|
Ortak payda olarak Kudüs

Geçtiğimiz cuma günü selefi Barack Hussein Obama'dan görevi devralarak “ABD'nin 45'inci başkanı” sıfatıyla Beyaz Saray'a yerleşen Donald Trump'ın, Ortadoğu'daki mevcut sorunlar, özellikle de İsrail-Filistin gerilimi karşısında nasıl tavır alacağı merakla bekleniyor. Ancak, ortada henüz somut icraatlar olmasa da, Washington'daki yeni ekipten gelen bazı güçlü sinyaller, Obama ile ciddi sıkıntı yaşayan İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu'nun, suyun öte yakasında nihayet istediği siyasi partneri bulduğunu gösteriyor.



Seçim kampanyası sırasında ABD'nin İsrail'deki büyükelçiliğini başkent Tel Aviv'den Kudüs'e taşıyacağını yüksek sesle dile getiren Trump, İsrail yönetimini şimdiden sevindirip cesaretlendirdi. Öyle ki, henüz Trump'ın koltuğu ısınmadan Batı Şeria ve Doğu Kudüs'te en az 2 bin 500 illegal yerleşim birimi inşaatına daha izin verildiğini duyurdular.



Yeni Şafak'ın 24 Ocak tarihli manşet haberinde de okuduğunuz gibi, Trump'ın ABD Büyükelçiliği ile ilgili vaadi, Amerikan Kongresi'nde kabul edilen 1995 tarihli bir yasaya dayanıyor. “Kudüs Büyükelçiliği Kanunu” isimli düzenleme, en geç 31 Mayıs 1999'a kadar büyükelçiliğin Kudüs'e taşınmasını öngörüyor ve bununla ilgili finansal desteği sağlıyor. Yasa bu çerçevede Kudüs'ün “İsrail'in başkenti” olarak resmen tanınmasını da beraberinde getiriyor.



Kongrede 37'ye karşı 374 oyla kabul edilen yasa, şimdiye kadar yürürlüğe koyulmadı. Sırasıyla göreve gelen Amerikan başkanları Bill Clinton, George W. Bush ve Barack H. Obama, ortaya çıkabilecek ulusal güvenlik risklerini gerekçe göstererek yasayı rafa kaldırdılar. Üstelik Obama, söz konusu yasayı “seçimle iş başına gelen yöneticilerin yetkilerini ihlâl” olarak tanımlamaktan da kaçınmadı.



Donald Trump, şimdi bu yasayı hatırlamış ve gündemine almış görünüyor. Seçim kampanyasında her ne kadar ateşli nutuklar atmış olsa da, Amerikan istihbarat birimleri, önceki başkanların hangi ciddi çekincelere sahip oldukları konusunda kendisine ayrıntılı bir brifing vereceklerdir.



***



“ABD'yi ve Amerikan dış politikasını hepten karıştırıp rezil edeceği” umuduyla İslâm dünyasında da ilginç bir destek kitlesi bulan Donald Trump, ekibini sahaya sürmeye başladı. Yeni yönetimin baskın özelliği, İslâm dünyasına karşı genellemeci ve önyargılı bir yaklaşım geliştirmiş olması. Trump'ın kendisi bile, göreve başlangıç konuşmasında “radikal İslâmcı terör” ifadesini kullandı, kullanabildi.



Başkan Trump'ın telefonla ilk görüştüğü Müslüman lider, Mısır Cumhurbaşkanı Abdulfettah Sisi oldu. Bu, yeni Amerikan yönetiminin askeri darbeye desteğinin sürdüğünü göstermesi bakımından oldukça sembolik. Konuyla ilgili yapılan resmi açıklamada, Trump'ın Mısır'a askeri ve ekonomik açıdan yardımların devam edeceğini teyit ettiği, terörizme karşı mücadelede Kahire'nin yanında yer aldıklarını söylediği belirtildi.



Yarın Trump yönetimi daha da ileri giderek, Müslüman Kardeşler Teşkilâtı'nı “terörist organizasyon” olarak da tanımlayabilir. Beyaz Saray'ın yeni sakinlerinin, İslâm dünyasındaki her alternatif hareketi bu kapsama sokma konusunda gayet istekli oldukları anlaşılıyor çünkü. Trump ve ekibinin Türkiye ve AK Parti'yle ilişkilerine bu önyargıların gölgesinin düşüp düşmeyeceğini zaman içinde göreceğiz. Ancak elbette yeni yönetimdeki bu türden aksaklıkları hiç akıldan çıkarmadan politika üretmek en doğrusu.



Trump'ın İsrail'deki ekürisi Benyamin Netanyahu'nun zihin dünyasını şekillendiren iki önemli nokta var. Netanyahu, sadece işgal edilen Filistin topraklarının değil, bugünkü Ürdün'ün de İsrail devletinin sınırları içinde yer alması gerektiğini savunan “Revizyonist Siyonizm” akımına mensup. İkinci olarak, 4 Kasım 1995'te Filistinlilere fazla taviz verildiğini savunan bir yerleşimci Siyonist tarafından öldürülen Yitzhak Rabin'den sonra ilk defa başbakanlık koltuğuna oturan Netanyahu, yerleşimcilerden ciddi şekilde ürküyor. Bu iki nokta birleşince, ortaya Filistinlilere karşı acımasız ve sert bir Netanyahu portresi çıkıyor.



İslâm dünyasına ve Müslümanlara ön yargılı Donald Trump'la, bu zihni arka plana sahip Netanyahu el ele verdiğinde, Filistin politikasında ABD'nin şimdiye kadar gözetmeye çalıştığı “asgari denge” de ortadan kalkabilir.



***


ABD Büyükelçiliği'nin Kudüs'e taşınması, İsrail'in Kudüs'ü başkent ilan etmesinin Washington tarafından da resmen tescillenmesi ve kabul edilmesi demek. Ancak İsrail'in tek başına Kudüs'ü kendine başkent edinmesi, Hıristiyan dünyanın da güçlü biçimde tepki gösterdiği bir konu. Tarihsel ve dini açıdan birçok ihtilafın da yeniden canlandırılması anlamına gelecek böyle bir gelişme karşısında, Hıristiyan ülkelerin Trump yönetimine karşı alacağı tavır da sert olacaktır.



İslâm'ın üçüncü büyük mabedine ev sahipliği yapan Kudüs'ün işgaline karşı şimdiye kadar tutarlı ve sürekli bir duruş sergileyemeyen Müslüman dünya ise, hem kendi arasında hem de Kudüs hassasiyetini paylaşan diğer ülkelerle ortak bir dayanışma içine girmeli.



Bu olabilir mi? Şimdiki denklem içinde oldukça zor görünüyor. Ama şunu sormak da hak olsa gerek: İslâm dünyası, Kudüs ortak paydasında bile birleşemeyecekse, ne zaman ve nasıl bir olacak?


#Barack Hussein Obama
#ABD
#Donald Trump
7 yıl önce
Ortak payda olarak Kudüs
Ne olacak bu anne babaların hali?
Seçim sonrası ekonomide manzara nasıl?
Amerikan siyasetinin İsrail ‘trajedisi’
Jeopolitik sürpriz: ABD, Rusya ve İsrail nasıl anlaştı?
Nazlı seçmen günlerinde siyaset