|

Sürgünün acısını yaşayanlara

Fransız yazar François-Rene de Chateaubriand’un kısa romanı Son İbn Sirac’ın Başından Geçenler, bir aşk hikayesi etrafında şekilleniyor. Fakat yazarın asıl meselesi, savaş ve yıkım sonucu topraklarını terk etmek zorunda kalan insanların hikayesi.

Yeni Şafak ve
04:00 - 10/03/2018 Cumartesi
Güncelleme: 03:42 - 10/03/2018 Cumartesi
Yeni Şafak
Gün sonunda ise vatanlarından, yurtlarından zorla edilen insanların çığlığı kalıyor.
Gün sonunda ise vatanlarından, yurtlarından zorla edilen insanların çığlığı kalıyor.

Bugün coğrafyaların kaderini uluslar değil, küresel güçler tayin ediyor. Yüzyıllar öncesinde, imparatorlukların savaşarak ya da fethetederek aldıkları topraklar bugün yerini masa başında yapılan paylaşımlara bıraktı. Sömürgecilik yeni bir yüze büründü. Dünyanın dört yanı artık farklı amaçlar uğruna kullanılıyor. Kuzey güneyi, batı ise doğuyu sömürüyor. Gün sonunda ise vatanlarından, yurtlarından zorla edilen insanların çığlığı kalıyor.

Farklı medeniyetlere ev sahipliği yapmış İspanya coğrafyası da savaşlardan, kırımlardan nasibini almış yerlerden biri. Yüzyıllardır Müslüman, Hristiyan ve Yahudilerin kesiştiği bu bölge pek çok savaşa sahne oldu. Tarihte yerini alan bu savaşlardan birisi ise 1482’de başlayan ve 10 yıl süren Granada Savaşı idi.

Granada kuşatılmadan önce Endülüs’ün büyük bölümü Müslümanlar’ın elindeydi. Hıristiyanların bölgeyi ele geçirmek istemesiyle savaş başladı. Granada 2 Ocak 1492’de düştü ve pek çok Müslüman ve Yahudi ülkesini terk etmek zorunda kaldı. Coğrafyanın kaderi değişti.

Romantizme öncülük eden, 1768 doğumlu Fransız düşünür ve yazar François-Rene de Chateaubriand Mağriplilerin bu hikayesini “Son İbn Sirac’ın Yolculuğu”nda anlatıyor.

Öncelikle Türk okurun pek aşina olmadığı François-Rene de Chateaubriand’den bahsetmekte fayda var. Chateaubriand, romantizme öncülük etmiş bir isim. 1789 yılında Fransız Devrimi sırasında kralcılara katılmayı reddettip 1791 yılında ülkesinden ayrılmış. Fakat 1800’de tekrar ülkesine geri dönmüş ve gazeteci olarak çalışmaya başlamış. Diğer yandan da kitap yazmayı sürdürmüş. Yazarın hayatındaki dönüm noktalarından biri Londra’da bulunduğu sırada önce kızkardeşinin ardından da annesinin ölümü olur. Bu değişim “Ağladım ve inandım” özlü sözü çerçevesinde gelişir. Bundan sonraki eserleri romantizmin etkisinde ilerler. Hıristiyanlığın Dehası, Din Şehitleri, Paris-Kudüs Yolculuğu gibi isimler bu akım karşısında verdiği eserlerdir. Fakat yazarın bilinen en önemli eserlerinin başında; “Son İbn Sirac’ın Başından Geçenler” gelir.


ATA YURDUNA YOLCULUK

Bu kısa roman, İbn Sirac’ların son temsilcisinin atalarının bir zamanlar hakim olduğu topraklara, Granada’ya olan yolculuğunu konu ediyor. Kitabın girişinde yazar derdini şöyle anlatmış:

“Bu hikayenin, sürgün olmanın acılarını yaşamış ve yüreğini vatanına adamış birinin eseri olduğu kolayca görüşecektir. Granada’yı, Elhamra’yı ve şimdi Kurtuba katedrali olan kiliseye çevrilmiş camiyi yerinde görüp, tabir yerindeyse resmettim. Yaptığım tasvirler, Paris-Kudüs Yolculuğu’nun şu bölümlerine eklenebilir:

“Kadis’ten Kurtuba’ya geçtim: Bu şehrin katedraline çevrilmiş olan camiye hayran kaldım. Şairlerin içini mutlulukla doldurdukları Betik’i gezdik. Andujar’a kadar çıktım; Granada’yı görmek için aynı yoldan geri döndüm. Yunanistan’daki tapınaklardan sonra bile Elhamra ‘yı seyredilmeye değer buldum. Granada vadisi güzeller güzel; Sparta vadisine çok benziyor. Moriskoların bu ülkeyi neden özledikleri ortada.”

Granada düştükten sonra hükümdarlarının kaderini paylaşan İspanya Mağriblileri Afrika’ya dağılır. Ziri ve Gomeles Kabileleri eski vatanları olan Fas Krallığı’na yerleşir. İbn Sirac’lar ise Tunus civarına yerleşerek Kartaca Harabeleri’nin karşısına yerleşir ve eski vatanlarının hafızasını yeni vatanlarına götürür. Fakat Cennet Granada hep hafızalarında yaşıyordur. Dağılan Mağribliler arasında vatan hasretini en çok çeken İbn Sirac’lardır. “Şeref ve aşk” naralarıyla çınlattıkları sahilleri içleri kan ağlayarak terk etmişlerdir. Ailenin son temsilcisi olan İbn Hamit, Granada’nın düşüşünden 24 yıl sonra atalarının ülkesini ziyaret etmeye karar verir. Tunus iskelesinden vapura biner ve bir zamanlar atalarının rüzgar gibi estikleri bu ülkeye doğru yola koyulur. Ata topraklarına ulaştığı anda kalbi heyecanla çarpar. Bu toprakları keşfe koyulur, Elhamra’yı ziyaret eder.

Gezdikçe düşüncelere dalar, öfkelenir. Etrafa bakındıkça kızgınlığı artar ve “Demek, şu mağrur İspanyollar, atalarımı kovdukları bu evlerde uyuyorlar” diye söylenir ve gece yarısı yollara düşer. Birden karşısına genç bir kız çıkar. İbn Hamit, gördüğü yerde kıza sevdalanır. Adı Blanca olan geç kız Santa-Fe dükünün kızıdır. O da İbn Hamit’e tutulur. İkili arasında kuvvetli bir aşk vuku bulur. Fakat ikisini de birbirine kavuşturacak engel vardır. Biri Müslüman diğeri ise Hristiyandır!

Blanca Mağribliye, “Müslüman kalırsan, umutsuz sevgilin olurum; Hıristiyan olursan mutlu eşin olurum” diye söylenir. İbn Hamit ise ona, “Hıristiyan kalırsan, senin mutsuz köşen olurum; Müslüman olursan, bahtın açık eşin olurum” der durur. Yıllar geçer ve bu büyük aşk din ekseninde ayrışarak bilinmezliğe doğru yol alır. İbn Hamit, yeri gelir Hıristiyan olmayı dahi düşünür fakat Blanca bu konuda çok katıdır. İbn Hamit’in din değiştirmeye karar verdiği sırada yaşadıkları, hem fikirlerini hem hayatını yeniden gözden geçirmesini sağlayacaktır…

62 sayfalık kitap, savaş, tarih, aşk gibi unsurları bir arada bulunduran kısa bir roman tadında. Chateaubriand’in şiirsel dili, konuyu ilmek ilmek işliyor. Aşk hikayesi etrafında şekillenen romanda ağır basan ise köklere yolculuk.

Bugün hepimizin kendine sorması gereken soruyu İbn Hamit, çağlar öncesinden dile getiriyor: “Atalarının eserlerini tanımak için yabancılara muhtaç olmak, ailesinin ve yakınlarının hikayesini hiç alakası olmayan birinden duymaktan daha acı ne olabilir?”

#İbn Sirac
#François-Rene de Chateaubriand
6 yıl önce