Tarih, bize başka toplumlar üzerinde egemenlik tesis eden yabancı güçlerin, o toplumdan kendilerine hizmet verecek memurlar devşirmedikçe bu egemenliği hiçbir zaman kalıcı bir hegemonyaya dönüştüremediklerini öğretmektedir. Bunu ustaca başaran Roma ve Osmanlı gibi imparatorluklar ömürleri yüzlerce yılı bulan sistemler tesis ederken, aynı başarıyı gösteremeyen Moğollar ise çok daha geniş bir coğrafyaya egemen olmalarına rağmen, kısa bir süre sonra işgal ettikleri bölgelerin halkları tarafından fethedilmişlerdir.
Modernitenin sağladığı imkânlarla kendisi dışındaki toplumlara yönelik yaygın ve yüzlerce yıl sürecek bir sömürü hareketine girişen Batı da aynı yöntemi ustalıkla kullanarak, yerleştiği coğrafyalarda kendisiyle işbirliği yapacak sınıflar devşirmeye ayrı bir önem vermiştir. Sezai Karakoç, yıllar önce ''Masal'' adlı şiirinde bu yeni sınıfın nasıl üretildiğini ve hangi psikolojik durum içinde hareket ettiğini bizlere son derece hakimane bir şekilde anlatmıştı. Karakoç''un bu şiirsel anlatımını Şeriati, Malik Binnebi ve Fanon birer şaheser olan kitaplarında sosyoloji, tarih ve psikolojinin verilerini kullanarak daha bilimsel düzeylerde ele almışlardı. Fanon, yeryüzünün lanetlileri içinden devşirilen bu sınıftan ''beyaz maske takmış siyah derililer'' olarak bahsetmişti.
Soğuk Savaş''ın bitişi ile birlikte, çatışma konseptinin merkezine Medeniyetler Çatışması kavramını ve dolayısıyla İslam dünyası ile yeni bir hesaplaşmayı koyan Batı, bu yeni süreç için eski devşirme stratejisini revize etmiştir. Yeni dönemde, artık sadece Batı''nın kültürel ajanlığını yapan aydın, gazeteci ve akademisyen sınıfı ile artık sürdürülemez olan totaliter liderler yeterli görülmeyerek onların yerine Batı''nın demokrasi, liberalizm, serbest pazar, refah toplumu ve insan hakları benzeri değerlerini temsil ettiği düşünülen profesyoneller ikame edilmiştir. Bu yeni yöntem ilk defa işgal altındaki Afganistan''da Karzai üzerinden test edilmiştir.
Uzun yıllar CIA ile çalışan bir müteahhit olan Karzai, ülkesini yıllarca korunaklı duvarlar arkasında yönetmeye çalıştı. Görevde kaldığı sürece korku içinde ve ABD''nin korumasına muhtaç olarak yaşadı. İslam dünyasına yönelik son küresel saldırının ilk profesyonel işbirlikçisi olan Karzai, artık kendisine ihtiyaç kalmayınca unutulmuşluğa terk edildi. Karzai modeli, Ahmet Çelebi üzerinden Irak''ta da uygulanmaya çalışılmış ancak başarılı olamamıştır. Saddam sonrası Irak''ı yönetmek için devşirilen Ahmet Çelebi, kayda değer bir varlık gösteremeden Irak siyasetinden çekilip gitti. Kendisinden geriye ülkesinin işgalini kolaylaştırmak amacıyla ve İngiliz ve Amerikan istihbarat servisleriyle koordinasyon içinde ürettiği yalanlar kaldı.
Karzai modeli, Afganistan ve Irak gibi doğrudan işgal edilmiş Müslüman coğrafyalar için denenmişti. Doğrudan işgalin mümkün olmadığı veya şimdilik gerekli görülmediği ülkelerde Batı''nın çıkarlarına uygun bir dönüşüm yaratmak için seçilen model ise daha sofistikedir: Uluslararası toplumda ön plana çıkmış profesyoneller arasından yeni liderler devşirmek. Bu türün tipik örnekleri Baradey ile İhsanoğlu''dur.
Bu iki profesyonel, merkezinde BM''nin yer aldığı küresel sistemin en saygın uydu kurumlarında uzun yıllar hizmet ettikten sonra neredeyse artık unuttukları ülkelerine Batı''da üretilmiş ancak evrensellik iddiasıyla tüm insanlığa dayatılmış değerleri temsilen geldiler. Baradey, bir Soğuk Savaş dönemi kurumu olan ve Soğuk Savaş''tan sonra Batı-dışı toplumların silahlanma hırslarına ket vurmak amacıyla yeniden kurgulanan Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu''nda yıllarca çalışmış olmasına rağmen, Dünya onu İran ile yapılan müzakerelerde tanıdı. Müzakere adı verilen o süreçte yaptığı şey tam olarak; Batı''nın mesajlarını İran''a taşımak ve İran hükümetlerini ABD-İsrail eksenine boyun eğmek için ikna etmeye çalışmaktı. İnsanlık ve özellikle de kendisinden bu çıkışı dört gözle bekleyen İslam dünyası Baradey''in İsrail''in nükleer silahları konusunda en yumuşak bir eleştiride bile bulunduğuna şahit olmadı.
Baradey, hizmetlerinin karşılığını 2005 yılında Nobel Barış Ödülü ile ödüllendirilerek ve demokrat, liberal, seküler bir kurtarıcı imajıyla ülkesine Cumhurbaşkanı adayı olarak gönderilerek aldı. Katıldığı ilk seçimde hezimete uğrayınca, Batı kendilerine sunulan bu paha biçilmez hediyeyi kabaca(!) reddeden kadirbilmez Mısır halkını bir darbe ile cezalandırdı.
İhsanoğlu ise Filistin''deki İsrail işgaline ve Batı''nın bu zulme yönelik tavrına bir itiraz olarak kurulan ancak kısa bir süre sonra BM düzeninin bir uydusuna dönüşen İslam İşbirliği Teşkilatı''nın (İKT) Genel Sekreteri olarak parlamıştır. Kendisinin o makama seçilmesi için ısrarcı olan AK Parti hükümetinin temel amacı onun önderliğinde bu teşkilatı yeniden organize ederek İslam dünyasının sorunlarına çözüm üreten bir mekanizmaya dönüştürmek olsa da, İhsanoğlu bu dönüşüme direndi ve küresel statükonun dışına çıkmaya hiçbir zaman cesaret edemedi. Görevde kaldığı sürece tıpkı Baradey örneğinde olduğu, profesyonel bir soğukkanlılıkla davrandı ve temsil ettiği toplumlarla bir duygudaşlık kuramadı.
İKT''deki çalışma döneminde küresel eksenden çıkmayan ve bunun ödülünü Cumhurbaşkanı adayı olarak alan İhsanoğlu, adeta Anadolu''yu ilk defa keşfe çıkmış bir oryantalist edasıyla dolaşmaktadır baba memleketini. Onu çatı adayı olarak öne çıkaranlar ısrarla İhsanoğlu''nun en az beş dil bildiğini vurgulasalar da, konuştuğu Türkçe, bu dili Batı''nın Şarkiyat Enstitülerinde öğrenip Anadolu''ya pratik yapmak için gelen diplomat adaylarının, politik subayların ve acemi oryantalistlerin Türkçesini anımsatmaktadır. Ülkenin gerçeklerine ve sorunlarına olan aşinalığı ise Türkçesinin bile çok gerisindedir. Ülkenin dinamiklerini ve toplumun sosyolojisini bilmediği için olacak ki kendisini muhafazakâr halktan oy almak için aday gösterenlere inat edercesine gittiği her yerde Kemalizm''in sembollerine methiyeler düzmektedir. Sanki Erdoğan''ın değil de Kılıçdaroğlu''nun rakibiymiş gibi. Muhafazakâr topluma vermek istediği her mesaj ise bir gaf ile sonuçlanmaktadır.
Bu yüzden gittiği yerlerde yapılan programlarda ortama hâkim olan psikolojik durum yabancılaşmadır. Çünkü ne kendisini desteklemek için gelenler ne de bizzat kendisi halen bu adaylık durumunu benimseyebilmiştir. Onları İhsanoğlu etrafında toplayan temel saikler Erdoğan nefreti ve partizanlıktır. Bu güçlü duygular bile bu yabancılaşmanın üstesinden gelmeye yetmediği için, İhsanoğlu''nun yaptığı seçim çalışmalarına şöyle kabaca bir göz atıldığında bile hem çatı adayda hem de kendisini desteklemek için bir araya getirilmiş olan yığında tipik bir ''ben neden buradayım'' halet-i ruhiyesi göze çarpmaktadır.






