|

Akif ‘in bitmeyen çilesi ve mücadelesi

Mehmet Akif’in hayatı aynı zamanda Osmanlı’nın son döneminden Cumhuriyetin ilanı ve sonrasındaa yaşananlara ışık tutuyor. Zorlu ve mücadeleli yıllarda Milli Şairimiz Mehmet Akif’in yaşadığı sıkıntılar bugünün okuruna aslında bir dönemi anlatıyor.

Yeni Şafak
04:00 - 12/12/2018 Çarşamba
Güncelleme: 12:00 - 11/12/2018 Salı
Yeni Şafak
Geldiği Mısır’dan 1925 yılı kışından sonra geri dönmemiş, burada uzun süre 
Diyanet tarafından kendisine sipariş edilen Kur’an’ın tercümesi işiyle uğraşmış, 
Abbas Halim Paşa’nın desteği ve Kahire Üniversitesi’nde verdiği 
Türk dili dersleriyle geçinmeye çalışmıştır.
Geldiği Mısır’dan 1925 yılı kışından sonra geri dönmemiş, burada uzun süre Diyanet tarafından kendisine sipariş edilen Kur’an’ın tercümesi işiyle uğraşmış, Abbas Halim Paşa’nın desteği ve Kahire Üniversitesi’nde verdiği Türk dili dersleriyle geçinmeye çalışmıştır.

Âlim KAHRAMAN

Mehmet Akif, 1873 yılında İstanbul Fatih’te dünyaya geldi. İstanbul’un bir medeniyet başkenti olduğunu düşünürsek bir ucu Balkanlar, diğer ucu Buhara’ya uzanan aile kökleriyle o, büyük medeniyetimizi temsil eden kişilik özelliğiyle ortaya çıkar.

Mehmet Akif’in hayatını coğrafya perspektifli okumaya devam edelim. Fatih, onun çocukluk ve gençlik yıllarını geçirdiği, ilk ve orta eğitimini tamamladığı semttir; kişiliğinin oluşmasında birinci derecede rol oynamıştır. Bu semtin odak mekânı ise Fatih Camii’dir. Camiyle ilişkisi küçük yaşlarda kurulur. Daha oyun çağında bir çocukken Fatih Dersiamlarından olan babası onu ve kardeşini elinden tutarak Fatih Camii’ne götürmeye başlar. Büyükler namaz kılarken çocuk da caminin geniş kubbesi altında, hasırların üstünde koşup oynamaya başlar. O günlerden başlayarak biriken izlenimler, duyuşlar, ileride “Fatih Camii” şiirini ortaya çıkaracaktır.

Fatih’deki evleri Sarıgüzel’dedir. Bu ev merkez olmak üzere, şairin hayatı önce İstanbul içinde sonra İstanbul dışında farklı mekânlara doğru açılır. Semt içinde Emir Buhari mahalle mektebi ve Fatih Rüştiyesi eğitim gördüğü okullar olur. Liseye, o sıralar Cağaloğlu’nda olan Mülkiye idadisinde devam eder. Sonrasında girdiği Baytar Mektebinin ilk iki yılını yine o çevrede, Ahırkapı’daki binada okur. Son iki yılda ise Halkalı’daki binada yatılı olarak kalır. Bu, Akif’in aile çevresinden ilk ayrılışıdır. On sekiz yaşındadır. Duygusal olarak hassas bir dönemden geçmektedir. Aile özlemi başka özlemlerle birleşir. Daha önceden başlayan şairlik kıpırdanışları bu dönemde iyice alevlenir. Dinî duyarlıklı söyleyişler yanında âşıkâne gazeller de yazmaya başlar. Manzum uzun mektuplar halinde kendini ifade eder.


İLK HOCASI BABASIDIR

Âkif’in ilk hocası babasıdır. Fatih Rüştiyesinde Hoca Kadri Efendi Mülkiye İdadisinde Muallim Naci hocası olur. Baytar mektebinde bunlara başka isimler eklenir. En yakın arkadaş çevresinde, babasının hocalığını yaptığı Emin Paşa ailesinin çocukları vardır. İbnülemin Mahmut Kemal bunlardan biridir. Onlarla kışın Bayazıt’taki evlerinde, yaz aylarında ise Yakacık’taki köşkte beraber olur.

1893 yılı sonunda okulu bitirmesiyle memuriyet hayatı başlar. Bu sıralarda küçük yaşta başlayıp sürdüremediği hafızlığını tamamlar. İstanbul dışına görevle çıktığı ilk şehir Edirne’dir. Orada Baytar Müfettiş yardımcısı olarak, horde bir beygirin sırtında Edirne çevresinde köyleri dolaşır. Mesleğini icra yanında, ilk olarak köy insanlarıyla tanışır, dil ve folklor dikkatleri böyle başlar. 1896’da ikinci bir görev onu önce Adana, oradan Suriye ‘ye doğru savurur.

İki yıla yakın süren bu güney görevi döneminde bir taraftan çevresi genişler. Bir taraftan ise bu yıllar Akif için kendisiyle hesaplaşma yılları olur. Şiir çalışmalarında yeni bir dönemi başlatacak olan etkiler, özellikle o sıralar tanıştığı Ispartalı Hakkı’nın sözleri onu altüst eder. Ispartalı Hakkı, gazel tarzında ısrar ederse bir yere varamayacağını, olsa olsa bir Muallim Naci olabileceğini söylemiştir.

1898 yılında İstanbul’a dönen Akif, eski tarzdaki şiirleriyle dergilerde görünmeye devam eder. Fakat artık kendini yeniden inşa süreci derinlerde bir yerde başlamıştır. Her bakımdan bildiğimiz Akif’in doğumudur bu. Evlenir, sakal bırakır. Fransızca öğrenimine ayrı bir önem vermektedir. Bir süre sonra buna Arapçasını ilerletme çalışmaları eklenir. Çevresi genişlemekte, kimliğinin gelişimini sağlayacak yeni buluşmalar peşinde İstanbul’un semtleri arasında adeta mekik dokumaktadır. Emrullah Efendi’ye yakın olmak için evini Bakırköy’e taşır mesela. O sıralar hayatının son yıllarını yaşayan Hicri Efendi’den ders almak üzere Üsküdar’a gidip gelmektedir.

ELDEN ELE DOLAŞAN ŞİİRLER

Mehmet Akif’in Safahat’ında toplayacağı yeni tarzdaki şiirlerinden bazılarının yazılış tarihlerini biliyoruz. Bunlardan en eskisi 1904 yılına aittir. Fakat bu yıllar onların yayımlanması için uygun değildir. Ancak dost çevresinde, elden ele dolaşarak okunmaktadır. O yıllarda memuriyeti yanında Halkalı Ziraat ve Makinist mekteplerinde edebiyat dersleri vermeye başlar. Bazı köşk ve konaklarda özel derslere de gitmektedir.

İkinci Meşrutiyet’in ilanından sonra, Eşref Edip’in gayretleri ve bazı aydınların katkısıyla yayın hayatına başlayan Sırat-ı Müstakim dergisine Âkif de destek verir. Kısa bir süre sonra derginin başmuharriri olur. Uzun bir yayın hayatı olan dergi, Akif’in kimliğiyle bütünleşmektedir. “Fatih Camii”nden başlayarak, elinde hazır bulunan şiirlerini burada yayımlar. Bir yandan da dergi için çeviriler yapmakta ve bazı yazılar yazmaktadır. Bu arada ilmine ve kişiliğine değer verdiği Fatin’in (Gökmen) ısrarlarıyla İttihat ve Terakki Cemiyetine dahil olmuş, Cemiyet’in Heyet-i İlmiye üyesi olarak Şehzadebaşı Kulübünde Arap edebiyatı ve tercüme usulleri dersleri vermektedir.

Meşrutiyetin ilanın ardından aldığı görevlerden biri de Darulfünun’daki Osmanlı Edebiyatı müderrisliğidir. En verimli yılları başlamıştır. Fatihteki evlerinin 1911’deki büyük yangında -ilki babasını vefatının ardından 1889 yılındadır- ikinci defa yanması üzerine evini Anadolu yakasına taşımıştır. Beylerbeyi’nde Ferit Kam, Hüseyin Kazım gibi değer verdiği dostları vardır. Heybeli’de ise mütevazı kişiliğine hayranlık duyduğu bir başka dost: Abbas Halim Paşa.


HAKSIZLIĞA KARSI PROTESTO

Balkan Savaşı yıllarında kurulan Müdafaa-i Milliye Cemiyeti bünyesindeki Heyet-i Tenviriyye’ye katılır. Halkı edebiyat yoluyla aydınlatıp uyarma amacı taşıyan heyette Akif’ten başka Abdülhak Hamit, Recaizade Mahmut Ekrem, Süleyman Nazif, Hüseyin Kazım Kadri gibi isimler de bulunmaktadır. 1913’te yaklaşık yirmi yıldır devam eden Baytar Müfettişliği görevinden, müdürünün uğradığı bir haksızlığı protesto için ayrılır.

İttihatçı çevrelerle onlardaki kavmiyetçi düşünceler ve yazdıkları din karşıtı bazı yazılar sebebiyle arası açılan Akif, Darülfünun’daki görevinden de ayrılmak zorunda kalır. Adı Sebilürreşad’a çevrilmiş olan dergisi İttihatçı hükümetler tarafından birkaç kere kapatılır. 1914 yılı başlarında Abbas Halim Paşa’nın desteğiyle iki aylık bir seyahate çıkar. Aynı yılın sonlarına doğru ise Harbiye Nezareti’ne bağlı olarak kurulan Teşkilat-ı Mahsusa’nın verdiği görevle bir Berlin seyahati olur. Bu yolculuklarının ilham ettiği bazı şiirlerini yazar. Mayıs-Ekim 1915’te Teşkilat-ı Mahsusa başkanı Eşref Kuşçubaşı idaresindeki bir heyetle Şerif Hüseyin isyanına karşı tedbirler almak üzere Necid’e gider. Oradan geçerek ikinci defa ziyaret ettiği Medine’de, Ravza-i Mutahhara’nın uyandırdığı duygularla lirik şiirleri arasında bir şaheser olan “Necid Çöllerinden Medineye”yi yazar.

İlk Safahat’taki (1911) sosyal içerikli şiirlerinin ardından, ileride yediye tamamlanacak olan Safahatlarının İslam dünyası ve İslam ideali etrafındaki fikirlerini yansıtan ikincisi (Süleymaniye Kürsüsünden) çıkar (1914). 1915’te Balkan mağlubiyetinin ıstıraplarını yansıtan Hakkın Sesleri’nde, kader-irade konusunu ele alır. İslam’da çalışma ve terakkinin önemini anlatır. İslam dünyasındaki perişanlığın tembelliğe bağlı olduğu, çalışarak kurtuluşa ulaşılacağı mesajını verir. Şairin Mısır, Berlin ve Medine seyahatlerinin izlenimlerinden yola çıkarak yazdığı şiirlerinin yer aldığı beşinci Safahat (Hatıralar) 1919’da çıkmıştır.

1918’de Şeyhülislamlığa bağlı Darü’l-hikmeti’l-İslamiye’nin başkâtipliğine getirilen Akif, daha sonra bu dini-akademik kuruluşun asli üyesi olmuştur (Ocak 1920). Yunanlıların İzmir’e çıkması üzerine başlayan Millî Mücadele’ye fiilen katılmış, ilk olarak gittiği Balıkesir’de Zağnos Paşa Camiinde halkı birliğe ve direnmeye davet eden bir vaaz vermiş, konuşmalar yapmıştır. Aynı amaçla Ankara’ya geçerek (24 Nisan 1920) faaliyetlerini burada sürdürür. Gazetesini çıkarmaya orada devam eder. Burdur Mebusu olarak Birici Meclis’e girer.


Onun kaldığı süre içinde Ankara’daki Taceddin Dergâhı bir ilim ve kültür evi gibi işlev görmüştür. Kastamonu’daki Nasrullah Camii’nde verdiği vaazda, dünyanın içinde bulunduğu durumu geniş bir perspektiften ele alıp tahlil etmiş, Sevr’in bir felaket olduğunu anlatarak Millî mücadeleyi büyük bir heyecanla teşvik etmiştir. Eşref Edip’in vaaz sırasında kayda geçirdiği bu konuşma önce dergide basılmış daha sonra çoğaltılarak Anadolu’nun her tarafına ve cephelere gönderilmiştir.

UZLET YILLARI

Bir milli marş yazılması düşünülünce verilen mücadelenin ruhunu yansıtan heyecan dolu şiiri yazmayı da Akif başarmıştır. Büyük Millet Meclisinde okunup ayakta alkışlanan İstiklal Marşı, milli marş olarak kabul edilir (12 Mart 1921). Millî Mücadelenin zaferle sonuçlanmasının ardından seçimler yenilenirken muhalefet grubuna mensup diğer milletvekilleriyle beraber Akif de aday gösterilmemiş, bir bakıma manevî liderliğini yaptığı büyük mücadele onun için bu şekilde sona ermiştir. Hayatının üç yıllık Ankara dönemi de kapanmıştır.

Bundan sonra Akif’in bir bakıma kendi köşesine çekildiği uzlet yılları başlar. Varlığını adadığı davası, inancı ve fikirleri sebebiyle maddî imkânsızlıklar içine terk edilmiş, neredeyse bir suçlu durumuna düşürülmüştür. Abbas Halim Paşa’nın davetiyle 1924 kışını geçirdiği Mısır’dan 1925 yılı kışından sonra geri dönmemiş, burada uzun süre Diyanet tarafından kendisine sipariş edilen Kur’an’ın tercümesi işiyle uğraşmış, Abbas Halim Paşa’nın desteği ve Kahire Üniversitesi’nde verdiği Türk dili dersleriyle geçinmeye çalışmıştır. Oradayken hastalanmış, hastalığı iyice artınca 1936 yılı Haziran’ında yurda dönmüş, hasta olarak kaldığı Nişantaşı Sağlık Yurdu ve Beyoğlu Mısır Apartmanındaki odası sevenleriyle dolup taşmıştır. Dostlarının ilgisiyle gördüğü tedaviler de kar etmez, 27 Aralık 1936’da vefat eder. Mezarı Edirnekapı Şehitliği’ndedir.

Ölümünün seksen ikinci yılında onu rahmetle anıyoruz.


#mehmet akif ersoy
5 yıl önce