|
Türkiye hasım değil müttefik tehdidi altında

Salı sabahı Meclis kulisinde, Dışişleri Komisyonu Başkanı emekli büyükelçi Volkan Bozkır’la Washington temaslarını konuştuk.

Geçen hafta komisyon adına bir grup parlamenter ABD Kongresi’nde görüşmeler yapmış, oradan örtülü bir tehdit alıp Türkiye’ye öyle dönmüşlerdi.



“Kongre üyeleri kendileri değil ama danışmanları üzerinden “S-400’leri alırsanız biz de Kongre’den karar çıkartır, size F-35’i satmayız mesajı veriyorlar” dedi, Bozkır.

O sırada, Milli Savunma Bakanı Nurettin Canikli, bir taraftan hızlı adımlarla grup salonuna ilerlerken, öbür taraftan kendisinin hızına yetişmeye çalışan muhabirlere bir şeyler söylüyordu.

Canikli’nin ne dediğini dün sabah Yeni Şafak’ın ilk sayfasındaki
öğrendik:

“Gelecek yıldan itibaren F-35 teslimleri başlayacak. Bunun S-400 alımıyla bir alakası yok. Parasını vermişiz, karşılığı yerine gelecek.”

Türkiye F-35 projesinin içinde yer almış bir ülke.

Uçağın üretim projesinde yer alan 9 ülke arasında Türkiye de bulunuyor.

Bir takım kongre üyelerinin danışmanlarının sözlerini ne kadar ciddiye almak gerekir ayrı konu ama Savunma Bakanı’nın da işaret ettiği gibi parası ödenmiş bir projede savaş uçaklarını Türkiye’ye teslim etmemekle tehditte bulunmak, olsa olsa ‘gasıp devlet’ tabiriyle bir anlam bulabilir.

ABD’nin S-400 meselesinde başından itibaren kararlı bir ‘kaygılı hal’ tutumu izlediğini biliyoruz.

Zaman zaman NATO yetkililerinden de kaygı beyan eden açıklamalar yapılıyor.

Ancak NATO’nın yaklaşımına bütüncül bir şekilde bakıldığında, ittifakın, S-400’lerin dost düşman tanıma sisteminin (IFF) müttefiklik kurallarına göre uyarlanması halinde Türkiye’nin bu sistemi almaya hakkı olduğu görüşüne sahip olduğu anlaşılıyor.

Ankara bunu zaten açıklamış durumda.

Yani S-400’ler geldiğinde dost düşman tanımı NATO’nun istediği biçimde yapılacak.

Ancak Washington’un, NATO’nun aksine, Ruslardan hava savunma sistemi alınmasına kategorik bir şekilde karşı çıktığını görüyoruz.

Bunun çok belirgin bir nedeni var:

Türkiye ile ilişkisini öncelikli olarak ‘askeri bağımlılık’ ilkesi üzerinden formatlayan ABD, bu formatın bozulmaya yüz tutmasından inanılmaz şekilde rahatsız oluyor.

Türkiye’nin savunma sanayiinde yerlileşme oranını yüzde 60’lara kadar yükseltmesi, ABD’nin, sözünü ettiğim askeri bağımlılıktan kurtulur korkusuyla Türkiye’nin güçlü bir savunma sistemine sahip olmasına karşı çıkması, Türkiye’nin de bunu görüp alternatif güzergâhlara yönelmesi, aslında iki ülke arasındaki bütün krizlerin temel gerekçesini oluşturuyor.

Bu durumda, S-400’lere bu şiddette karşı çıkılmasını, 1945’ten beri süregelen “savunmada bana bağımlı olacaksın” duruşu/tehdidinden daha başka bir gerekçeyle izah etmek imkânsız hale geliyor.

Dün sabah, Harp-İş Sendikası’nın düzenlediği Savunma Sanayinin Millileşmesi Çalıştayında, konunun uzmanlarından bu alanda kaydedilen gelişmelere dikkat çeken ilginç değerlendirmeler dinledik.

Sunumu yapan uzmanlardan biri, ABD’de savunma sanayi alanında faaliyet gösteren firmaların mutlak anlamda devlete bağımlı olarak hareket ettiklerini, devlet politikasının izin vermemesi halinde, 1 liralık malı 10 liraya almaya kalksanız bile buna imkân verilmediğini anlattı.

Yeri geldiğinde parasını ödeyerek almak istediğiniz tabancanın bile Kongre vetosuna takılmasını başka türlü nasıl izah edebiliriz ki?

Yukarıda sözünü ettiğim on yıllara sari ‘askeri bağımlılık’ ilişkisinin bir de Türkiye simetrisi var tabi.

Dünkü çalıştayda söz alan bir milletvekili, “Türkiye’nin savunma sanayii tarihi bir ihanet tarihidir” dedikten sonra 2009 yılında dönemin Milli Savunma Bakanı Vecdi Gönül’ün kapalı bir toplantıda anlattıklarını bizlerle paylaştı.

Vecdi Bey, o toplantıda şöyle şeyler söylemiş:

“Savunma Bakanı olduktan sonra gördüm ki, İstanbul sermaye oligarşisi içinde birkaç şirket var. Bunlar, yurtdışı savunma şirketlerinin distribütörlüğünü yapıyor. Böyle bir sistem oluşturulmuş. Askeri bürokrasi içinde de bir takım insanlar var. Bu paylaşımdan onlara da yüzde 15 hisse veriliyor”.

Milletin vergileriyle oluşan milyarlarca dolarlık fonun on yıllar boyu nasıl bir kirli ilişki ağı içinde eritildiğini anlatan bir örnek.

2009 yılında dönemin Savunma Bakanı olmasına rağmen ancak kapalı bir ortamda bu bilgileri paylaşabilen Vecdi Gönül’ün devamındaki sözleri, hem bu yazıklanmayı haklı hale getiriyor, hem de ‘iç açıcı’ bir şekilde sona eriyor:

“Bunun böyle olduğunu görünce, aracı unsurları çıkardık. Yurtdışındaki firma ile doğrudan temas yöntemi benimsendi. Kapanmak üzere olan kuruluşlar bu şekilde ayağa kalkmaya başladı.”

Savunma Sanayii, günümüzde yıllık 8 milyar dolarlık bir üretim kapasitesine ulaştı.

2016’da 2 milyar dolarlık ihracat yapıldı.

Afrin Harekâtında havada kullanılan silah ve mühimmatların yüzde 56’sı, karada kullanılanların ise yüzde 92’si yerli üretim silah ve mühimmatlar idi.

Beklenenden çok daha kısa sürede biten bu operasyon, bir anlamda Türkiye’ye yerli savunmadaki birikimini test etme imkânı sunmuş oldu.

Tabi, kaybedilen yıllarda verilen açık nedeniyle kat edilmesi gereken daha çok mesafe var.

#Türkiye
#ABD
#PKK
6 yıl önce
Türkiye hasım değil müttefik tehdidi altında
İkiyüzlü dünyanın 200 günü
Garson nereye baksın?
İnsafsız takas!
Erdoğan’ı/AK Parti’yi Kürtsüz bırakma operasyonu…
Riyakâr Bey ile ‘Yamyam’ Biraderler