|

“Üzgünlük olur” dedi, “tüm buralar, tüm her yerler üzgünlük olur.”

Gözlerini, uzunca bir süredir baktığı yerden kaldırdı, aşağıda sonsuzmuş gibi duran ovaya çevirdi. Biraz seyretti ovayı. Tüm çocukluğunun, tüm gençliğinin, tüm hayatının hem annesi, hem katili gibiydi bu ova. Ne vardıysa bu düzlükte öğrenmiş, ne geldiyse başına bu düzlükte gelmişti.

Nefesini salıverdi ovaya. Ona öyle geldi ki bu nefesle beraber tüm dertleri ve tüm beklentileri ovanın yeşiline karışıp kaybolacak. Derdi bitecek ama beklentisi de kalmayacak.

“Para buldum geçenlerde” dedi, “şu yukarı gavur mezarları var ya. Orda ayağımı toprağa vururken bir şey ışıldadı. Nedir diye baktıydım, paraymış. Artık Bizans mı, daha mı eski onu bilene soracağım. Gümüş gibi geldi bana.”

Cümlesindeki “ışıldamak” kelimesine takıldı zihni. Hâlâ ovaya bakıyordu. Salıverdiği nefesini geri aldı. Ovanın yeşilini içine çekti tekrar.

Işıldadılardı. Buna kimse şahit olmamıştı ama biliyordu ikisi de. Işıldadılardı. Karşı konulamayana teslim olup ışıklarını birleştirmişler, ışıldama öyle gelmişti husule. Işıldamıştı her şey. Ovanın köylüleri daha doğru söylüyordu aslında bu kelimeyi. “Işılamak” diyorlardı.

Işılamışlardı. Kimse bilmiyordu ama ova şahitti. Öyle kolayına bir ışılama da değildi. Ne gecenin köründe bir tüfeğin patlarkenki ışılamasına benziyordu ne köy düğünlerinde direklere sıra sıra asılan ampullerin ışılamasına. Donanma gibi, fener alayı gibi, bir bebeğin ilk gülümsemesi gibi ışılamışlardı.

Solda, ta ilerde Bekirindüzü denilen yere yoğunlaştırdı bakışlarını. Çeltik tarlalarının yanındaki bataklıklara yayılıp mısmıl mısmıl geviş getiren mandaları süzdü.

“Bu sonsuz gibi görünen ovanın ritmi nedir?” diye sorsalar ona, mandaları gösterirdi. Öylece yayılıp akşama kadar geviş getiren, vakti zamanı gelince usul usul yürüyüp ahırını bulan, yine geviş getirerek sabahın olmasını bekleyen ve sabah olduğunda yine geviş getirmek üzere usul usul çayırlara yürüyen mandalar.

Nefesini saldı tekrar ovaya. “Üzgünlük olur” dedi, “üzgünlük olur ki hiçbir üzgünlüğe benzemez.”

Şiir sevmezdi aslında. Ama nedense bir şairin ezberine aldığı şiirleri vardı. Onlardan birkaç dize geldi aklına. Ovadan çekmedi gözlerini. Gözlerinin nemini silmek için komut vermedi ellerine. Zamanın behrinde durup o ovayı seyreden adamların yaptığı gibi kollarını göğsünde birleştirip “üzgünlük olur” dedi.

Üzerinde incecik bir örtü vardı tepenin. Yaz uykusundan uyanmış, saçları dağınık, mahmur bir genç kıza benziyordu bu haliyle.

Bazen seri adımlarla, bazen yavaş yavaş, bazen normal tempoyla çıktığı bu tepeden inmek, yeniden ovanın o oturmuş ağzıyla vardan yoktan konuşmaya başlamak istemiyordu. Üstelik tepe güzel değil, çok güzeldi.

“Önün ova, ardın muamma” dedi nefesini tekrar içeri çekerek.

Sırtındaki çantayı yokladı. Bir yolculuk için gereken her şeyi yanına aldığından emindi. Emin miydi? Değildi. Bir yolculuk için ne gerekeceğini bilecek tecrübedeydi evet ama bu yolculukta ona ne lazım olacağını kestiremiyordu bir türlü.

Çantayı yokladı yeniden. Çantayı değil kendini yokladığını anladı bu kez.

“Üzgünlük olur” dedi, “tüm buralar, tüm her yerler üzgünlük olur.”

Ayakları onu ovaya yönlendirdi. Karşı koymadı o da. Ayaklarına. Caminin o berbat ses düzeninden o ses düzeni kadar berbat okunan akşam ezanı yayılıyordu gökyüzüne. “Öğrenemedi şu Halil emmi bir türlü. 40 yıldır ezan okur, öğrenemedi” diye geçirdi içinden.

Nefesini saldı. Yatsıya evde olurdu az hızlı hareket etse. “Yatsıya evde olalım madem” dedi yanındaki oğlağa. Yürüdü.

#Şiir
2 yıl önce
Yaban
Efendimiz’in (sav) Zekatı-1
Milyonlar milyarlar havada uçuşuyor
Sandık başına giderken…
Operadaki Hayalet’in “kehaneti” gerçekleşirse…
Ayasofya’yı açan adama vefa zamanı