|

Bizde ‘‘otomobil romanı’’ yoktur

M. Kayahan Özgül, Bindik Bir Alamete ve Dikiz Aynasından adlı çalışmasında Türk edebiyatının otomobile temkinle yaklaştığını, hatta gelecekte de makinaya bir batılı gibi bakamayacağımızı iddia ediyor. Özgül, bizde makinenin içselleştirilemediğini, teknolojinin insanı değiştirmeye yetmediğine dikkat çekiyor.

Yakup Öztürk
04:00 - 16/01/2022 Pazar
Güncelleme: 01:26 - 16/01/2022 Pazar
Yeni Şafak
Arşiv
Arşiv

M. Kayahan Özgül, Edebiyatımızda Otomobil Figürünün Belirişi altbaşlığıyla yayımladığı Bindik Bir Alâmete kitabında arabadan otomobile geçişin seyrini hem tarihe dayalı bilgi hem de Türk edebiyatına tür ayrımı gütmeden yansıma biçimleriyle ele alıyor. İncelenen eserlerin bir seçki hacminde olabilenlerini ise Dikiz Aynasından adıyla ikinci bir kitapta bir araya getiriyor. Ötüken Neşriyat’ın okurla buluşturduğu bu uzun soluklu çalışmadan hareketle Özgül’le konuştuk. Türk edebiyatında otomobilin neden bir “genre” olarak kabul edilemeyeceği meselesi kitabın ve bu söyleşinin temel iddialarından birini oluşturuyor. Özgül, bizde makinenin içselleştirilemediğini, teknolojinin insanı değiştirmeye yetmediğini, Türk edebiyatının otomobile temkinle yaklaştığını, hatta gelecekte de makinaya bir batılı gibi bakamayacağımızı iddia ediyor.

Böyle bir çalışma yapmak nereden geldi aklınıza? Bir boşluk mu sezdiniz, bir ihtiyaç mı gördünüz? Genişçe bir periyodik taraması, taşranın küçük bir kasabasında yayımlanmış (Şoför Milleti, Zonguldak, 1967) kitapları dahi tetkik ediyorsunuz. Bu mesele ne zamandır sizi meşgul ediyor?
  • Çalışmam düşündüğünüz gibi büyük ve derin bir fikrin ürünü değil. 2002 yılı idi. U.D.O. adında bir Alman müzik grubunun bilmem kaçıncı albümü piyasaya çıktı. Ne Almanların modern müzik anlayışından hazzederim, ne de “heavy metal” dinlerim. Bu ikisinin bir araya geldiği yerde, ortaya çıkan her esere de neyzen bakışlıyım. Lâkin, CD’nin adı ve kapağı beni fena hâlde çarpmıştı. Albüme adını veren “Man and Machine” şarkısı müzikten çok, kulaklarımı tahriş eden bir gürültüye benzese de gırtlağını paralayan bir sesin
  • We’re not gonna slave away
  • Machines are not the law
  • And we’re gonna praise the day
  • When humans take it all
  • diye haykırdığını duymak, benim için tetikleyici oldu sanırım. İnsan-makina ilişkisi üzerinde ciddiyetle düşünmeye başlamam, elime geçeni okuyup fişlemem, küçük notlar almam ondan sonradır. Lâkin, bir süre sonra biriktirdiklerime bakınca, bu ilişkiyi sadece edebiyat üzerinden değerlendirmenin dahi bir ömür alacağını farkettim. “Âsiyâb”, saat veya îcat olunduğunda mertliği kaybettiğimiz “tüfeng” gibi nisbeten ilkel makinalar için topladıklarımın değerlendirmesi bile kocaman ciltler doldururdu. Hâl böyle iken, modern çağın yüksek teknolojisi ile insanın edebiyata da yansıyan aşk-nefret ilişkisini anlatmaya sıranın hiç gelmeyeceğinden korktum. İstanbul İl Kültür ve Turizm Müdürü sevgili dost Coşkun Yılmaz Bey’in önayak olduğu bir proje için, otomobilin edebiyattaki yansımalarını yazmam, konuyu sınırlandırmamda çok yardımcı oldu. Bindik Bir Alâmete, işte o yazının açtığı patikada ilerlerken doğdu. Dikiz Aynasından ise, edebiyata gölgesi düştüğü kadarıyle bir otomobil metinleri seçkisi oldu.
Ben de kitabın makina diye başlarken nasıl bu kadar daralıp otomobile dönüştüğünü anlamaya çalışıyordum.

Otomobil, makinalar arasında özel bir yere sahip… Onda hem klasik ve temel teknolojinin en gelişmiş taraflarını, hem de modern teknolojinin en ilkel taraflarını kenetlenmiş bulabilirsiniz. İnsanın ve makinanın paralel okuması için çok uygun bir malzeme… Kişioğluyla kaynaşan yanlarını edebiyat üzerinden değerlendirmek de nisbeten kolay.

İHTİYAÇ YOKSA ORTAYA ÇIKMAZ

Bizde insan, makineyi içselleştiremediği için okur ve sanatçıda otomobili bir sanat imgesine çevirecek donanım gelişmedi diyorsunuz.
  • Makinayı içselleştiremiyorsanız, aslında ona ihtiyacınız yoktur. Richard E. Nisbett, The Geography of Thought adlı ilginç kitabında, niçin makine îcatlarının hep Batı’dan geldiğine bir cevap ararken, Şark’ın eldekine rıza gösteren bir naturası olduğu için, yeni arayışlar peşinde koşmadığını farkeder. İhtiyaç duymadığınız makinayı yaratmazsınız. Lâkin şarklı zihin, yaratılanı görünce, buna ihtiyacı olduğunu düşünmeye başlar; onu alır, kullanır, benimser, hattâ geliştirir. Yine de bu mesafeli bir yakınlaşmadır. Otomobille olan münasebetimizde de böyle garip bir yan var. Batılı zihin için otomobilin îcadı, bilimde eriştiği yerin göstergesi, insanlık için kazanılan zafer, uzun ve çileli bir teknolojik mücadelenin semeresi, kültürel bir semboldür. Biz ise, onu sadece bir vasıta olarak tanıdık. Batılı insan en özel duygularını, muhayyilesini, şuuraltını yaslayacak kadar otomobille yakınlaşmışken, bizler fayda ilişkisi ile yetindik. Bu mesafeden kurulan bir münasebet, otomobili içselleştirmeye ve sanata mâl edecek kadar derinleşmeye izin vermez. O yüzdendir ki, Batı’da otomobilin yarattığı psikolojik, hattâ psikotik zenginlik sanata kolayca dönüşürken, biz çok yavaş kalırız. “Mechanophilia”ya veya “symphorophilia”ya varana kadar, kimi sapkın, kimi hulya dolu, kimi dostâne, kimi hasmâne ilişkiler kuramadığımız bir aracın sanata, edebiyata yansıması ancak “Otomobil uçar gider” seviyesinde kalır.

KADİM KÜLTÜRDE AT VAR

O hâlde kitabınız neyi anlatıyor?

Sorunuz çok yerinde… Madem ki, bu mesafeli ilişkimizin sonuçlarından çok ümitlenmemek gerekiyormuş, o hâlde edebiyatımızda hâlâ otomobilin izini sürmek, kendimle çelişmek değil midir? Hayır, değil. Çalışmamda, Türklerin hayatında atın ve arabanın yeri her ne ise, onu otomobile taşımalarının getirdiği “cultural substitution”a bilhassa dikkat çektim. Burada teknolojiye âidiyetin getirdiği yeni ve modern bir edebî ilişki yerine, kadîm kültürün edebiyata da yansımış bir unsurunun yerine, idhâl bir ürünün ikamesinden doğan bir süreklilik var. At’ın “otom-at”a dönüşümü, edebiyatta da at kültürünün otomobil üzerinden devamını sağladığı için, bu geçişliliğin edebî metinlerde takibi kolaylaşıyor. Bu ilişkinin unutulduğu daha yeni tarihli metinlerde –özellikle 1970 sonrasında– Batı’dakini hatırlatan bir psikolojik derinlik belirmeye başlıyor. Yine de şunu iddia edebilirim ki, Fikrimin İnce Gülü’nde anlatılan otomobil-insan ilişkisi, Almanya’dan gelen, orada da otomobil fabrikasında çalışan bir işçi üzerinden kurulmasa idi, hiç inandırıcı olmazdı; zîrâ, o yılların Anadolusunda kalıp da böyle bir ruh hâli geliştirebilmek pek de mümkün görünmüyor. Ben kitabımda otomobili bir figür olarak ele aldım ve edebiyatımızda belirişini, gitgide alanını genişletmesini, derinlik kazanmasını, sahibine ve yolcusuna kattığı psikolojik zenginliği göstermeye çalıştım. Hepsi bu… Yoksa, otomobil üzerinden fütürist emelleri coşmuş, otomobil olmaya özenip transhümanist kesilmiş, otosuna sevdalanıp “auto-eroticism”e yeni bir anlam yüklemiş olan edebî karakterleri bizde bulup değerlendirmemize biraz daha vakit var.

Arkasındaki kültür önemli

Teknoloji onu alan insanların hayatlarını kolaylaştırır ancak insanı değiştirmez diyorsunuz. Kitap boyunca edebî metinlere yansıyan onlarca figürün çeşitlilik arz eden psikolojisi Türklerdeki değişimi göstermeye neden yetmiyor?
  • Yetmiyor, çünki insanı değiştiren teknolojik ürün değil, onun arkasında birikmiş kültürdür. Bilimi, tekniği, kullanım kılavuzu, terminolojisi, alışkanlıkları ile makinanın yanında satın aldığımızı farketmemiz gereken bir yaşama/ kullanma kültürü… Otomobili idhâl ettiğimizde –sözün gelişi– trafik kurallarını da “sentient anthropomorphic” bir varlık satın aldığımızı da farkettiğimiz gün, itirazınız haklılık kazanacak. O gün, edebiyatta otomobilin yerini de başka bir seviyeden tartışacağız. Şimdilik Aşkböceği Herbie’leri, kırmızı ışıkta durmayı bilenleri, “egzost”u doğru yazanları beklemedeyiz.

Bizde otomobil romanı henüz yok dedektif romanımız olmadığı gibi

Sormadan edemeyeceğim bir husus var. Kitabın önsözünde Jale Parla’nın bir iddiasına atıfla o atıf olmasaydı bu kitabın ortaya çıkmayabileceğini ifade ediyorsunuz. Ancak okuru şaşırtan, sonuç kısmında Parla Hoca’ya yönelik bir eleştiri kaleme alıyorsunuz. Otomobilin Türk edebiyatında bir “genre” olduğu iddiasını neden reddediyorsunuz?

“Otomobil romanı” diye bir türün oluşabilmesi için, içinde otomobilin bulunduğu her romanın değil, merkez figürünün o olduğu eserlerin yazılması gerekir. Bu eserlerin de bir-iki tane değil, ısrarla ve göze batan bir yekûn oluşturacak kadar çok yazılması gerekir. Ölçüm bu olduğu için, henüz bizde bir otomobil romanı alt türünün de bulunmadığını söyleyebiliyorum. Aynı rahatlıkla, “bilim-kurgu romanı” veya “detektiflik romanı”nın da Türk edebiyatında henuz bir tür olarak yerini almadığını iddia edebilirim. Bu kadar cüretkâr iddialar ileri sürme hakkını kendimde bulabiliyorsam, sebebi eldeki örneklerin sayıca azlığı ve yetersiz niteliğidir.

Çalışmalarınızda titizlendiğiniz bir husus var. Şair monografisi yazmak yanında o şairin şiirlerini de bir araya getirmeyi önemsiyorsunuz. Bu kitabınızda da Dikiz Aynasından adıyla otomobile dair metinleri derlediniz. Kıstasınız ne idi?

Edibin sanat anlayışını ortaya koyan bir monografi kaleme aldığınızda, tesbitlerinizi delillendirecek metinleri de eklemeye çalışırsınız. Bilhassa, benim yaptığım gibi, çok da tanınmayan isimlerle meşgul iseniz, bu bir mecburiyete dönüşür. Otomobil için tematik bir seçki hazırlamak, edebiyatta otomobil imgesinin kronolojik olarak yerini genişletmesi hakkında bir fikir verir diye umdum. Roman ve oyunlardan başı-sonu olmayan kırpıntılar almaktan kaçındım ve şiir, hikâye, fıkra gibi aslı zaten kısa olan metinlere yöneldim. Telif problemleri sebebiyle alınamayanlar yanında, beğenmediğim için eklemediklerim de hayli fazladır. Gözümden kaçanları ise, düşünmek bile ürpertici…

Şeytan arabası denilmesinin vardır bir hikmeti

Otomobile sahip olmanın ya da onu kiralamanın ruhumuzdaki karşılığını edebiyat üzerinden çıkarmaya çalışmanın sonuçlarından bahseder misiniz?

Bir zamanlar otomobil’e “şeytan arabası” denmişse, vardır bir hikmeti… Direksiyon başına oturan kadar, refakatçisi de bu şeytanî güçle efsunlanır. Hız düşkünlüğü, yiğitlik, yayalara ömür biçme, kaderine hükmetme, heyecan, uzaklara gitme isteği gibi hayli karışık ve çoğu tehlikeli duygu otomobille ve otomobilde yaşanır. Aksiyonel olarak da otomobil soygundur, çete çatışmalarıdır, kovalamacadır, intihardır ve hattâ Batmobile’dır. Hepsi de edebiyatın ilgisini çekecek duygular ve eylemler…

Makineye batılı gibi bakabildiğimizde edebiyatın söyleyeceklerinin ne yönde değişeceğine dair bir öngörünüz var mı?

Edebiyatta otomobil imgesi etrafında yaşanabileceklere dair tahminlerim bir öngörü olamaz; çünki Batı edebiyatındaki örnekler zaten bir fikir verir. Yine de şunu eklemeliyim: Gelecekte de makinaya batılı gibi bakabileceğimizi sanmıyorum. Günün birinde, tamamen yerli bir otomobil üretmeyi başarsak bile, onun mûcidi olan kültürle ağız birliği edebileceğimizi sanmıyorum. Belki de böylesini umuyorumdur. Zannımca, aracına isim takanlar, ona cinsiyet yakıştıranlar, muhabbet edenler, muhabbet duyanlar arttığında, makinanın bir animası bulunduğu hissi kuvvet kazandığında, edebiyatın otomobile bakışı da Batı’dakine benzemeye başlayacak.

Araba ile otomobil aynı şey değil

Kültür taşıyıcısı, yerli ve millî edebiyatın otomobile temkinli yaklaşmasını haklı bulmanızın gerekçesini dinlemek isterim. İlk romanlarımızdan birinin adı dahi Araba Sevdası iken edebiyat nasıl, neden temkin sahibi oldu?

Bu milletin araba ile otomobile karşı hissettikleri aynı değil. Birinde köklü bir gelenek, dahası yeri avrattan da pusattan da önce anılan at var; diğeri homurdanan, kükreyen bir mekanik canavar… “İkame” dediğim süreç, otomobili ehlîleştirmeye yetmese de bizim ata ve arabaya hissettiklerimizi otomobile yönlendirmemizi sağladığı için önemlidir. Kitapta temkin’den bahsettiğim yerde, kendi istihsâlimiz olmayan teknoloji ürünleriyle tanışırken hissettiğimiz ürkekliğe dikkat çekmiştim. Otomobil, bagajında bir kültür idhâl ettiğinde, yerli kültür bunu millîleştirmeye çalışır. Önünde kurban keser, aynasına nazarlık asar, tamponuna “Babam sağolsun” yazar; lâkin onu iyice kendine mâl ettiğinden emîn olmadan da temkini elden bırakmaz. Edebiyatın devreye girerek benimsetme ve yerlileştirme hizmetine, gayretine soyunması da bu sürecin bir parçasıdır.

#M. Kayahan Özgül
#Bindik Bir Alamete ve Dikiz Aynasından
#Edebiyat
2 yıl önce