|

Mushaf denetimi Osmanlı’daydı

Marmara Üniversitesi öğretim üyesi Doç. Dr. Filiz Dığıroğlu, Osmanlı İmparatorluğu’nda mushaf ve diğer dinî neşriyatın basımı ve denetimi için kurulan heyetin kayıtlarını inceleyerek bir kitap yazdı.

Halil Solak
00:00 - 14/08/2022 Pazar
Güncelleme: 12:25 - 14/08/2022 Pazar
Yeni Şafak
Osmanlı İmparatorluğu’nda mushaf
Osmanlı İmparatorluğu’nda mushaf

Osmanlılarda matbu dinî kitap ve risalelerin peşine düşen Marmara Üniversitesi Bilgi ve Belge Yönetimi Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Filiz Dığıroğlu ile Dergâh Yayınları’ndan çıkan “Osmanlı’da Dinî Matbuat” adlı kitabı etrafında Kur’an basımını ve diğer dini içerikli yayınların halka ulaştırılması sürecini konuştuk.

Bu çalışmanın hikâyesi aslında bir keşifle başlıyor… Sizden dinleyelim?

Ben aslında Osmanlı’nın son döneminde kitap basım işinde öne çıkan ve Acem kitapçılar olarak da tanınan İranlı matbaacılar üzerine çalışıyordum. Osmanlı Arşivi’nde onlarla ilgili belgelere bakarken çokça dinî kitap bastıklarını ve dolayısıyla Meşihat’ten, yani şeyhülislamlık makamından izin almaya çalıştıklarına dair belgeler gördüm. Meşihat’te izin süreçlerinin nasıl işlediğini araştırmak için bir gün Süleymaniye’deki Meşihat Arşivi’ne gittim.

ÇUVALLARDAN ÇIKAN DEFTERLER

Ne tür belgeler var bu arşivde?

Meşihat Arşivi Osmanlı Devleti’nde şeyhülislâmlık makamının meydana getirdiği evrakların saklandığı bir kurum arşivi ve bugün İstanbul Müftülüğü uhdesinde. Daha önce bu arşivin bir kataloğu yayınlanmıştı ve burada mushaf ve diğer dinî neşriyatın basımı ve denetimi için kurulan Tedkik-i Mesâhif ve Müellefat-ı Şer’iyye Meclisi’nin kayıtlarını içeren 2 defter görünüyordu. Ancak ben gittiğimde bu meclise ait 10 civarında defter olduğunu gördüm. O esnada arşiv dijitalleşiyordu. Kıyıda köşede kalmış çuvallar içindeki malzemenin de bu meclisin evrakı olduğu anlaşılmış, böylece defter sayısı da artmıştı.

Ne yaptınız?

Tabii ben hemen bu keşfiyatı hocam İsmail Kara ile ve kataloğu hazırlayan Bilgin Aydın hocayla paylaştım. Sonra sayfa sayfa okuduğumda imparatorlukta kitap yayınlamak isteyenlerin kaydedildiği bir defter serisi olduğunu fark ettim. Bütün Osmanlı coğrafyasında dini kitap üreten, yazan, basmak isteyen herkes bu heyetle muhatap olmak durumundaydı ve bu heyet o kitaplarla ilgili karar mercii idi. Zaten yayıncılık tarihi çalışıyordum. Dini yayıncılık daha da merkezine oturdu çalışma alanımın ve bu kitap ortaya çıktı.

AMAÇ “DİN-İ İSLAMI MUHAFAZA”

Peki bu bahsettiğiniz meclisin amacı neydi?

En temel maksat, ehl-i sünnet akidesinin sağlam bir şekilde halka ulaşması ve sahih dinî bilginin dolaşımda olmasını sağlamak. Meclisin asli vazifesi Osmanlı Devleti’ndeki matbu dini eserlerin ve Mushafların hatadan korunmuş olarak basılmasını sağlamaktır. Dolayısıyla bu düzeneğin amacı “din-i İslamı muhafaza”dır. Halkın zihnini karıştıracak, gönlünü bulandıracak, akideyi sarsacak bilgilerin tedavüle girip girmeyeceği gibi fevkalade önemli bir sorumluluğu üstlenmişlerdi.

Peki kitaplar nasıl değerlendiriliyor?

Heyette her biri sahasında uzman ulema yer alıyordu. Siz dinî içerikli bir kitabınızı bu heyete gönderdiğinizde kitap konunun uzmanına gidiyor ve değerlendiriliyor: Böyle bir kitabın yayınlanmasına ihtiyaç var mı? Piyasada bu konuda yeterince kitap mevcutsa izin verilmiyor mesela. Kitabınızda kullandığınız kaynakların güvenilir olup olmadığına bakıyor. Ele aldığınız konuyu karmaşık anlatıp anlatmadığınıza bakıyor yani kaleme alınış tarzı, üslubu, imlası gibi son derece editöryal bir incelemeye tâbi tutuyor. Tercüme bir eserse aslı ile karşılaştırılıyor. Yazarlara düzeltilip basılması şeklinde bir dönüş olabiliyor ya da kitap reddedilebiliyor. Bahsetmemiz gereken önemli hususlardan biri de herkese eşit mesafede aynı şekilde yaklaşılıyor hatta meclis başkanının kitabının yayınlanması söz konusu olduğunda o da herkes gibi incelemeye tâbi tutuluyor ve kitabının düzeltimesi talep edilebiliyordu.

PERA’DA BASILAN KUR’AN’LAR

Dinî yayıncılık deyince akla önce Kur’an geliyor tabii. Matbu mushafları ne zamandan itibaren görüyoruz Osmanlı’da?

Zaten dünyanın her yerinde dinî yayıncılığın büyük bir kısmını kutsal kitap basımı oluşturuyor. Aslında Osmanlıların matbu Kur’an ile tanışmaları 16. yüzyılda gerçekleşiyor. Çünkü Venedikli tüccarlar satmak için getiriyorlar. Ancak tabii bunlar legal şekilde satılamıyor. Çünkü Batıda basılan mushafların içinde pek çok hata var. Hatta zaman zaman yabancılardan matbu Mushaf ve fıkıh kitaplarının satın almanın yasak olduğuna dair İstanbul kadısına emirler gönderiliyor.

Peki matbu Kur’an Osmanlı’da ne zaman basılıyor?

Arşiv belgelerine göre ilk Kur’an nüshalarının izinsiz ve gizlice basılıp satıldığı anlaşılıyor. 1850’li yıllarda ve öncesinde kayda geçmemiş ve ruhsat alınmamış birçok kitabın yanı sıra Kur’an da basılıyor. Çünkü bu yıllar da Osmanlı’da matbaacılığın henüz bir mevzuata kavuşmamıştı. İstanbul’da ilk olarak İranlı kitapçılar Kur’an basma ve matbu Kur’an satma işlerine girişiyorlar. Bu arada İran’da basılmış Kur’an nüshaları için de Osmanlı’nın cazip bir pazar ve müşteri sahası olduğu açık. Ahmed Cevdet Paşa da anlatıyor matbu Mushaf, Validehanı’nda vesair mahallerde, İranlılar tarafından gizlice basılıyor ve alenen satılıyordu. Hatta bazen matbu sayfa parçaları bakkal dükkanlarında görülüyor ve şikâyet mevzusu oluyor. O kadar kazançlı bir saha ki, matbu Kur’an işine Pera matbaaları da giriyor ve bu matbu mushaflar kitapçılar tarafından tezgâh altından gizlice satılıyor.

Halkın bu kadar rağbet etmesinin sebebi nedir?

Tabii Kur’an’ın yazma nüshası her zaman çok pahalı olduğu için ilk matbu nüshalarının büyük ilgi görmesi çok normal. Ayrıca klasik dönemde mushaf vakfetme olgusunu hatırlamalıyız. “Sadaka-i câriye” türünde kapanmayacak bir hasenata dönüşme potansiyeli olan matbu Mushaflar giderek cazip hâle gelmiş olmalıdır. Hacılar ve talebeler başta olmak üzere birçok Müslümana mushaf ya da Kur’an cüzlerini ücretsiz dağıtma imkânından yararlanmak isteyen hayırseverlere hizmet etme fırsatını da kaçırmayacaktı matbaacılar.

KUR’AN BASIMI İÇİN ÖZEL ŞARTLAR

Peki devlet niye devlet bu işe girmiyor?

Aslında Bâbıâli tarafından Kur’an’ın basılması senelerden beri isteniyor ama Bâb-ı Fetva’dan, yani Şeyhülislamlıktan onay alınamıyor. Tabii bu arada da yasak olmasına aldırmadan başta İranlılar olmak üzere gizlice ve izinsiz hazırlanan mushaflar yanlış basılıyordu. Artık devlet matbaasında “sahih” Kur’an basılması kaçınılmaz hâle gelmişti. Matbu Kur’an basma ve satma işlerinin artık önüne geçemeyeceğini anlayan devlet, Matbaa-i Amire’de, yani kendi matbaasında Kur’an basılması için harekete geçti. Esasen devlet dinî ve ekonomik kaygılarla Mushaf basma işine girişiyor ve piyasanın hâkimi olan İranlı kitapçıları durdurmayı hedefliyordu. Böylece 1874’te Matbaa-i Amire’de “kemâl-i ta’zîm ve hürmetle” Kur’an basımı gerçekleşti. Bir süre sonra dönemin en büyük ve modern matbaalarından Osman Bey Matbaası’na Kur’an basma imtiyazı verildi. Tabii yine kaçak Kur’an basımının önüne geçilemiyor. Mushaf basımında bir dönüm noktası sayılabilecek hukuki düzenleme 27 Eylül 1889’da yapılıyor. Bundan böyle artık usulüne uymak şartıyla hemen her matbaacıya mushaf basma imkânı tanınıyor. Tabii burada çok sıkı bir prosedür uygulanıyordu. Matbaanın fiziki durumundan tutun da matbaada istihdam edilecek elemana kadar özel şartlar koyuluyor. Ancak bu şartları sağlayan matbaalarda Kur’an’ın basımına izin veriliyor.

Kamer Hanım’ın ilmihali askerlere dağıtılıyor

Dinî kitap yayınında kadınları görüyor muyuz peki?

Tabii. Kadın müellifler de eserlerinin daha çok kişiye ulaşması için matbaada basılıp satılmasını arzu ediyorlar. Benim çalıştığım dönemde tespit ettiğim dört kadın müellifin izin almak için başvurusunu gördüm.

Hangi konulara dair kitaplar yazmışlar?

Ramazan-ı Şerif Orucu, Namaz Hocası/Rehberi, İlmihal gibi gündelik hayatta halkın dinî hayatı yaşama pratiklerini izah eden türde kitaplar yazmışlar. Mesela mesleği muallime olan Kamer Hanım adlı bir müellif var. İlk müracaatı kendisinin tertip ettiği Ramazan-ı Şerif Orucu risalesi… Kitabının girişinde risaleyi hanımların talebi üzerine kaleme aldığını belirtiyor. Kısa bir süre sonra bu sefer yeni kitabı Namaz Hocası için başvuruyor. Bu kitapları bazı tashihlerden sonra basılıyor. Namaz Hocası kitabının çeşitli matbaalarda birçok baskı yaptığını görüyoruz. Bu da halkın kitaba teveccühünü ve bu sahadaki ihtiyacı gösteriyor. Bu arada Kamer Hanım iki kez de padişahtan nişan alıyor. Ayrıca kitabı askerlere resmen de dağıtılıyor. Kitap o kadar popüler oluyor ki korsan baskısı bile yapılıyor.

İnsan ayağının basmayacağı bir yere gömün!

Peki izinsiz basılan mushafları ne yapıyorlar?

Ruhsatsız basılan ancak okuma sıhhati ile ilgili herhangi bir sorunu olmayan mushafları devlet, mühürleyip ücretsiz olarak medrese talebelerine, fakir hacılara, askere falan dağıtarak yeniden tedavüle sokuyor aslında. Ancak gerçekten eksik sayfalı, kelime ya da hareke yanlışı olarak basılmış mushaflar büyük bir sorun oluşturuyorlardı. Öyle ki el konulan bu binlerce nüshayı koyacak yer bulamıyorlar artık. Hatta bu tür müsadere edilmiş Kuranların hurda kâğıda çıktığı ve kese kâğıdı olarak piyasada kullanıldığı nahoş durumlar bile oluyordu ki zaman zaman bununla ilgili cezalandırmalar ve uyarılarda bulunulmuştur. Bu tür bir kese kağıdını sahaf dostumuz Lütfi Bayer’in şahsi koleksiyonunda görmek mümkündür. Sonunda ulema el konulan hatalı Kur’anların temiz çuvallara konularak insan ayağının basmayacağı bir yere gömülebileceğine dair bir fetva veriyor. Fetva çıkıyor ama bu işlem için ödenek lazım. Ödenek bir türlü gelmeyince meşihat heyetindeki ulema, “biz birkaç aylık maaşımızı vereceğiz, bizi bu vebalden kurtarın” diyor. Süreci belgelerden ancak bu kadar takip edebiliyoruz şimdilik. Nerede, ne zaman, nasıl bir işlemle gömüldü, bilemiyoruz. Belki bir gün çıkar devamı hikâyenin.

Amerikan elçisi diyor ki

İstanbul her ne kadar İslam coğrafyasında en geç matbu Mushaf’a erişen belde olsa da hilafete başkentlik yapan bir şehir olarak mushaf basımında kısa sürede önemli bir merkez hâline geldi. 20. yüzyılın ilk çeyreğine kadar. Neredeyse bütün İslam coğrafyasına ulaşıyordu İstanbul’da basılan mushaflar. Hem halifenin şehrinde basılmış olmaları hem de estetik açıdan İstanbul Mushaflarının çok itibarlı olduklarını söyleyebiliriz. Hatta Amerika’nın Türkiye’deki büyükelçisi Charles Hitchcock Sherrill, 10 Şubat 1933’te ABD Dışişleri Bakanı’na yazdığı resmi mektubunda şöyle diyor: “Araştırmalar göstermiştir ki halifeliğin kaldırılışına kadar ‘halifeler şehri’nde basılan Kur’an’lar özellikle İslâm dünyasında rağbet görmüşlerdir. Bundan dolayı da İstanbul satışları senede 80.000 ile 100.000 arasında değişmiştir. 1924’ten beri bu duygusal avantaj kaybedildi. Diğer ülkelerde basılan mahalli basımlar normal olarak İstanbul’un ihraç pazarını öldürdü.”


#Osmanlı
#Kitap
#Matbaa
2 yıl önce