|

Salah Birsel’e layık bir film oldu

Mehmet Güreli’nin yeni filmi Dört Köşeli Üçgen vizyona girdi. Salah Birsel’in aynı adlı romanından uyarlanan film kendisini “uluslararası bir gözlemci” olarak nitelendiren bir “gözlemcinin” hikayesini anlatıyor.

Yeni Şafak ve
04:00 - 29/07/2018 Pazar
Güncelleme: 08:00 - 29/07/2018 Pazar
Yeni Şafak
Mehmet Güreli
Mehmet Güreli

Mehmet Güreli’nin yeni filmi Dört Köşeli Üçgen vizyona girdi. Salah Birsel’in aynı adlı romanından uyarlanan film kendisini “uluslararası bir gözlemci” olarak nitelendiren bir “gözlemcinin” hikayesini anlatıyor. Buradaki gözlemcilik bir meslekten ziyade herkesi ve her şeyi gözetleyen, tüm ayrıntıları yakalayan ve buradan bir sonuca ulaşan bir olgu. Romanın Mehmet Güreli tarafından filme uyarlanmasının da ayrı bir önemi var. Çünkü Güreli Salah Birsel’in yeğeni. Henüz küçük bir çocukken romanın varlığından haberdar olan Güreli geçen yıllar içinde yaptığı okumaları filmle taçlandır. Mustafa Dinç, Kaan Çakır, İlyas Özçakır, Şencan Güleryüz, Gökçer Genç gibi isimler yer aldığı filmi Mehmet Güreli’den dinledik …

Kitabı filme uyarlama fikri nasıl doğdu?

Çıkış noktamız Görkem Yeltan’ın romanla haşır neşir olmasıyla ilgili. Romanı okuduğu zaman bunu filme alırız demişti. Ben kafamda yüzlerce roman filme alınır diye düşünürüm ama bir sıralama oluyor. Görkem senaryosunu yazıp geldiğinde bir sürpriz oldu. Hemen sıraya aldık. Çalışmamız 7 sene sürdü. Çok hoş bir senaryo çıktı ve ben ona büyük ölçüde bağlı kaldım. Bazı şeyleri değiştirmeye çalıştım.

Romanın sizdeki yeri neydi?

Bu 50 sene boyunca hayatımda olan, benimle birlikte bugüne gelmiş bir roman. Yazıldığı sırada küçük bir çocuktum. Ne olduğunu tam anlamamışken bile varlığından haberdardım. Sonra yıllar geçti, Salah’ın kitaplarının editörlüğünü, yayıncılığını yaptım. Salah ile hayatım son güne kadar ‘Keşke bu filmi görseydi’ diye geçti. Keşkeleri sevmem. Hayat böyle bir şey. Ama onun bundan büyük bir mutluluk duyacağını da hissediyorum. Bu benim fikrim. Ona layık bir şey yaptığımızı düşündüğümden söylüyorum. Bu çok kişisel bir görüş tabi, genel bir sanat anlayışını bağlamaz.

AVANGARD BİR YERİ VAR
Romanın yazıldığı döneme ait hatırınızda neler var?

Çok büyük bir heyecanla karşılandığını zannetmiyorum. Sonraki yıllarda Hulki Aktunç bunun için ‘Türkiye’nin ilk düşünce romanı’ demişti. Bu kitaptan çok güzel bahseder. Şimdi bir yerlere oturtulmuş bir eserdir. Türk romanında öncü bir havası vardır. Avangard bir yeri olduğuna inanıyorum. Düşünce romanı deyince bir kere bunun ne olduğunu izah etmek zor bir şey. Gerek romanda gerek filmde akla dayalı, aklın sorunlarıyla ve sınırlarıyla ilgili düşünmeye dönük bir şeyi anlatmak çok zor. Becerdiysek ne mutlu; kararı ben değil seyirci verecek.

Romanı ilk ne zaman okudunuz? Arada geçen süre zarfında sizdeki yeri ne oldu?

35-40 senesi var. O kadar eski ki… Bazı dönemlerde tekrar tekrar okudum. Senaryodan sonra yine elime aldım. Bu soru insanın kendi tarihiyle de ilgili bir şey. Ben bugün, dünden daha ilerideyim. Her gün yeni bir şey öğreniyorum hayatta. Bunlar da başka şeylerle birleşip yeni manzumeler, hikayeler oluşturuyor kafamda. O yüzden hiçbir şeyi tamamen beğenemiyorum. Hayattan bunu öğrendim. Romanı ilk okuduğum zaman internet, telefon gibi şeyler yoktu. Zamanla yeni söyleyiş biçimleri keşfediyorsunuz. Yarın da yapsam başka şeyleri değiştirebilirim diyorum.


HAYATI GÖZLEM ALTINDA TUTUYORUZ
Karakterin gözlemci olması?

Gözlemcilik resmi bir meslek gibi olmasa da hayatımızın içinde olan bir olgu. Gözlemci diye bir şey yok ama gözlemleme gibi bir şey var. Ve biz hayatı sürekli gözlem altında tutuyoruz. Bunlardan bir sürü şeyler çıkarıyoruz. Karakterimiz fabrikada çalışan bir adam. Hayatın içine müdahale ediyor. Sonra da başına gelmedik kalmıyor. Bu müdahale aklın sınırlarıyla ilgili bir sorun. Beğenmediği şeyleri ortaya çıkarmaya çalışıyor. Bütün sanat yapıtlarında, düşünce üzerine üretilmiş bütün felsefi disiplinlerde bu bir problemdir aslında. Bütün sorunlar bizim meseleye derinden bakmamızla başlıyor. Biz bir yere bakarken dünya da bize bakmaya başlıyor. Gördüğümüz olay ya da tarihsel durum bize daha önce bilmediğimiz bir şey katıyor ve bunun üzerine düşünmeye başlıyoruz. Yaymaya başladığımız zaman özü anlatımı stili ortaya çıkıyor.

Gözlemcimizin özelinde sembolik bir anlatım söz konusu diyebilir miyiz?

Tabi ki. Bu resmi bir meslek değil. Onun bize söylediği bu. Ben gözlem yapıyorum, her şeyi merak ediyorum, ayaklarım beni bir yerlere götürüyor ve gördüklerimi sizlere yansıtmak istiyorum diyor. İşin soyut kısmı burada. Özgürlüğün sınırı kısmı hakkında bize pencereler açıyor, sorgulamalara imkan veriyor. Romana biraz bilimkurgu da denebilir. 1984’te de vardır bu. O da bir anlamda senin her hareketin izleniyor anlamına geliyordu. Bu gözlemci onun yerini alan bir havada olabilir. Bugünün dünyasında da bu var. Her yere kameralar konuyor. Tartıştığımız konular mahrem dünya ile özgürlük sınırları arasında gidip gelen ahlak ve etik dediğimiz bu nerede başlayıp bittiği belli olmayan manzumenin grift yolları üzerinde düşünmeye itiyor bizi. Etiği de sorgulatabiliyor aynı zamanda. Elbette bitmeyen bir konu. İnsanlık tarihimizin özeti belki bu.

Her gün insanın lehine olduğu gibi aleyhine döndürmeye başka türlü disiplinlerle de olabiliyor. Çünkü mekanizmalar işine gelmeyi de öğreniyor diğer yandan. Bir makine bir yeri kazmak için de yok etmek için de kullanılabilir. Burada işin içine insanlık giriyor. Bir film bu kadar yükü taşımaz ama kapılar açık bırakılıyor. İnsanlar istediği pencereden girer. Biraz daha özgürleştirici sinemadan bahsetmek istiyorum.


Sinema dili açısından nasıl bir çerçeve çizdiniz?

Didaktik yönünü öldürdüm. Hiç sevmem didaktik anlatımları. Zaten Salah’ın romanı da böyle değil. Ona bağlı kaldım. İronik yapıyı hiciv dilini kara mizahla birleştirmeye çalıştım. Bunu da çok dozunda yapmaya çalıştım. Daha komik bir film de çıkabilirdi ortaya.

Hem bugünü yansıtıyor
hem yarına bir şey söylüyor
Film bugüne ne söyler?

Bu belki de yarını da içeriyor. Öyle sorunlar var ki bilimkurgu diye başlıyor.. Bugün olmamasına rağmen herkesin gerçek kabul ettiği bilim. Yarını ancak düşünebilriz. Bugüne gelmesinin nedeni romanın düşünce yapısıyla ilerlemelere açık pencereler bırakmış olmasıyla ilgili. Bugünü yansıtırken yarını da yansıtıyor bence. Dolayısıyla ben bugünün filmi gibi görmüyorum. Düşüncenin tarihsel bir çizgisi olduğunu düşünmüyorum.

#Mehmet Güreli
6 yıl önce