|

Yalı bahçesinde fabrika vardı

Sanat tarihçisi, rehber ve akademisyen olan Sedat Bornovalı, Boğaziçi’nin tarihi ve kültürel mirası hakkında çok çarpıcı bilgiler veriyor. 25 yıldır rehberlik yapan Bornovalı, geçmişe özlem duymanın anlamsız olduğunu söylüyor ve ekliyor: "Sağduyuya ve estetik olgusuna sahibiz. 20. yüzyılda bu boğazı kullananlar sütten çıkmış ak kaşık değildi. Düşünün o zamanlarda bir yalının bahçesinde mısır özü yağı fabrikası vardı.”

Hatice Saka
04:00 - 26/08/2018 Pazar
Güncelleme: 04:32 - 26/08/2018 Pazar
Yeni Şafak
25 yıldır rehberlik yapan sanat tarihçisi Sedat Bornovalı, tüm tecrübelerini “Boğaziçi Tarih Atlası” kitabında topladı.
25 yıldır rehberlik yapan sanat tarihçisi Sedat Bornovalı, tüm tecrübelerini “Boğaziçi Tarih Atlası” kitabında topladı.

İstanbul Boğazı’nın manzarasını izlerken onu bu denli eşsiz yapan unsurların ne olduğunu çoğu zaman aklımıza getirmeyiz. Boğazın üzerindeki köprüler, saraylar ve yalılar Boğaziçi’nin görünen yüzü tüm büyüleyiciliğiyle karşımızda durur. İşte 25 yıldır rehberlik yapan sanat tarihçisi Sedat Bornovalı’da yıllardır tüm ayrıntılarıyla anlattığı bu güzellikleri kaleme aldı ve ortaya “Boğaziçi Tarih Atlası” kitabı çıktı. Boğaz’a ilk köprüyü 500 yıl önce yapan Persler’den, Boğaz’ın gördüğü en görkemli geçiş olan fetih günlerini okuyunca hem köprülere hem de Rumeli Hisarı’na bakışınız değişiyor. Büyükdere’de bir havalimanın olduğu ve 1924 yılında kullanıldığına inanmak güç geliyor. Bugünkü Mimar Sinan Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi binasının aslında Sultan Abdulmecit’in kızı Cemile Sultan’a ait bir saray olduğunu öğreniyorsunuz. Yalılar aslında çok geniş bir koruda, yüksek kesimlerinde köşk, harem ve selamlık daireleri ile sahil saraylarından meydana gelen yapıların sahilhaneleriymiş. Bornovalı, daha pek çok bilgiyi eğlenceli bir üslupla anlatmayı başarıyor. Sanat tarihçi, rehber ve aynı zamanda akademisyen olan Sedat Bornovalı’dan Boğaziçi’ndeki eşsiz pek çok yapının İtalyan mimarların eseri olduğunu da öğreniyoruz. Hatta bu alandaki başarılarından dolayı İtalya Cumhurbaşkanı tarafından Devlet Nişanı ve Şövalye unvanı bile almış. Bornovalı bu yola daha 17 yaşında iken koyulmuş. İtalyan lisesinde okuduğu yıllarda tesadüfen karşısına çıkan rehberlik fırsatı hayatını değiştirmiş. “Sevgimi meslek edindim”diyen Bornovalı, Başkan Recep Tayyip Erdoğan, Papa ve Umberto Eco gibi önemli isimlere rehberlik etmiş. Biz de Sedat Bornovalı ile hem bu mesleğe başlama serüvenini hem de Boğaziçi’ni konuştuk.

Rehberlik yapmaya nasıl karar verdiniz?

Açıkçası ben karar verdiğimin farkında değildim. Lise yıllarımda tarihi eserler ve mekanlarla ilgili elime geçen her şeyi okurdum. Zannediyordum ki ortalama bir lise öğrencisi mutlaka kendi ülkesindeki eski eserler hakkında bilgi sahibidir ve meraklıdır. İtalyan lisesinde öğrenci iken tamamen tesadüfen yabancı dil bilen öğrencileri rehber olarak yetiştirmek konusunda bir teklif geldi. Ben de rehberlik konusunda verilecek derse büyük bir merakla gittim. Saraylar, boğaz, müzeler ve camiler hakkında anlatıkları her şeyi biliyordum. Büyüklerim tamam sen olmuşşsun yarın çıkıp turistleri gezdirebilirsin dediler. Böylece 17 yaşında rehberlik yapmaya başladım ve çok keyif aldım. Normal şartlarda vakit ayırıp yapacağım aktiviteler artık işim olmuştu. Çünkü saray ve müzelerde açılan sergileri görme imkanım oluyordu. Diğer yandan her gezide yeni bir şey keşfediyordum. Üstelik olağanüstü bir sohbet ortamı yakalıyordum. Sevgimi meslek edindim ve hiç ara vermedim. Okul tatileri, haftasonları, kış tatillerinde hep çalıştım. Bu süreç beni doktora yapmaya kadar götürdü.

Akademisyenlik yolu nasıl açıldı ?

Çevremdekiler “Mesleki bilgini neden akademik olarak aktarmıyorsun” dediler. Tamam olur neden olmasın dedim. “Evet” deme alışkanlığım her zaman bana şans getirdi.

Başkan Erdoğan, Papa ve Umberto Eco gibi isimlere rehberlik etme imkanınız da oldu değil mi ?

Bu işin en güzel taraflarından biri de, hayal bile edemeyeceğim önemdeki şahsiyetlere eşlik etme fırsatı sunması. İşinizi zoraki değil de severek yaptığınız zaman kendinizi huzurlu hissediyorsunuz ve bu insanlara yansıyor. Sanırım bu nedenle bir gün baktım Umberto Eco yanımda bir gün Papa’yı gezdiriyorum.

Peki başka isimler verebilir misiniz ?

Önemli üst düzey politikacılar, çok sıfırlı benim anlayamadığım kadar çok parası olanlar ve daha birçok şahsiyet seyahatlerinin bilinmesini istemiyor. Ben de onların mahremiyetine saygı gereği isimlerini zikretmiyorum.

Boğaziçi dediğimiz zaman aklımıza ilk köprü ve yalılar geliyor. Denizle iç içe olmasının dışında yalıyı diğer tahta yapılardan ayıran şey ne ?

Yalı dediğimiz sahilhaneler varlıklı ailelerinin konutlarının sahil birimi. Burada gün batımını seyrediyorlar. Hatta bazılarında günbatımını seyretmek üzere bir küçük kameriyenin benzeri gurub köşkleri inşaa ediyorlar. Hemen yan taraflarındaki bahçeye bazen yine mehtabiye denilen yerlerde yaz gecelerinde oturup mehtabı izliyorlar. Bunların dışında yine yalı özellikleri olarak hizmet mekanları sıklıkla bahçede ve ahşap olmayan mekanlarda tutuluyor. Yine beklemeyeceğimiz şekilde genişce hamam atmosferleri ve birimleri de boğaziçi kültürünün bir parçası. Yapılan kazılarda bahçe unsurları arasında birim birim iç içe geçmiş taş hamamların kalıntıları karşımıza çıkıyor. Değerli dokuma kumaşlarını, el yazmalarını, kitapları ve bunun gibi değerli varlıkları yangına karşı korumak için yine aynı şekilde yalının bütünlüğüne katkıda bulunan ufak taş yapılar sözkonusu. Her yalının muhakkak bir köprüsü var ve bu köprüler yamaca bağlanıyor. Bu yamaçlarda ufak setler ve bazılarında minik mağaralar olur. Bazı yalıların bülbülhaneleri olabiliyor. Bahçenin üst kısmında kafesler içerisindeki bülbülleri dinlemek için yapılan mekanlar. Tam anlamıyla keyif ve huzurlu bir şekilde yaz mevsimini değerlendiriyorlardı. Daha da tepeye doğru tepe köşkleri olabiliyor.

Boğaziçi'nde en çok Rumeli Hisarı'nı etkileyici buluyorum

Boğaziçi tarihine baktığınız zaman keşke olmasaydı dediğiniz ne var ?

Özellikle 1970’li yıllar Boğaziçi’nin en şanssız seneleri oldu. Boğaziçi’ndeki bazı yalı apartmanları insanlar barınmadığı için mecburiyetten inşaa etmediler. Niteliksiz apartmanlar fakirlikten veya barınacak yer ihtiyacından ötürü inşaa edilen gecekondulardan farklı. Onların başka çaresi yok ve nitelikli tasarıma ulaşma olanakları yok. Ancak varlıklı olan, pekâla da niteliki tasarım yaptırabilecek maddi güce sahip insanlar, yine de sahilde berbat yapıların ortaya çıkmasına neden oldular. Benim ölçülü ve nitelikli yapılaşmaya itirazım yok. Biz bugün, “Dolmabahçe için güzelim bahçeye saray yapmışlar. ” diye ağlamıyoruz. Kimse onu yıkıp bahçe yapalım demez. Akılla, izanla, sağduyu ve estetik anlayışla olduğu sürece yapılaşmada bir sorun yok. Zaten yapılar olmaz ise Boğaziçi’nin Çanakkale ya da Bering Boğazı’ndan farkı olmaz.


Peki Boğaziçi’nde sizi en çok etkileyen ve en sevdiğiniz yapı hangisi ?

Şimdi etkilenmek başka, sevmek başka birşeydir. Boğaziçi’nde beni en çok, Rumeli Hisarı etkiliyor. Boğaziçi’nin en benzersiz yapısı ve arka planında olağanüstü bir irade var. Fatih Sultan Mehmet kenti fethettiği gün artık bir daha asla işe yaramayacağını bildiği halde öyle görkemli yapıyor ki bugün bile tüm dünyaya inanılmaz bir mesaj veriyor. Üstelik çok geniş çaplı silindirik çok kuleleriyle benzeri yok ve şato mimarisini ileri götüren bir adım atıyor. Gerçekten çok büyüleyici ve zamanın çok ötesinde.

Etkilenmek başka sevmek başka dediniz. Peki Boğaziçi’nde en sevdiğiniz yapı hangisi ?

İçeriği ve koleksiyonlarıyla ele alırsam en sevdiğim yapı Sabancı Müzesi diyebilirim. Hat koleksiyonu, oryantalist resimleri, mobilyaları olsun, teraslarını muhafaza etmek olsun, boş kalan yerlere inşaat takıntısıyla birşeyler dikilmemesi olsun, özellikle de ailenin elinde varolan kamuya açık şeklide paylaşılması açısından , birçok yönüyle sevdiğim bir uygulama diyebilirim.

Boğaziçi’nin eskisi haline özlem duymaya gerek yok diyorsunuz. Yani karamsar değilsiniz.

Asla karamsar değilim. Sağduyuya ve estetik olgusuna sahibiz. 20.yüzyılda bu boğazı kullananlar sütten çıkmış ak kaşık değildi. Düşünün o zamanlarda bir yalının bahçesinde mısır özü yağı fabrikası vardı. Yeter ki mirasyedi gibi davranmayalım. Kimse Süleymaniye yıkılsın o tepede orman olsun istemez. Şimdi bir korunun tepesindeki ağaçlar kesilip bina yapıldığında oturup ağlıyoruz. Bu nitelik konusunda problemimiz olduğunu gösteriyor. Onu giderirsek sorunlar çözülür. Bir nefes alıp düşünürsek, doğrusunu yapabilecek durumdayız. O yüzden de birşey yapmaktan korkmayalım. Yeter ki sağduyulu davranıp sonra da üretelim. Çünkü üretmeden olmaz.


Hatalar var ise ders alınır

İstanbul’da doğup büyüdünüz ve 17 yaşında rehberliğe başladınız. Geçmişteki İstanbul’a hep bir özlem duyulur. Hatta sizin kitabınızda görüyoruz. 1800’lü yıllarda bile eski Boğaziçi’nin özlediğini söyleyenler var. Siz ne
düşünüyorsunuz ?

Ben çocukken İstanbul berbat bir yerdi. Hiçbir şey doğru düsürt işlemezdi. Trafik bundan bin kat kötüydü. Objektij olalım. Şimdiki İstanbul kesinlikle daha iyi. Nostaljiye gerek yok. Arada hata yapılarak yıkılan binalar olmasaydı demek çok sağlıklı bir yaklaşım değil. Bu bakış acısıyla ileriye gidemeyiz. Hatalar var ise ders alınır.


#Sedat Bornovalı
#Boğaziçi'nin Tarih Atlası
#Yalı bahçesi
#rehber
#Sanat tarihçisi
6 yıl önce