|

Sosyoloji: Mazeret kültürü mü yoksa hakikat mi?

Fransa’nın en önemli sosyologları arasında sayılan Bernard Lahire tarafından hazırlanan “Sosyoloji ve Sözde Mazeret Kültürü” adlı kitabı Türk okurlarıyla buluştu. Lahire sosyolojinin mazeret kültürü üretip üretmediği üzerine yapılan eleştirilerden yola çıkarak yeniden toplum insan ilişkisinin çerçevesini çiziyor.

04:00 - 15/08/2020 Cumartesi
Güncelleme: 03:54 - 15/08/2020 Cumartesi
Yeni Şafak
Bernard Lahire
Bernard Lahire
İSMAİL ÇAKMAK

Son dönem sosyoloji mahfillerinde belli kırılmalar yaşanmaktadır. Bunun saiklerinden başta geleni ise, sosyologların çevresinde cem ettiği, neredeyse bir mürşit olarak muteber ve makul bir yer edinen Fransız sosyolog Pierre Bourdieu’dur. Ülkemizde de ehemmiyetle takip edilen, metinlerine bakıldığında mevzunun künhüne vararak bir temel üzerine inşa etmesi düşünüldüğünde Bourdieu’nun çevresindeki sosyologlar üzerinde de tesiri azımsanmayacak mikyastadır. Bu bağlamda, çağdaş sosyologlar arasında Fransız sosyolog Berhand Lahire’nin “Sosyoloji ve Sözde Mazeret Kültürü “ adlı çalışması bu tesiri aşikâr etmesi ve sosyolojik düşünceye yeni bir kanal açması bakımından kayda değer bir emektir. Kitap; sosyolojiyi “hastalıklı” bulan ve kendi paradigmasını “özgür irade” mefhumuna oturtan, adı 2015’teki saldırılarla gündeme gelen Charlie Hebdo dergisinin yazı işleri müdürlüğü yapmış, Malaise dans l’incultere kitabının yazarı Philippe Val’e açık bir reddiye olarak kaleme alınmıştır.


Lahire, kitabın başlarında devlet başkanlarının bazı konuşmalarından iktibaslar yaparak birey sorumluluğunu takdis ettiklerini söylerken sosyolojik mazeretleri mücrim ilân ettiklerini gözler önüne sermeye çalışır (s. 19-28). Hatta bu mazeretlerden necat etmek, bunları birey sorumluluğunda eritmek gayreti elzem bir çare olarak arz edilmiştir. Bir anlamda, toplumda icra edilmiş davranış, özgür bir iradenin ürünüdür ve kişi bunun bedelini münasip görülen ceza ile ödemelidir. Burada iki şeyi düşünmek icap eder: toplum statik değil, insan da mekanik değildir. Lahire’nin nazarı sosyoloji üzerine akar, bu görmezden gelmeyi anlamlandırmaya çalışarak tahakküm neticesinde oluşan olumsuzlamanın nedeni üzerine eğilmeye çalışır. Ona göre de sosyoloji tam bu noktada devreye girer, öznenin fiiliyatı her ne kadar özgür bir iradeye yaslansa da durumu sadece bu cihetten izlemek kusurlu ve sakattır. Çünkü insan fikirleri toplumdan tecrit edilmiş, saf ve tek başına bir iradenin eseri değildir. Sonuçta kişinin ontolojik olarak ete kemiğe büründüğü yer de içinde nefes aldığı toplumdur.

BİREYİN RIZASI SORGULANMALIDIR

Lahire, bu düşünce sistemini desteklemek adına, seleflerinden ödünç aldığı “Gülmemek, ağlamamak, nefret etmemek ama anlamak” mottosuna müracaat eder. Burada eksik olan da sosyolojik çalışmaların bertaraf edilerek dikkatli bir şekilde okunmamasıdır (s. 35). Çünkü yaşanan hadiseler ne kadar bireyin eylemi olsa da buna yön veren haricî sebepleri de bilmek ve anlamak gerekir (s. 37). Bu noktada sosyoloji bireyin seçimlerini reddetmez, bir adım ötesine geçerek birey ve toplumun kesişim noktasına odaklanır (s. 42). Esasında Lahire, mezkûr düşüncesiyle bu işlevselliğin matematiksel bir döngüye benzemediğinin altını çizmeye çalışır. Son tahlilde insan eylemleri, mazi, hâl, istikbâl üçlemesiyle ilişkilidir ve bu bağlam içinde değerlendirilmelidir (s. 45).

Bir diğer konu kişinin rızasına yönelik değerlendirmelerdir. İnsanın bilinçli tercihlerine saygı duyularak kendi gönüllülük ve rızası efdal tutulmuş bunun sorunsallığı tartışılmamıştır. Lahire, buna da mukavemet eder ve şöyle devam eder: Hangi tip bireyin, neyin akabinde ve hangi şartlar altında rıza gösterdiği her zaman sorgulanmalıdır. Ayrıca insan iradesine, arzusuna saygı duyulurken bu arzu ve isteklerin nasıl doğduğunu da sormak gerekir (s. 53). Bazı söylemlerde sosyolojinin anlama yöntemlerinin bir çerçeve sunmaktan ziyade “yavan” bulunduğu dile getirilse de sosyolojinin yaşamın içindeki birçok “şeyle” ilişkisel olması ve hakikat üzerindeki başatlığı asla gözden kaçırılmamalıdır. Örneğin 2015’teki Charlie Hebdo baskını soruşturmasında, Şerif ve Said isimli saldırganların ebeveynleri üzerinde yapılan bir araştırma bizleri çok farklı bir sosyolojik gerçeklikle karşı karşıya bırakmıştır (s. 74). Bu bakış yargılamadan anlamaya ve anlamlandırmaya bir kapı açmış ve bizleri toplumsal gerçekçiliğin kollarına bırakmıştır.

Kitabın ekler bölümünde Lahire tarafından, Val’in sosyolojiyi tasallut altına alan görüşlerine yer verilir ve gerektiği şekliyle mukabele edilmeye çalışılır. Şurası bir gerçektir ki: Val, muktedirlerin diliyle konuşur. Zaten ona göre, sosyoloji dünyadaki kötülüklerin tüm sorumluluğunu “topluma” ya da “sisteme” yöneltmektir; bu noktada sosyolog tahakküm altında olanların/ezilenlerin sözcüsü olarak bu güruhun her türlü şiddet eylemlerini meşru gören kişidir. Val’e göre bu yanlıştır çünkü onun dünya görüşünün merkezinde “birey, bireyin özgürlüğü ve sorumluluğu” vardır (s. 89-90). Val, sosyolojinin insanları kamplaştırdığını öne sürerek bunu da bireye olan bir şiddet olarak algılar, sosyolojiyi daha çok müstehzi dille tenkit eder. Lahire’ye göre, bunlar bütünüyle düşünüldüğünde Val’in görüşleri kendi içinde büyük bir çelişkinin ürünüdür. Bu kadar yanlışa düşmesinin müsebbipleri arasında ön yargıları ve bütüncül bir sosyoloji okumaması yatmaktadır.

ANALİTİK BİR ÇALIŞMA

Lahire’nin bizlere sunduğu metin, hem bir reddiye hem de analitik nazar sunması bakımından kıymetlidir ve özgündür. Her ne kadar savunu mantığı içinde yazılmış hissi vermiş olsa da Val’in duruşuna göre daha hakikidir. Muhtemeldir ki bu metnin zuhuru sosyolojinin işlevini yerine getirmesine bir halel gelmeyeceğinin delilinden müteşekkildir. Buradaki sancı; Val’in argümanlarından ziyade, herhangi müşterek bir mecraya yüz çevirmesi ve görüşlerinin keskinliğindendir. Çünkü herkesin takdir edeceği gibi bireyin iradesini toplumdan ayırmak ve sorumluluğu ona yüklemek kimseyi yaşadığı toplumun şartlarına münasipliği noktasında su yüzüne çıkarmayacaktır. Lahire’nin burada anlatmaya çalıştığı sosyolojinin bertaraf edilerek bir dünya düzeninin bina edilmeye çalışılması ve öyle bir algıya altyapı hazırlanmasıdır. Asıl sorun Val’in sosyolojiye tenezzül etmemesi, hor görmesi ve bunu zayıf delillerle açıklamaya çalışmasıdır. Mutlak olarak söylediklerinde doğrular mevcut olsa da sosyolojiyi külliyen “ötekileştirme” gayreti ciddiyetinin seviyesine belki bir görüntü sunabilir. Şunu da unutmamak gerekir ki: Birey ve toplum kendi içinde birbirlerinin ayrılmaz parçasıdır.

#Bernard Lahire
#Sosyoloji
#Kültür
4 yıl önce