|

Sırtıma 50 yılın anısını yükledim

“Bab-ı Ali bir simgeydi. Canlı bir tarihti. Kitap gazete dergi kağıt denilince akla Bab-ı Ali gelirdi. Şimdi insanlar bu havayı canlılığı bu kültür dünyasını nerede buluyor böyle bir adres kalmadı” diyen İbrahim Güleç 50 yılı aşkın süre hamallık yaptığı Bab-ı Ali’yi yazdı.

Yeni Şafak ve
04:00 - 24/06/2018 Pazar
Güncelleme: 05:54 - 24/06/2018 Pazar
Yeni Şafak
İbrahim Güleç
İbrahim Güleç

1964 yılında memleketi Niğde’nin Yayla Yolu köyünden İstanbul’a çalışmaya gelmiş İbrahim Güleç. Hemşerilerinin desteğiyle Bab-ı Ali’de hamallığa başlamış ve elli yıl boyu da bu mesleği sürdürmüş. Bab-ı Ali’nin adeta canlı hafızası olan Güleç, geçtiğimiz günlerde hatıralarını “Bab-ı Ali’de Gün Batımı” adıyla kitaplaştırdı. Yıllarca çuval çuval kitapları sırtında yayınevlerinden matbaalara taşıyan hafta sonları ise matbaalarda kurşun harfleri eriterek ikinci iş yapan Güleç Bab-ı Ali’yi avucunun içi gibi biliyor. Hangi dergi hangi hanın içinde çıkmış, hangi yazarın kitabı hangi yayınevinde yayınlanmış diye merak ediyorsanız İbrahim Güleç’i dinleyin derim. “74 yaşımdayım. 1964 yılında başladım bu işe. Hemşerilerim vardı ekseriyetle benim köylülerim bu bölgede hamallık yaparlardı” diyerek başlıyor anlatmaya: “Sultanhamamı bölgesinde hanların temizliği ve hamallık işi Malatyalılarındı. Mesela yüz kişi o gün bölgedeki esnafın mallarını taşır iş bitince toplanan paraları biriktirir ve akşam herkese bu para eşit paylaştırılırdı. Bab-ı Ali’de yani bizim hemşehriler arasında herkesin kazancı kendineydi. İlk işimi Tarık Yayınları’na yaptım. Cemal Kutay’ın kitaplarını taşıdım ve tam 19 lira para kazandım hiç unutmam.”

CANLI TARİHTİ

“Bab-ı Ali bir simgeydi. Canlı tarihti. Kitap gazete dergi kağıt denilince akla Bab-ı Ali gelirdi. Şimdi insanlar bu havayı canlılığı bu kültür dünyasını nerede buluyor böyle bir adres kalmadı” diyen İbrahim Güleç eski günlerdeki ortamı da kendi gözünden şöyle aktarıyor: “60-70 kiloluk kitapların olduğu çuvaları arkalıklarımıza koyar taşırdık hele ders kitaplarının basıldığı günlerde geceleri de çalışırdık. Herkes birbirini tanırdı, selamlaşırdı. Mesela arkalıklarımızın üzerinde sokakta otururken yazarlar, gazeteciler, çizerler bize selam vermeden geçmezdi. Bizimle ilgilenir ayaküstü de olsa mutlaka sohbet ederlerdi. Çünkü onlar da bilirdi ki haberin kaynağı halkta yani sokakta.Sonra masabaşı gazetecilik, internet gazeteciliği çıktı. Yazarlar, gazeteciler sokakla irtibatlarını kesti biz onları onlar da bizi tanımıyor artık.”


YAZARLAR BİZİMLE ŞAKALAŞIRDI

“Kibir ve kasıntı o caddelerde yoktu” diyen Güleç, “Bizimle en çok Ahmet Kabaklı selamlaşırdı. Ergün Göze, Tahir Kutsi Makal bizlerle şakalaşırdı. Hasan Pulur, Nezih Demirkent sadece merhabalaşırdı fakat hal hatır sormazdı. En soğuk davranan ise Abdi İpekçi’ydi. Çünkü etrafından yağcıları eksik olmazdı. Arabadan Milliyet gazetesinin binasının tam önünde iner, paltosunun uçlarını tutarak hızlıca içeri girerdi kimseyle irtibata girmezdi” sözleriyle o günleri anlatıyor.

Necip Fazıl Kısakürek ile de çalışmış Güleç. Necip Fazıl ofisine geldiği günler Bab-ı Ali’nin en ünlü restoranından yemek ısmarlar ve tüm çalışanlarıyla birlikte o yemeği yermiş diğer zamanda çalışanlar ofisin mutfak dolabında bulunan sucuk, peynir, zeytin gibi kahvaltılıklarla idare edermiş.


İbrahim Güleç altmışlı yıllarda ilk geldiğinde hizmet veren en büyük yayınevleri arasında şunları sayıyor: “Cağaloğlu’nda Atlas, Remzi vardı. Ders Kitapları Matbaası ve Minnetoğlu Yayınevi vardı. Yine büyük yayınevleri arasında Güven, İnkılap, Maarif ve Ekin vardı. En büyük yayınevlerinden birisi de Cem Yayınları’ydı. Oğuz Akkan bey oğlunun adını vermişti yayınevine. Ama oğlu devam ettirmek istemedi orada çalışan Ali bey vardı Oğuz beyden sonra o devraldı. Fazıl Hüsnü Dağlarca, Yaşar Kemal gibi dönemin ünlü yazarlarının kitabı Cem’den çıkardı. İnkılap Yayınevi’nin sahibi Nazar bey de çok kıymetli insandı. Yayınevi 1927’de babası Garbis Fikri tarafından kurulmuş. Nazar bey babasının vefatından sonra 1971’de yayınevinin başına geçmişti. Şimdi de Nazar beyin oğlu devam ettiriyor.“

Gazetelerin kültür sanat sayfalarına özel ilgisi varmış İbrahim Güleç’in. “Tercüman gazetesinin kültür sanat sayfasını beğenerek okurdum. Hayat Mecmuası vardı yine Kral Matbaası’nın çıkardığı Yelpaze vardı, Ses dergisi vardı. Buralarda şairlerin şiirleri yayınlanırdı. Tercüman gazetesinin verdiği 1001 temel eserler vardı bunları matbaadan taşıdığım için kupona gerek kalmadan alırdım” diye anlatıyor o günleri.

En mütevazı yazar Yaşar Kemal

Cem Yayınları’nda tashih işlerini Refik Durbaş yaparmış. Güleç, “Sıcakkanlı, iyi biriydi Refik bey. Şiir kitapları çıkarırdı ama ancak kitabı pek ilgi görmezdi. O da gazeteciliğe yöneldi” diye anlatıyor. Cem Yayınları’nın sahibi Oğuz Akkan daha sonraki yıllarda yazarlara kitaplarının tashihlerini yaptırdığını söyleyen Güleç, “Yerel kelimeleri en iyi yazarın kendi bilir ve en doğru tashihi kendi yapar derdi, doğru da söylerdi” diyor. Yaşar Kemal’i, Fazıl Hüsnü Dağlarca’yı, Erdal Öz’ü, Aziz Nesin’i orada tanımış İbrahim Güleç. Aziz Nesin mesafeli biriymiş, pek konuşmazmış onlarla. Elinde altı silindir şeklinde kocaman bir çanta olurmuş daima. “Cem Yayınları sayesinde çok yazarla tanıştım” diyen Güleç yazarlarla dostluklarıyla ilgili şunları anlatıyor: “Yaşar Kemal’in ilk yıllarda kitaplarını Cem Yayınları basardı daha sonra çocuklarıyla birlikte Toros Yayınları’nı kurup kitaplarını kendi basmaya başladı. Yaşar Kemal Bab-I Ali’de tanıdığım en iyi insanlardan biriydi, asla kasıntıyı kibri sevmez patron hamal ayrımı yapmazdı herkesle konuşur sohbet eder herkese değer verirdi. Nuru Osmaniye Caddesi’nde Atasaray İşhanı’nın dördüncü katındaydı Toros Yayınları. Kanın Sesi diye gazete yazılarını toplayıp çıkardığı bir kitabı vardı onu taşıyorduk hiç unutmam. Yaşar Kemal de içerde eşe dosta kitabını imzalıyor, geçerken ‘bana da imzalar mısın?’ dedim, oğlu da ‘sen işini bitir sonra’ deyince Yaşar Kemal çok sinirlendi oğluna. Beni hemen yanına çağırıp orada bir kitap imzalayıp verdi, çok iyi biriydi.”


HATIRA NOTLARI...

Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın da elinden çanta hiç düşmezdi.Dağlarca hoş sohbet, esprili biriydi. Şairane sözler söylerdi.Matbaanın ustalarını güldürürdü. Güler yüzlü kırmızı yanaklı biriydi.  Cemal Süreya, işçinin alın teri kurumadan parasını veren çok iyi bir insandı. * Bab-ı Ali deyince Milli Türk Talebe Birliği’nden bahsetmemek olmaz. 1964’ten sonra MTTB’ye devam edip oradaki kültürel faaliyetleri takip ettim. MTTB’nin müdavimleri ve başkanları beni çok iyi tanır. Güzel bir dostluğumuz arkadaşlığımız oldu.Bab-ı Ali kafasını çalıştıran için bir çeşit üniversite oldu.

* Seksen öncesi esnaf birbirinin eksiğini giderirdi mesela bir gazetenin kağıdı yoksa diğer gazeteden bobin alırdı. Cağaloğlu’ndan Bab-ı Ali’ye 3- 4 kişi ellerinde manivela ve tahta takozlarla yukarıdan aşağıya omuz vererek bobin taşıdığını görürdünüz. Mesela Vilayetin önünden Cemal Nadir’in Narlıbahçe Sokağa bobin götürürken bir kere bobinin ellerinden kaçıp arabalara hasar verdiğine şahit olmuştum.

* Basın arabalarına trafikte üstünlük olurdu basın denilince akan sular dururdu. Çünkü Anadolu’da baskı yapılmazdı ve basılan gazeteler İstanbul’dan dağıtılırdı. 1966- 67 yıllarında Ağrı’da askerlik yaparken üç günde gazetelerin geldiğini hatırlıyorum.

* İstanbul Erkek Lisesi’ni oğlum kazandığında kayıt parasını ödeyemediğim için sizin hamallık işlerinizi yapayım teklifinde bulunmuştum, bunun üzerine kayıt parası miktarını düşürdüler.


Rıfat Ilgaz dostumdu

En iyi arkadaşı Rıfat Ilgaz’mış İbrahim Güleç’in. “İki samimi dosttuk pek çok konuda bana fikir sorardı. Ne zaman yanına gitsem ‘müdürüm geldi’ diye beni çevresindeki insanlara tanıtırdı ” diye anlatıyor Rıfat Ilgaz ‘ı ve şöyle devam ediyor: “Çok samimiydik. Kibar ve beyefendi bir kişiliği vardı. İki yıl Rıfat Ilgaz’ın hamallığını ve özel işlerini yaptım. Sirkeci’de Selahattinin Yeri diye bir restoran vardı, orada olurdu. Cam kenarında bir masası vardı, yazdığı yazıları bazen benimle bazen de garsonla gönderir dizdirirdi matbaada. Ben yazdığı yazıları alır matbaaya gider, dizdirir, bastırır, ciltletir ve doğruca dağıtıma götürürdüm o da gider parasını alırdı. Ilgaz önce büyükler için yazıyordu ancak daha sonra çocuklar için yazmaya başladı. Hababam kitabını İhsan Manavoğlu basardı, Ak Kitabevi’nden çıkıyordu kitapları. Bazı sıkıntılardan sonra buradan kitaplarını alıp yayınevini kurdu, adını da Çınar Yayınları koydu. Ben de yayınevi amblemi için ‘çınar yaprağı ve ucunda kalem olsun’ diye fikrimi söyledim çok beğendi. Çok sıcak bir dosttu.”


Sezai Karakoç’tan övgü aldım

Aynı zamanda kitap yazan İbrahim Güleç’un şiir kitapları ve romanı var. Şiir kitabı çıkınca Sezai Karakoç’a vermiş. “Sezai Karakoç’u Üretmen Han’a girerken gördüm şiir kitabımı hediye ettim. Ücretsiz kabul etmedi ve zorla parasını verdi. Yazdığım anne şiirini de yanındaki gence gösterip ‘bunu annene götür oku’ dedi. Şiirimi beğendiğini düşünüp çok mutlu olmuştum” diye anlatıyor Güleç.

Bab-ı Ali’nin hanımefendisi

Ülkü, Vakit, Saatli Maarif ve İmam Hatip takvimi varmış. Takvimlerin çok önemli olduğu yıllarda bu takvimler yok satarmış. Saatli Maarif Takvimi’nin aynı zamanda yayınevide bulunduğunu söyleyen İbrahim Güleç, “Sahibi Naci Kasım’dı ölünce yayınevini eşi devam ettirdi. Menice hanım kültürlü ve kibar biriydi. İnsana insan gibi değer veren takdir edilecek bir hanımefendiydi” diyor.

#İbrahim Güleç
#Babı Ali
6 yıl önce