|

Ümitsizlik toplumu miskinliğe götürür

Ankara Sosyal Bilimler Üniversitesi İslami İlimler Fakültesi Din İşleri Yüksek Kurulu Üyesi Prof. Dr. Metin Özdemir, orucun zorluklara karşı sabretmeyi öğrettiğini hatırlatıyor ve orucun önemini anlatıyor. Salgın hastalık kadar toplumda bulaşıcı hastalık gibi yayılan ümitsizliğin ise tehlikeli boyutlarına dikkat çeken Prof. Dr. Metin Özdemir, şöyle diyor: "En bulaşıcı toplumsal hastalıkların başında ümitsizlik gelir. Toplumu oluşturan bireylerin bir kısmı geleceğine ümitle bakamazsa, miskinleşirler, tembel olurlar."

Semiha Kavak
04:00 - 11/04/2021 Pazar
Güncelleme: 22:18 - 8/04/2021 Perşembe
Yeni Şafak
Metin Özdemir
Metin Özdemir

Ramazan ayı geliyor. Oruç tutmanın bir dini vazifenin dışında insana hangi kapıları açtığını merak ettik ve Ankara Sosyal Bilimler Fakültesi İslami İlimler Fakültesi Din İşleri Yüksek Kurulu Üyesi Prof. Dr. Metin Özdemir’e oruç tutmanın faziletlerini sorduk.

Geçen yıl olduğu gibi bu yıl da Ramazan ayına koronavirüs salgınıyla giriyoruz. Sizce bu gibi illetler hayatın anlamını anlamlandırma açısından önemli olabilir mi?

Öncelikle Cenabı Hak’tan ülkemizi, tüm İslâm âlemini ve insanlığı bu illetten kurtarmasını niyaz ediyorum. Koronavirüs gibi küresel salgınlara iki açıdan bakılabilir: Birincisi, Allah tarafından bu tür felaketlere yeryüzünün bir imtihan alanı olmasının doğal bir sonucu olarak izin verilmiş olduğunun bilinmesidir. İkincisi ise insanoğlunun düşünce, araştırma, inceleme, tecrübe, bilgi ve teknoloji üretme, böylece onlardan sakınma, korunma ve kurtulma gibi bütün imkân ve kabiliyetlerini kullanarak onlarla mücadele etme sorumluluğuna sahip olmasıdır.

Allahü Teâlâ, insanoğlunun kendisini diğer canlılardan ayıran üstün özellikleriyle imtihan edilmesinin şartlarına uygun olarak var ettiği dünyada, her türlü felaketi ve sıkıntıyı belli bir sebebe bağlı olarak yarattığı gibi, onlara karşı tedbir almanın ve onlardan kurtulmanın çarelerini ve vesilelerini de yaratmıştır. Bu bakımdan koronavirüs pandemisi vb. felaketler, insanoğlunun dünyanın ekosistemine zarar veren eylemlerinin bir sonucu olarak ortaya çıkmış olabileceği gibi, dünya nimetlerine sahip olmak için doyumsuz bir iştah ve hırsla rekabet eden, bu yüzden hayatın gerçek anlamını ve hikmetini unutan, dolayısıyla da Yaratıcısını tanıma, kötülüklerle mücadele etme, dünyayı imar ve ıslah etme ve yeryüzünü bir barış ve esenlik yurdu haline getirmeye çalışma gibi temel sorumluluklarını yerine getirmekten uzaklaşan insanoğluna Allah tarafından bir uyarı olarak da gönderilmiş olabilir. Kur’an-ı Kerim’de her iki duruma da açıkça işaret eden ayetler bulunmaktadır. Nitekim Cenabı Hak, Rum Suresi’nin 41. ayetinde, karada ve denizde ortaya çıkan kötülüklerin ve bozgunculukların, belki ibret almalarına vesile olur diye insanların kendi elleriyle işledikleri yüzünden meydana geldiğini ifade eder. Bununla birlikte O, Bakara Suresi’nin 155. ayetinde bir imtihan vesilesi olarak insanları “biraz korku ve açlıkla, bir de mallar, canlar ve ürünlerden eksilterek denediğinden” söz etmektedir. Bu ayetin sonunda, söz konusu felaketlere sabredenlerin, ahiret hayatındaki kesintisiz nimetlerle ödüllendirileceği hatırlatılmaktadır.

Önemli olan, her zaman olduğu gibi insanoğlunun doğal ve toplumsal yasaları dikkate almasıdır. Kesin bir inançla yapılan bir dua, insanı güçlü, korkusuz ve dayanıklı kılar. Unutmayalım ki sebeplere sarılmak da fiili bir duadır. Hiçbir söz, eylemden daha etkili değildir. Küresel felaketlere bu açıdan bakıldığında, onların hayatın anlamını anlamlandırma bakımından büyük önem taşıdıklarını rahatlıkla söyleyebiliriz.


Ramazan ayı Müslümanlar açısından önemli bir ay. Bu ayı diğerlerinden ayıran özellikler nelerdir? Bu ayı hakkıyla idrak etmek için neler yapılmalı?

Cenabı Hak, bizlere Kur’an-ı Kerim’in Ramazan ayı içerisinde yer alan kadir vgecesinde indirildiğini haber vermekte ve bu geceyi bin aydan daha hayırlı bir gece olarak nitelendirmektedir. Kur’an bize bir rehber ve hidayet kaynağı olarak gelmiştir. Ramazan ayı ise bizim için, yaptığımız tüm ibadetlerde ve iyiliklerde sadece Allah rızasını gözettiğimiz takdirde, evveli rahmet, ortası mağfiret ve sonu cehennem azabından kurtuluş olan bir maneviyat iklimine dönüşecektir.

Orucun İslam inancı içinde yeri nedir?

Allahü Teâlâ’nın buyruğunu yerine getirmek ve Onun rızasını kazanmak maksadıyla imsak vaktinden iftar vaktine kadar yemek, içmek ve cinsi münasebet gibi yasaklardan uzak durmak anlamına gelen oruç, farz, vacip ve nafile olmak üzere üç kısma ayrılır: Buluğ çağına ulaşmış akıl sahibi her Müslümanın, geçerli bir mazereti olmadığı sürece Ramazan ayı boyunca oruç tutması farzdır. Ramazan orucunun, mazeretli veya mazeretsiz olarak tutulmadığı zaman başka bir vakitte kazâ edilmesi de aynı şekilde farzdır.

Peki oruç bize ne öğretir? Oruç manevi ve fiziki olarak insanda ne gibi değişikliklere imkân sağlar?

Oruç ibadetinin bize öğrettiklerine gelince, elbette biz öncelikle diğer ibadetlerde olduğu gibi orucu da sadece Allah’ın buyruğunu yerine getirmek ve Onun rızasını kazanmak için tutarız. Orucu sadece sevap kazanmak maksadıyla değil onun hikmetleri, dünyevi ve uhrevi faydaları ve sonuçları üzerinde düşünerek tutmak gerektiği hususu unutulmamalıdır.

İnsanın ahlaki açıdan tekâmül edebilmesi için sabır önemli bir haslettir. Cenabı Hak, Bakara Suresi’nin 153. ayeti kerimesinde, sabır ve namazla kendisinden yardım istememizi tavsiye etmektedir. Zümer Suresi’nin 10. ayetinde ise sabredenlere ecirlerinin hesapsız olarak tastamam verileceği müjdelenmektedir. Peygamber efendimiz de “orucun sabrın yarısı olduğunu” belirtmiştir. İmsak ile iftar vakti arasında açlığa, susuzluğa ve cinsel arzularımıza sabretmek, bize hayatın diğer sıkıntılı ve zorlu anlarında da sabretme gücü ve alışkanlığı kazandırır.

Müslümanlar, ramazan ayının güzelliğini evrensel bir hareket haline getirmek için neler yapabilir? Dini alanda faaliyet gösteren kurum ve kuruluşlar daha yararlı olmak için neler yapmalı?

Bugün bizler hem ulaşımın hem de iletişimin çok hızlı olduğu bir döneme tanıklık ediyoruz. Fiziksel mesafeler çok uzak olsa da artık sosyal mesafeler bize avucumuzun içindeki bir akıllı telefon ve klavyesinin tuşlarına dokunduğumuz bir bilgisayar kadar yakın. Hem bireyler hem de dinî kurum ve kuruluşlar, dijital teknolojinin bize sunduğu bu imkânları etkili ve yaygın bir şekilde kullanarak, dinimizin ve Ramazanın güzelliklerini ve evrensel değerlerini dünya üzerindeki daha geniş kitlelerle paylaşabilirler.


Ümitsizlik toplumsal bir hastalığa dönüşmesin
İslam dünyası bugün hiç de arzu ettiğimiz gibi değil. Bu durumun inanç ve ibadet eksikliğiyle ilişkisi kurulabilir mi?

Gerçekten bu çok yerinde ve önemli bir soru… İslâm dünya ve ahiret dengesini gözeten bir din. Kasas Suresi’nin 77. ayeti kerimesinde, Müslümanlara sahip oldukları servetlerinden ve imkânlarından yoksullara ve yardıma muhtaç olan kimselerle vermek suretiyle ahiret yurdunu gözetmeleri, bununla birlikte dünyadaki nasiplerini de unutmamaları tavsiye edilir. Dolayısıyla Müslümanların dünya nimetlerinin temiz ve helal olanlarından diledikleri kadar sahip olmalarında bir sakınca bulunmamaktadır. Bu konudaki en önemli ölçü, rızık peşinde koşarken haram yollara sapmamak, israf etmemek, mal ve mülk kazanmayı bir amaç haline getirmeyip onu hem dünya hem de ahiret mutluluğu için bir araç olarak görmek ve nihayet servetin bizi Allah’tan uzaklaştırmasına fırsat vermemektir.

Toplumdaki bazı hastalıklar da insanın bazı hastalıkları gibi bulaşıcıdır. Ancak toplumun bulaşıcı hastalığı insanın bulaşıcı hastalığına oranla daha çabuk yayılır. En bulaşıcı toplumsal hastalıkların başında ümitsizlik gelir. Toplumu oluşturan bireylerin bir kısmı geleceğine ümitle bakamazsa, miskinleşirler, tembel olurlar. Onların bu ruh halleri, ailelerinin diğer fertlerine sirayet eder. Onlar da diğer fertlere, bu diğerleri de kendi ailelerine ümitsizlik ve karamsarlık aşılarlar. Bu halka böylece gittikçe hızlanarak genişler. Sonuçta toplumun fertlerinin çoğunluğunun bu hastalığa yakalandığı görülür. Bundan daha da kötüsü, ümitsizliğin ve karamsarlığın o toplumun kaderi olduğunun bir inanç haline gelmesidir. Bu son aşamaya gelindiğinde, hiç kimse bir diğerini; geri kalmışlığın, yoksunluğun ve yoksulluğun kaderleri olmadığına neredeyse ikna edemez.

Oysa Allah her ferdin fıtratına gelişmenin, ilerlemenin, yükselmenin ve başka bir adam olmanın dinamiklerini yerleştirmiştir. Kısaca ifade etmek gerekirse ibadetler bizim ruh dünyamızı zenginleştirir, günahlardan sakınmamıza ve arınmamıza vesile olur. Daha da önemlisi ibadetler bizi Allah’a bağladığı için Ondan başkasını ve kendi hevamızı ilah edinmekten korur. Tıpkı Zülkarneyn Aleyhisselam gibi sebeplere sarılmak ve stratejik aklı kullanmak gerekmektedir.

#Ramazan
#İslam
#Oruç
#Metin Özdemir
3 yıl önce