00 - 3/07/2022 Pazar
Güncelleme: 05:13 - 2/07/2022 Cumartesi
Yeni Şafak
Cüneyt Arkın
Cüneyt Arkın

İnsan Yayınları etiketiyle okurla buluşan Sıradanın Kırılganlığı, “Beden Sosyolojisi Hikâyeleri” alt başlığını taşıyor. Bu kavrama dünyayla temas ettiğimizde deneyimlediğimiz nice kavram dahil. Yani ölüm - doğum, güzelliklik – çirkinlik, aile, baba, yaşlılık gibi... İstanbul Üniversitesi Sosyoloji bölümünden Dr. Mehmet Emin Balcı’nın editörlüğünde 13 yazarın hikâyelerini barındıran kitap, yaşayan en önemli sosyologlardan biri olan Bryan Turner’ın önsözünü taşıyor. Sorularımızı yönettiğimiz Balcı, bedenin dünyayla aramızdaki temas noktası olduğuna dikkat çekerken çocukluk kahramanlarımızı bile bu temel referanslar üzerinden seçtiğimizi, bu nedenle Cüneyt Arkın gibi iyi kahramanlara ihtiyaç duyduğumuzu söylüyor.

Sıradanın Kırılganlığı’nı elimize aldığımızda dikkatimizi iki şey çekiyor. Beden sosyolojisine eğilmesi ve dünyada yaşayan önemli sosyologlardan biri olan Bryan Turner’dan önsöz alması. Peki Sıradanın Kırılganlığı beden sosyolojisine nasıl bir katkı sunuyor?

Beden dediğimizde insanın maddeyle mana arasında, soyut ve somut arasında temas kurmasını sağlayan bir kavşak noktasından bahsediyoruz. Bunun içine insanı insan yapan pek çok anı, pek çok hikâye giriyor. Bu kavram aslında çok gündelik, sıradan ve herkesin kimliğini oluşturan birtakım örtük kurallardan oluşur. Beden, bizim dış dünyaya dokunmamızı sağlarken, diğerlerinin bizden beklentilerine göre kendimizi teyit etmemizi de sağlar. Bunun yanı sıra görülmek istediğimiz gibi kendimizi göstermemizi sağlayan bir araçtır. Dolayısıyla hem araç hem amaç ilişkisinden bahsediyoruz. Beden bir anlamda insanlığın temel vasıtasını oluşturur. Kültür, dil, gelenekler, aile, kurumlar... Hepsi beden üzerinden kendini gösterir. Yani beden hem kendimizi onardığımız hem toplumsal dünyayı onadığımız bir karşılaşma noktasıdır. Bunun toplumsal izlerini sürme hikâyesi, bizi bedenin bir biyolojik tarafına bir de kültürel tarafına getiriyor. Topluma bakış değiştikçe, dünyaya bakış değiştikçe, dünyayı devraldığımız ilk temas ettiğimiz bu kendilik algımızla da yüzleşmeye başlıyoruz. Metinin temel meselesi de bunlar. Bedensel pratiklerin tümü beden sosyolojisinin temelini oluşturuyor. Bryan Turner’ın dahil olduğu yer de bu noktadır. Dünyanın öbür ucundaki bir insana, “bedeni hem tarihsel ama aynı zamanda da öznel bir şey olarak düşünerek, etkileşimli bir şekilde ele almaya çalıştık” dedik ve o da bu bakış açısıyla bize dahil oldu. Yerinde bir tespitle, metinlerin birer büyüme hikâyesi olduğunu düşündü. Ön sözü de sosyolojinin klasik sorunu toplumsal olgu meselesi ile açtı. Bizden bağımsız ve üzerimizde baskı kuran toplumsal şeylerin nesnelleşmiş düşünme biçimleri olduğunu vurgulaması önemliydi.

Sıradanın Kırılganlığı’nda 13 yazarın hikâyesi var. Bu hikâyeler nasıl bir araya geldi?

Kitap bir lisans dersinin ürünü. Bu hikâyeler sosyoloji bölümünde okuyan dördüncü sınıf öğrencilerine verdiğim bir ödev neticesinde yazıldı. Beden çalışmalarını oluşturan çocukluk, gençlik, ölüm, hastalık gibi konuları tartışan bir okuma süreci içindeydik. Sonunda da dünyaya temas ettiklerini hissettikleri en çarpıcı, en akılda kalıcı herhangi bir deneyimi paylaşmalarını istedim. Daha sonra da yazdıkları hikâyeyi analiz etmelerini... Bu analizi yaparken, hikâyeye aslında kendileri yaşamamışçasına bakmaları gerekiyordu. Çünkü bu olayları onlar yaşamış olsa da üzerinden yıllar geçmişti. Bu zamansal mesafe nesnel bir analiz fırsatıydı. Buna otoanaliz deniyor. Ortaya çıkan metinleri bir kitap haline getirirken de deneyimlerin marjinalliğini değil, yazarların dile getirme becerilerini, ifade etme becerilerini dikkate aldık.

HEM ANLATICI HEM KAHRAMAN

Öyküler ölüm, baba, doğum gibi noktalara temas ediliyor. Bu kitabın yazarları yazacakları öyküleri sizce nasıl seçtiler?

Bir şeyi hatırlamak seçici bir unutkanlıktır ve hatırladığınız şeyler aslında sizin kim olduğunuza dair birtakım imzaları taşır. Yazarlarımız bir referans hatıraya odaklandı. Onları birisi haline getiren çok rasyonel ya da çok bilinç dışı bir şekilde onları oldukları kişi olmaya sevk eden bir kurgu yaptılar. Bu kurgu anlatıcıdan birtakım özellikler taşıdığı gibi bağımsızlaşmalarını da sağlayan bir boyut oluşturdu. Çünkü sizi siz yapan bir hikâyeyi anlatmaya başladığınızda hem bir anlatıcı olursunuz hem de bir kahraman.

ARKIN MİTSEL BİR KARAKTER

Geçtiğimiz günlerde kaybettiğimiz Cüneyt Arkın hepimizin çocukluk kahramanı. Onun bir kahraman olarak görmemizin nedeni yakışıklığının yanı sıra sportif yanı, cesareti, iyi bir insan olması... Bu bağlamdan baktığımızda Cüneyt Arkın fenomenini beden sosyolojisi üzerinden nasıl yorumlayabiliriz?

Cüneyt Arkın 80’li, 90’lı yıllarda büyüyen, dünyaya temas etme biçimi televizyon gibi konvansiyonel bir medya aracı olan insanların çocukluk kahramanıdır. Beden birtakım mitlerle yürür. Yani ne olduğumuzu ne olmak istediğimizi kurgusallaştırmamızı sağlayan, onu bir neden sonuç ilişkisine oturtan, önümüze hedefler, engeller ve motivasyonlar koyan bir anlatı olarak dünyayı devralırız. Bu anlatının ideal formları da kahramanlardır. Özellikle Cüneyt Arkın mitsel bir karakterdir. Çünkü toplumun kendi efsanelerini, kendi mitlerinin beyazperdeye aktarılmasını sağlayan bir işlevi vardır. Mitleri kendi bedenselliği, aktörlüğü üzerinden sunar. Cüneyt Arkın’ın neden birkaç neslin çocukluk kahramanı olduğuna bakmak gerekiyor. Bu bedenin algılanmasıyla alakalı da bir durumdur. Çocukken güzel olan insanların aynı zamanda iyi olduğu, çirkin olan insanların da kötü ve ahlaksız olduğu noktasından hareket ederiz. Büyümek biraz da şeylerin oldukları gibi görünmediğini fark etmek demek ancak çocukluğun o naif bakış açısı yaşadıklarımıza verdiğimiz duygusal tepkilerde kendini yeniden gösterir.

Çocukların bu bakış açısına ihtiyaçları mı var?

Bu dünyaya bakışımıza eşlik eden temel referanstır. Çocuklarınkini doğrudan yetişkinlerinkini ise dolaylı olarak şekillendirir. Arkın dublör kullanmayan bir sanatçı. Medrano Sirkinde film yldızı olduğunu söylemeden 1 buçuk sene eğitim almıştır. Siyah kuşak karatecidir. Tüm bu özellikler ona sadece bedensel bir elastikiyet sağlamaz. Aynı zamanda beyazperdede canlandırdığı karaktere etik bir formasyon yükler. Mitlerden istediğimiz budur. Senaryo istediği kadar alengirli olsun, en sonunda iyilerin kazanması ve kötülerin kaybetmesini bekleriz. Dünya çok kaotikken Erol Taş’ın kötülüğü, Arkın’ın iyiliği ve jönün tüm kötü adamların hakkından gelmesi olayların eninde sonunda bildiğimiz gibi sonuçlanacağı ümidini verir. Bu çocuksu muhafazakarlık kültürel bir reflekstir. Bizi hem büyüten hem de büyümeden bırakan bir refleks.

#Cüneyt Arkın
2 yıl önce