|

Edebiyat eve sığar

Evde yaşamaya alışmaya çalıştığımız şu sıralarda kitaplarını yoldaş edindiğimiz yazar, şair ve akademisyenler acaba evde neler yapıyorlar? Yeni Şafak Kitap olarak Sağlık Bakanlığı’nın tavsiyelerini göz ardı etmeden evden telefon, mail, vatsap ya da skyp yoluyla bu sürecin onların yazma düzenini nasıl etkilediğini sorduk. İşte cevaplar...

Halil Solak
04:00 - 15/04/2020 Çarşamba
Güncelleme: 00:26 - 15/04/2020 Çarşamba
Yeni Şafak
“Kalbin Sesiyle Toprağa Dönüş”
“Kalbin Sesiyle Toprağa Dönüş”

Yeni tip koronavirüs salgınından sonra mecbur kalmadıkça evden çıkmıyoruz. Pek çoğumuz işlerimizi artık evlerimizden yürütüyoruz. Kimilerimiz “homeoffice” sürecine çarçabuk intibak ederken bazıları hâlen alışmaya çalışıyor. Bu yeni düzende evde ofisten daha rahat çalıştığını söyleyen de var, evdeyken işlerin hiç bitmediğinden şikâyet eden de.

Bu arada yeni çalışma şekli haliyle pek çok rutinimizi ve alışkanlığımızı da etkiledi. Zaruri ihtiyaçlar haricinde dışarıya çıkmamak tavsiye edildiğinden dolayı evde geçirdiğimiz zaman da arttı.

PEKİ MUSTAFA KUTLU NE YAPIYOR?

Biliyorsunuz, Sağlık Bakanı Dr. Fahrettin Koca, gençlere evde kalıp Mustafa Kutlu ile Tolstoy okumalarını tavsiye etmişti. “Acaba Mustafa Kutlu şu sıralarda evde ne yapıyor?” diye merak edip telefona sarıldım. Üstad, televizyonlardaki koronayla ilgili programları izlediğini söylüyor. “Uzmanlar bu salgından sonra artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak diyorlar. Ne olacağı konusunda da çeşitli görüşler ileri sürülüyorlar” dedikten sonra Zümer suresindeki 8. ayetten yola çıkarak bir yazı yazdığı söyledi (Yazıyı bugün Yeni Şafak gazetesinde okuyabilirsiniz). Son hikâye kitabı çıktıktan sonra artık hikâye yazmayacağını, fikriyat ile meşgul olacağını açıklamıştı Kutlu. Bunun neticesinde 2-3 senelik bir emekle korona salgınından çok önce dünyanın gidişatına dair bir teklif getirdiğini söylüyor: “Amentü’ye inananlar olarak nasıl bir hayat tarzı bulalım ki Allah’ın rızasını kazanalım?”Bunun için önerisi şu: “Kalbin Sesiyle Toprağa Dönüş”. Şu sıralar ikinci baskısını yapan bu kitabında “temelden bir paradigma değişikliği” önerdiğini söyleyen Kutlu telefonu kapatmadan bu zor günlerin de geçeceğini söyledi.

YOLDAŞIMIZ KİTAPLAR

Çoğumuzun evde yaşamaya alışmaya çalıştığı şu sıralarda kitaplarını yoldaş edindiği yazar, şair ve akademisyenleracabaevde neler yapıyorlardı? Bu süreç onların yazma düzenini nasıl etkilemişti?

Sağlık Bakanlığı’nın tavsiyelerini göz ardı etmeden evden telefon, mail, vatsap ya da skypyoluyla hazırladığımız bu dosya için yazarlarımıza 3 soru yönelttik:

1. Evde mi yoksa ev dışında (ofis, kafe, kütüphane vb.) yazmayı seviyorsunuz? Neden?
2. Yazarken “olmazsa olmaz” dediğiniz şeyler var mı? Varsa neler?
3. Koronavirüs salgınından sonra mümkün olduğunca evden çıkmıyoruz. Bu durum, yazma alışkanlıklarınızı ve sürecinizi nasıl etkiledi/etkiliyor?

Akademisyen-yazar Prof. Dr. İskender Pala, son yılların sevilen romancısı Kaan Murat Yanık, şair ve yazar Ali Ural, akademisyen-yazar Prof. Dr. Mahmud Erol Kılıç, öykü yazarı Merve Koçak Kurt, büyük minnet duyduğumuz sağlık çalışanlarından biri olan hekim, şair, yazar Prof. Dr. Hüsrev Hatemi, öykü yazarı Misli Baydoğan, akademisyen-yazar Dr. Necati Tonga, hikâyeci Kâmil Yeşil sorularıma büyükbir samimiyetle cevap verdiler.

Bu zor günlerin bir an önce geçmesi temennisiyle, iyi okumalar…


MERVE KOÇAK KURT: Koşullarım değiştikçe yazdıklarımda değişti

1)
Son yıllarda evde yazıyorum. Önceki yıllarda işim de “yazı” ile ilgiliydi. Her türlü ortamda yazabiliyordum. Ancak dört yıldır başka bir alanda çalışıyorum. İş yerinde yazmaya fırsat bulamıyorum. İşim yoğun çünkü. Yaşadığımız toplumdan âri değiliz, yaşananlar herkes gibi beni de etkiliyor. Son yıllarda ciddi bir toplumsal yarılma var. Buna şahit olmak, kalbimi de yoruyor ruhumu da. Yazmak, o anlamda benim için bir “sığınak”. Evde yazmayı seviyorum; çünkü ev de benim sığınağım, yazı da. Huzurun, dinginliğin, ışığın, müziğin anlam bulduğu bir sığınak…
2)
Yazarken “olmazsa olmaz” dediğim bir ritüel yok. “Olursa güzel olur” dediğim şeyler var. Mesela ışık, mesela kahve, mesela rüzgâr, mesela müzik, mesela… çok şey! Ancak “acı” olmadan olmuyor galiba. Hayat koşullarım değiştikçe yazdıklarımda değişti. Yazdıkça, yaşadıkça anlattığı “hikâye” de değişiyor insanın; bir tırtılın kelebeğe dönüşmesi gibi. Metamorfoz.
3)
Koronavirüs süreci, yazma sürecimi çok etkiledi demeyi isterdim. Ancak, çalışıyorum.

NECATİ TONGA: Salgını bir ‘fırsat’ olarak değerlendiriyorum

1.
Daha “sıcak” bir atmosfer olduğu için evde çalışmak hoşuma gidiyor. Kaynak sıkıntısı çektiğimde ise mecburen kütüphanelere giderim, ama çalışma mekânım genellikle kitaplarla dolu odamdır.
2.
Yazarken vazgeçemediğim şeyler kahve ve müziktir. Kahvenin her çeşidine müptelalığım var ama filtreli kahvenin zihnimi daha çok uyandırdığını hissediyorum. Bilgisayarımda yazarken fonda mutlaka hafif bir müzik olur.
3.
Hayat akarken pek çok şeye zaman yetiştiremediğimizden şikâyet ederiz. Bu anlamda bu salgını bir “bela” olarak görenlerin aksine bir “fırsat” olarak değerlendiriyorum. Yarım kalmış yazılarla kitaplarımı tamamlamak, okumak, güzel filmler izlemek, çocuklarıma zaman ayırmak için bulunmaz bir fırsat…

İSKENDER PALA: Evde kalmak yazım süreci olarak mesaimi arttırdı

1.
Yıllardır “yazı-hane”de çalışırım. Yalnızca okumak ve yazmak için kullandığım masam, bilgisayarım ve üzerinde çalıştığım konuyla alakalı kitapların olduğu küçük bir yazıhane. Yazıhanem dış dünyadan beni koparan, bazen tarihin koridorlarında gezintilere, bazen kitapların sayfalarından yolculuklara çıkaran bir yer. Yazıhanede daha verimli çalıştığımı düşünüyor ve her gün orada zamanı unutmaktan lezzet duyuyorum.
2.
Yazmak için mutlaka şu olmalı dediğim bir takıntım yok. Çünkü o sırada vecd hali gibi, ibadet gibi kendimi kapatırım. Maamafih arada sırada sıcak bir içecek, bazı bazı da fonda bir müzik olması iyi gelir.
3.
Korona süreci yazıhanemi eve taşımak dışında bir değişiklik getirmedi hayatıma. Evden çıkmıyor ve Sağlık Bakanlığı’nın bütün önerilerine riayet ediyorum. Evin odalarıyla salon arasında yürüyüş ve kültür fizik hareketleri yapıyorum. Evde kalmak yazım süreci olarak mesaimi arttırdı diyebilirim. Eskiden günde on saat çalışırdım, şimdi biraz daha yükselttim. Kapı Yayınları yetkilileri sağ olsunlar, okumayı istediğim her kitabı bana ulaştırıyor. Günlük programım aşağı yukarı şöyle: Uyanma (09.30). Kur’an-ı Kerim, eşimle kahvaltı, çalışma masasında mesai (11.00-17.00), yemek, mesai devamı (18.00-23.00), spor, çerez eşliğinde film, uyku (01.30) Korona sürecinin hayatımda etkin olmasına veya beni esir almasına izin vermemeye çalışıyorum. Eskiden yaptığım şeyleri yapmaya devam ediyorum ve bu süreç geçtiğinde de hayatımın aynı olacağını düşünüyorum. Bazılarının dediği gibi süreçten sonra her şeyin başka olacağına da inanmıyorum. Evet, ekonomik, siyasi ve sosyal olarak dünya dengeleri değişebilir ama insan yine aynı insan olacaktır. Yani her zamanki temel sorum bu süreçte de, sonrasında da asla değişmeyecek: «İnsanlar için yararlı olan ne üretebilirim?» Benim hayat felsefem...


MAHMUD EROL KILIÇ: Oda, masa, kalem bahane…

1.
Normalde kendi odamda, masamın başında yazmayı seviyorum. Sakin ortam arıyorum. Fakat kader beni öyle değişik hayat şartlarını yaşamaya sevk etti ki o odayı da, o masayı da çok özledim. Bu sebepten kâh bir otel odasında, kâh bir seyahat esnasında ve bunun gibi yazmak için hiç uygun olmadığını düşündüğüm yerlerde dahi yazmayı tattım. Her nerede nefes alıp verebiliyorsak orada yazabilirmişiz, öğrenmiş oldum. Oda, masa, kalem bahane… Olmazsa olmaz değiller…
2.
Hani uzmanlar uyumadan en az bir saat evvel telefon, televizyon, vb. araçlardan ayrılmamız gerektiğini söylüyorlar ya ben de yazmaya başlamadan en az bir saat evvel dış dünya alakalarımın sıfırlanması veyahut en aza inmesini bekliyorum. Ancak ondan sonra yazma fazına geçiyorum.
3.
Bu salgın hastalık inziva, halvet, uzlet gibi modern insanın unuttuğu veyahut imkân verilmediği bazı geleneksel içe dönüş temrinlerini bize hatırlattı. Dış âlemde derinlikli ve seviyeli eserler ortaya koyanların buna bir içsel inzivâda hamile kaldıklarına dair yüzlerce örnek okuduk. Mamafih herkesi kaygılandıran, meraklandıran bir musibet ve buna dair haberlerle karşı karşıyayız. Bu durum zihinlerimizi fazlasıyla meşgul ederken siz eve kapansanız bile aslında dışardasınız demektir. Tanıdıklarınız, yakınlarınız hastanede yoğun bakımda hayat mücadelesi verirken zihnî temerküzünüzü sağlamanız mümkün olmaz. Bu manada yukarıda saydığım o geleneksel şartlar oluşmaz. Halvette ve inzivada iç huzur ilham kapılarının açılması için elzemdir. İnşaallah en kısa zamanda bu girdaptan çıkar ve gerçek halveti tadarız.

KÂMİL YEŞİL: Bir roman bitirdim, geriye oturup yazması kaldı

1.
Sorularınızı görünce bu güne kadar yazdıklarımı düşündüm de özel olarak mekan seçimi yapmadığımı tespit ettim. Hayret! Her yerde yazmışım. Sınıfta, iş yerinde, dolmuşta, kütüphanemde, camide. Okula bisikletle giderken yazdığım makaleleri hatırladım. Yüksek lisans tezimi bisiklet üzerinde tamamladım diyebilirim. Belediye otobüsünde ayakta bir oraya bir buraya sallanırken yazdığım hikâyeler var. Tabii yazmak derken kâğıda dökmeği anlamamak lazım sadece. Hani, Dostoyevski’ye nispet edilen bir söz vardır. Bir roman bitirdim, geriye oturup yazması kaldı, demiş. Benim yazma şeklim de böyle.
2.
Düşündüklerimi, kurguladıklarımı mekân olarak ve hatta zaman farkı gözetmeksizin hemen birçok yerde kâğıda döktüm. Fakat yanımda yöremde biri yazdıklarıma bakmıyorsa, okumaya çalışmıyorsa diğer şeylerden rahatsız olmam. Evdeki kütüphanemde ve bilgisayarımın başındaysam yazarken müzik açarım. Müziği dinlemem, kim ne söylüyor bunlar beni meşgul etmez. Tını gelsin yeter.
3.
Ne zamandır zihnimi meşgul eden bir güzel hikaye var. Fakat zihinsel süreci tamamlanmadığı için bir türlü başlayamadım. Halbuki karantina günlerinde bitiririm diye düşünüyordum. Demem o ki hâlâ eve kapanmış durumdayız ve fakat hikayeyi içimde bitiremedim daha. Kıvamını bulmadı. Başlayamadım. Arkadaşlar artık bol bol yazarsın demişlerdi halbuki. Öyle olmadı, olmuyor.

MİSLİ BAYDOĞAN: Kendimi çok üretken hissediyorum

1.
Sessiz ve dikkatimin dağılmadığı her ortamda yazabiliyorum ama basit görünen bu koşullar çoğu zaman bulunması en zor olanlar… Her yerde yazmayı denedim; gördüm ki kedimin uyuduğu veya kendi işiyle meşgul olduğu zamanlarda evde ve tüm işler bittikten sonra ofis ortamında en rahat şekilde çalışabiliyorum. Yazarken çay ve kahve içme alışkanlığım var ve hem sessizlik hem de mutfağa kolay ulaşabilir olmak ancak bu iki ortamda mümkün olabiliyor. Bir de yazı yazarken sürekli yazan, sonra ekranın içine düşmüş gibi yazdıklarını defalarca, hatta bazen sesli, okuyan, kendi kendine silen, tekrar yazan, kafa sallayan, mimikler yapan birisi başkalarının da bulunduğu yerlerde istenmeyen bir dikkat çekicilik sergileyebilir. O nedenle tercihim tek başınalıktan yana.
2.
Olmazsa olmazım sessizlik. Sadece pencereden gelen kuş seslerinden rahatsız olmuyorum. Dolayısıyla şehir hayatında biraz zorlanıyorum ama bir şekilde olabilecek en uygun şartları oluşturmaya çalışıyorum. Klavye, ekran ve ille “word” uygulaması da diğer alışkanlıklarım. Kâğıt ve kalemi çok uzun bir süredir sadece not almak, çalışmalarımın taslağını çıkarmak ve bir de okuduklarımdan önemli bulduklarımı defterime kaydetmek için kullanıyorum. Ayrıca güzel kokuları ve temizliği severim. Yazının başına çok temel kişisel bakımımı yapmadan oturduğum hiç olmaz. Mümkünse gün ışığında yazmayı tercih ederim. Gece uykum geliyor o nedenle Ramazan ayı dışında hep gündüz çalışırım.
3.
Şehrin geri kalanı da benimle birlikte evde olduğu için ortalık sakin. Kovid-19’un sebep olduğu acıları görmezden gelmek mümkün değil ama bu sükunet arayıp da bulamadığım ortam. Kendimi çok üretken hissediyorum. Ruh halim sakin ve umutlu. Pek çok yeni fikir arasında, hangisinden başlayacağımı bilemez halde kalabiliyorum. Bünye bu düşük tempoya alışkın değil ne de olsa… Uzun süredir kitaplıkta bekleyen kitapları okuyorum. Dergiler düzenli geliyor onları okuyorum. Hayatı eve sığdırdım.

KAAN MURAT YANIK: İki buçuk yıldır ara ara ev karantinasındaydım

1.
Romanlarımın omurgasını genellikle seyahatler esnasında oluştururum. Bilhassa kurmacanın dekoru olarak seçtiğim şehirleri ziyaret edip gözlem, seyir notları alıp eskizler çıkarırım. Omurga şekillenip uzun vadeli yazma sürecine girdiğimde kafede, metni yayınevine göndermeden evvelki süreci ise evde geçirmeyi yeğlerim. Bu üç aşamalı sürece yaklaşık sekiz yıldır sadık kalmaya çalışıyorum.
2.
Sade filtre kahve, loş sarı ışık, müzik ve sevdiğim kokuları yakınımda tutmak olmazsa olmazım. Sanırım bu kompozisyon dikkatimi her daim diri tutuyor.
3.
Ben son romanımı iki buçuk yılda tamamladım. Haliyle iki buçuk yıldır ara ara ev karantinasındaydım zaten. Üstüne ulusal ve hatta küresel bir karantinanın gelişi, beni pek de iyi etkilemedi doğrusu. Yine de yeni romanım için araştırmalara başlamak için bir imkan doğmuş oldu. Ayrıca birikmiş kitaplar ve filmler vardı. Onlara vakit ayırıyorum.

HÜSREV HATEMİ: Kitaplarla güreşme alışkanlığıma geri döndüm

1.
Nesir yazılarını ev dışında yazamıyorum. Çünkü referans vermek gerekirse kitapları aramak ancak evde mümkün oluyor. Şiirleri ise her mekânda yazabiliyorum.
2.
“Olmazsa olmaz”ım yok.”Olursa çok iyi olur” dediklerim var: Ortamın soğuk değil sıcak olması, çay veya kahve mevcud oluşu.
3.
Evde kalma günlerinde eski âdetim olan ve son iki yıldan beri terk ettiğim kitaplarla güreşme alışkanlığıma tekrar geri döndüm. Ev kitap sahrası oldu. Hanım nota vermeden önce başpehlivanlığı bırakmalıyım.

Ali URAL: Yeryüzünü evinizden de seyredebilirsiniz

1.
Yazmak, iç dünyaya çekilmeyi gerektiriyor ve iç dünya biraz da evdir. Aidiyet duygumuz hiçbir mekânda evimiz kadar sarıp sarmalamaz bizi. Bir zorunluluk olmadıkça evde yazmayı tercih ederim ben. Montaigne, “Ben gönlümce yazabilmek için evime çekiliyorum… Başka yerde yazsam daha iyi yazardım, ama yazdığım şey daha az benim olurdu” der. Ben evimin dışında daha iyi yazacağımı düşünmüyorum. Evin atmosferi yazının atmosferine de yansıyor çünkü. Sanatın temelinde içtenlik var. Kendimi evimde gibi hissediyorum, demek yerine, kendimi evimde hissediyorum demeyi tercih ederim yazarken.
2.
Gece, sessizlik, yalnızlık, klasik müzik, limonlu naneli çay ve dingin bir zihin… Daha ne olsun! İlham mı? O zaten bir kedi gibi sokulur yanınıza, çalışırsanız. Çalışırsanız müzik ve çay yazmanın önündeki tembellik engellerini bir bir kaldırır yolunuzdan. Gecenin mürekkebe, sessizliğin harflere dönüşmesi ancak çalışma sayesinde olur. Hasat sonrasında bir kenara ayrılan tohumlar gibi yalnızlığınız kalır size sonunda.
3.
Yazar, çağının tanığıysa yaşadığımız günler elbette yazdıklarını etkileyecektir. Ölüm hiç bu kadar yakın olmamıştı dünyaya. İnsanlık adına şair ve yazarların söz alma vaktidir. Edebiyatın eskimez konusudur çünkü ölüm. Samimidir, tasannuya izin vermez. Bu yüzden kalıcı metinler bırakır yazarlar sancılı dünyaya. Yeryüzünü evinizden de seyredebilirsiniz. Evden her şey daha sahici görünür. Yeter ki empati yapacak bir kalbiniz olsun.
#Ali Ural
#Hüsrev Hatemi
#İskender Pala
4 yıl önce