|

Kentlerin genetiğinde kır var

5. İstanbul Tasarım Bienali’nde İstanbul’un tarihi bostanlarını ele alan Aslıhan Demirtaş, “Kentin genetik kodunda kır var. Bugün kırsaldan beslenmeyen kent yok. Bu bağı bütün olarak görmek için çaba sarfedelim” diyor.

Seray Şahinler Demir
04:00 - 1/11/2020 Pazar
Güncelleme: 22:46 - 31/10/2020 Cumartesi
Yeni Şafak
Aslıhan Demirtaş’ın 5. İstanbul Tasarım Bienali’nde yer alan “Agros İstanbul” çalışmasında, İstanbul’un bugün tahrip edilmiş bostanlarının eksenine alarak şehirdeki gıda üretimini haritalıyor. Sorularımızı yanıtlayan Demirtaş, “1600 senedir bostancılık adıyla bostancılar vasıtasıyla ve marifetiyle yapılıyor. Hala ve her türlü yıkıma rağmen varlığını sürdürmeyi başarıyor. Bu bostanlar Yedikule’den başlayıp Topkapı’ya dek uzanan kültürel mirası İstanbulluların” diyor.
Aslıhan Demirtaş’ın 5. İstanbul Tasarım Bienali’nde yer alan “Agros İstanbul” çalışmasında, İstanbul’un bugün tahrip edilmiş bostanlarının eksenine alarak şehirdeki gıda üretimini haritalıyor. Sorularımızı yanıtlayan Demirtaş, “1600 senedir bostancılık adıyla bostancılar vasıtasıyla ve marifetiyle yapılıyor. Hala ve her türlü yıkıma rağmen varlığını sürdürmeyi başarıyor. Bu bostanlar Yedikule’den başlayıp Topkapı’ya dek uzanan kültürel mirası İstanbulluların” diyor.

Bugün her köşesi dolu İstanbul’un içinde saklı bir kır var mı? Boş kalan küçücük ve nadir alanlarda üretim mümkün mü? Taşı ve “toprağı” altın İstanbul’un gıda üretimi ne durumda? Aslıhan Demirtaş, 5. İstanbul Tasarım Bienali’nde yer alan “Agros İstanbul” ve “Earthable” adlı iki işinde bizi İstanbul çevresinde doğa ve üretim adına yeniden düşünmeye davet ediyor.


Geçmişi 1600’lere uzanan ve bugün çoğu tahrip edilmiş bostanlar ekseninde, tarihi bölgelerin ve kentsel tarımın korunmasıyla ilgili süregelen tartışmanın merkezinde kentin içinde saklı bir kırsal İstanbul var mı sorusunu soruyor. Aslıhan Demirtaş ve UrbanAgrIst -Seda Baydur, Onur Değirmenci, Ouaees Hommous, Aygül Çınar Sevim, Sinem Yıldız, Gözde Yiğit, Merve Yumuk’tan oluşan- ekibin “Agros İstanbul adlı” çalışması bu sorunun izinde şehirdeki gıda üretimini topraktan süpermarketlere varıncaya dek haritalıyor.

Aslıhan Demirtaş’ın ARK Kültür’ün çatı katında görebileceğiniz ikinci üretimi yine toprakla ilgili; hatta toprakla dolu bir masa. Bu masa aynı anda pek çok şey...--s İstanbul’daki yerel bir çiftlikten ödünç alınan toprakla dolu bir tarım alanı, bir bahçe, toprakta yaşayan trilyonlarca türü barındıran bir saksı. Biyoçeşitliliğin önemini vurgulayan ve insanı toprakla daha özenli bir ilişki kurmaya davet eden yerleştirme, aynı zamanda insanların diğer türler ve tabii sistemler üzerindeki etkisine odaklanan bir deneme. Demirtaş ile konuştuk…

Öncelikle projenin çıkış serüvenini merak ediyorum. Nasıl başladı süreç?

Bienaldeki iki projemden biri olan Agros İstanbul Kadir Has Üniversitesi Mimarlık ve Kent Araştırmaları Yüksek Lisans programında verdiğim Istanbul Agriculture dersimi alan öğrencilerimin üretimleri. Kentte tarıma ilgim ise New York’tan 2011’de İstanbul’a taşınmam ve 2013 yılında Yedikule Bostanlarını yıkıma karşı koruma girişiminin parçası olmamla perçinlendi. Agros İstanbul’un ilham kaynağı Yedikule Bostanları ve bostancılarıdır.



Toz Toprak isimli diğer işim süregelmekte olan bir serinin parçası diyebiliriz. Bu işler mimarlık pratiğinin fiziksel olarak üzerine oturduğu toprağa, daha geniş çerçevede ise iklim krizi geçiren bir gezegende varolmaya dair yakından bakan düşünme parçaları.

İSTANBUL ALGINIZI DEĞİŞTİRECEK VERİLER

İstanbul’un tarım alanlarının haritalandırıyorsunuz. Bu haritaya bakınca neler görüyoruz? Üretim noktasında nelerle
karşılaşılıyoruz
? İlginç nelere rastlıyoruz?

Tarımsal İstanbul haritasını öğrencilerimden Seda Baydur, Gözde Yiğit TÜİK verilerini baz alarak ve üzerine başka veritabanları ekleyerek elde ettiler. Harita niceliksel olarak kent ölçeğinde görülebilecek büyüklükteki tarımsal alanların yanısıra niteliksel olarak çok kıymetli bostanlar ve topluluk bahçelerini de içeriyor. Ayrıca tarımsal alanlarda hangi sebze, meyvenin ne şekilde üretildiğine dair bilgi de bulabilirsiniz, Silivri’de kaç ton buğday üretildiğini görebiliyorsunuz mesela. İstanbul algınızı değiştirebilecek veriler bunlar. İstanbul’da tarım dediğimizde, bostan, topluluk bahçesi, farklı ölçekte çiftlikler, tarlalar, seralar gibi farklı bir gıda üretimi repertuvarının olduğunun farkına varabilirsiniz.



KENTİN GENETİK KODUNDA KIR VAR

Projede bostanları ele alıyorsunuz. İstanbul’un bostanlarının geçmişten bugüne uzanan serüvenine baktığımızda neler çıkıyor karşımıza? Geçmişte nasıl kullanılmış buralar? Neler yapılmış? -Bugün Zeytinburnu’nda surların dibindeki bostanı biliyoruz. Orada da birkaç ailenin üretimi dışında sanırım bir şey yapılmıyor. Kentin içinde saklı bir kırsal İstanbul var mı?
  • Her kentin içinde kırsal var. Kentlerin ortaya çıkışının tarımın icadıyla mümkün olduğunu hatırlarsak kentin genetik kodunda kır var. Bugün kırsaldan beslenmeyen kent yok ama kent ile kırı birbirine bağlı ve bağımlı bir bütün olarak görmek için çaba sarfetmemiz gerekiyor zira kentlerde gıda üretiminin fiziksel olarak varolduğu dönem endüstriyel devrim ile birlikte sona eriyor. İstanbul bu konuda çok nadide bir örnek zira bugün güncel konu olan Kentsel Tarım pratiği İstanbul’da 1600 senedir bostancılık adıyla bostancılar vasıtasıyla ve marifetiyle yapılıyor. Hala ve her türlü yıkıma rağmen varlığını sürdürmeyi başarıyor. Bu varlık, tükenmekte olan bir tür, kaybettiği çok bostan var İstanbul’un. UNESCO Dünya Miras Listesinde yer alan tarihi Kara Surlarıyla yaşıt olan bostanlar Yedikule’den başlayıp Topkapı’ya dek uzanan kültürel mirası İstanbulluların. Nicelik ile değil ancak nitelik ile tarif edilebilecek bir mefhum bostancılık ve bostanlar. Özellikle Yedikule Bostanları günümüzde üretime devam ediyor ancak bu desteklenmesi ve el üstünde tutulması gereken bir zanaat. Lakin bostancıların ve bostanların koşulları bunun tam tersine çok sert. Bostanları yıkıp yerine hobi bahçesi yapmak bostanı korumak değil onu yıkmaktır.
Bienaldeki diğer işinizde ise toprakla dolu bir masa çıkıyor karşımıza. EARTHABLE, topraktaki yabani bitkilerin veya toprakla gelen tohumların yeşermesiyle oluşuyor. Bu masanın da izleyiciye söyleyecek çok sözü olsa gerek… Ne dersiniz? Bu işle birlikte insanı toprakla daha özenle bir ilişki kurmaya davet ediyorsunuz. Bienalin temasına atıfla insanın doğadaki diğer türle empati yapmasını sağlayacak diyebilir miyiz?

Earthable (Toz Toprak), bir kaç katmanda çalışıyor. Masanın yüzeyi ve bu masa etrafında toplanmak istediğinizde oturacağınız birimler toprak içeriyor. Yerleşmek isterseniz, toprağın üzerine oturmanız gerekecek, öte yandan gün be gün o toprakta bir şeyler yeşeriyor, canlılar büyüyor. Kentler ve hayatımızın tümü bu kaide üzerine kurulu değil mi? Yaşayan bir ekosistemin üzerine yapılaşıyoruz. Yemeğinizi paylaştığınız, topluluk veya aile olarak bir araya geldiğiniz masa aynı zamanda yemeğinizi ürettiğiniz toprak veya bahçe. Tabak çanak koyacağınız yüzey yaşayan bir mecra ve büyümekte olan bitkilerle dolu. Oturmak isteseniz aynı durum geçerli. Birden fazlası için tasarım derken, konuyu insana çekmemek neredeyse imkansız, ama buna direnmek lazım. Kategorileri bulanıklaştırarak fazlasıyla aşina olduğumuz mefhumlara yeniden bakmayı sağlıyor Earthable: aynı anda masa, oturma birimi, tarla, bahçe, toprak, yaşayan ekosistem oluyor.

  • Bir diğer katman ise varolan bir nesne yerine vuku bulan bir süreç olması Earthable’ın. Bir ay boyunca toprakta bitkiler bitecek, rüzgar polenler getirecek, tozlaşma olacak ve başka beklenmedik vakalar bunlara eklenecek. Tasarıma fiziksel nesne ve form yerine vukuat olarak bakmayı öneren bir yöntem benimsedim. Earthable’da bulacağınız toprak çok zengin, aysunthesütçü’nün Gündönümü Çiftliğinden ödünç aldık, dolayısıyla organik maddesi yüksek, içinde bol miktarda yaşayan organizma var. Topraktaki organizmalara bilimsel şekilde odaklanmak cazip, ancak bilimsel kategorizasyon ve adlandırma insan odaklı bakışının en keskin araçlarından. Dolayısıyla mekanı yani dünyayı kendi türümüz dışındakilerle paylaşmak üzerine düşünmeyi teşvik etmek üzere işi, bilimsellikten ziyade bir sürece şahit olmak ve seçimlerimizin anlamlarını düşünmeyi yeğleyen bir kurguyla planladım.
Bugün özellikle pandemi
döneminin getirdiği
psikolojiyle
doğaya dönüş yeniden hız kazandı. Biz şehirde nasıl nefes alabiliriz bu noktada? Neler yapılmalı sizce?

Geride bırakılmış, dokunulmamış bir doğa yok ki dönelim, gezegeni biz beraberce dönüştürüyoruz. Istanbul çok değil 60-70 yıl önce hala çok sayıda büyük bostanlara sahipti, şimdi eldeki yegane

bir iki tanesini korumaya ve yaşatmaya çalışıyoruz. Pandemiye yol açan coronavirüs zoonotik bir hastalık, yani hayvanlardan insanlara geçiyor, bu hastalıkların çoğalmasının sebebi de insan türünün her türlü ekolojik habitata giriyor olması. O bakımdan insan doğaya dönmesin, şehirlere doğayı döndürsün. Her apartman bahçesindeki çimin yerine yabani

  • bitkilere yeşerme imkanı verecek iyi toprak edinsin veya üretsin, ağaç eksin. Mutfaklardan çıkan meyve ve sebze atıklarını toprağa geri döndürsün, kompost yapsın. Arka bahçelerde süs bitkileri yerine ortak sebze bahçeleri yapsın, bostan kursun. Kentin içinde çim kaplı parklar yerine ufak ufak korular başlatılsın. Ve tabi ki yaşayan toprağın üzerine oturan yapılaşmaya bir dur desin, nefes o noktada alınabilir. Earthable devam edecek bir projenin ilk denemesi. Şehrin çeşitli noktalarında Istanbul’un yaban bitkileriyle kendi kendine oluşturabileceği bahçeler planlıyoruz. Yaban bitki aslında hiç de yabancı değil: onlar bir yerin yerlileri, iklimi ve toprak bilgisi açısından en tecrübelileri, onarıcı ve koruyucu türler. Kurda kuşa aşa deyişindeki kurdun ve kuşun bahçeleri.
#5. İstanbul Tasarım Bienali
3 yıl önce