Allah devlete zevâl vermesin!

00:0021/02/2014, Cuma
G: 12/09/2019, Perşembe
Şaban Abak

Yazılarını ilgiyle ve hep öğrenerek okuduğum sevgili Erol Göka, bu başlıkla bir yazı yazınca, ben de vaktiyle yazdığım aynı başlıklı yazımı hatırladım. Bir farkla ki ben yazıyı herkesin ''devlet''e burun kıvırdığı, hatta Müslümanların ''devletsiz'' ve bir tür anarşist bir topluluk olduğunun ima edildiği dönemlerde yazmıştım.Oysa devlet, açıktır ki ''millet''in örgütlenmiş halidir. İnsan hayatının ferdî bir boyutu olduğu gibi toplumsal bir boyutu da vardır. Ferdî hayat, bir ormanda yahut bir dağ

Yazılarını ilgiyle ve hep öğrenerek okuduğum sevgili Erol Göka, bu başlıkla bir yazı yazınca, ben de vaktiyle yazdığım aynı başlıklı yazımı hatırladım. Bir farkla ki ben yazıyı herkesin ''devlet''e burun kıvırdığı, hatta Müslümanların ''devletsiz'' ve bir tür anarşist bir topluluk olduğunun ima edildiği dönemlerde yazmıştım.

Oysa devlet, açıktır ki ''millet''in örgütlenmiş halidir. İnsan hayatının ferdî bir boyutu olduğu gibi toplumsal bir boyutu da vardır. Ferdî hayat, bir ormanda yahut bir dağ başında inziva halinde de yaşanabilir. Ne devlete ihtiyaç vardır, ne kanuna. Ama geniş coğrafyaya, binlerce şehir ve kasabaya yayılmış olduğu halde ortak inanç ve idealler, ortak kültür ve yaşantı etrafında buluşup bir ''millet'' oluşturan büyük insan toplumu, adına ''devlet'' dediğimiz büyük organizasyon olmadan yaşayışını sürdüremez.

Bugün, devlete yönelmiş her saldırının aslında nasıl da apaçık millete ve milletin hem varlığına hem geleceğine yönelmiş bir saldırı olduğu daha çok sayıda insan tarafından ve daha açıkça görülmeye başlandı. Devlet aygıtının millete yabancılaştırılmasından doğan sorunlar bundan sonraki dönemde bütünüyle giderilince, o zaman devlete yönelik saldırının aslında dine yönelmiş olduğu gerçeği de görülecektir.

İşte girişini biraz kısalttığım o yazı:

Bir dönem Türkiye''de sözüm ona ''radikal'' gençlerin en sevmedikleri sözlerden biri, halkımızın çok sık kullandığı bu dua cümleciğiydi. ''Allah, devlete zevâl vermesin!'' Sevilmiyordu çünkü, devletin çoktan Allah''ın hüküm ve adaletinin tecelli ettiği, böylece Allah''ın rıza ve hoşnutluğunun umulabileceği bir müessese olmaktan çıktığı ya da çıkarıldığı düşünülüyordu. İçlerinden bu duaya ''amin'' demek hiç gelmiyordu. Ve aslında hangi duaya amin diyeceklerini de bilmiyorlardı.

Güneşin zevâl vakti

Bir kere zevâl kelimesinin anlamını bilmiyorduk. Çünkü ilmihal okumuyorduk. Oysa ilmihallerde, basit namaz kitaplarında hatta takvim yapraklarında namaz vakitlerinin tespitiyle ilgili bölümlerde sıkça geçen bir kelimeydi zevâl. Anlamı da gayet açıktı; Güneş''in, batış noktasına yönelmesi demekti. Mesela öğle namazının vakti güneş tam tepedeyken değil; tepeyi çok az da olsa aşıp zevâle doğru evrilmesiyle başlıyordu. Güneşin doğduğu nokta ile battığı nokta arasındaki gökyüzü yayı, iki yarım yaya bölünmüştü. Ve güneşin en tepe noktadan ikinci yarım yay bölgesine geçmesi, onun zevâle girmesi anlamına, yani artık batmaya yönelmiş olması anlamına geliyordu. İyi de güneş ile devlet ve devlet ile zevâlin münasebeti neydi?

Meşru, adil ve eşitlikçi devlet

Bu duadan da açıkça anlaşılacağı gibi devlet, güneşe; tam tepe noktadaki güneşe benzetiliyor. Güneş bu noktada herkesi eşit derecede ısıtır ve ışıtıp aydınlatır. Karanlığın korku ve tehlikelerinden en uzak olunduğu andır. Güneş tam tepedeyken, gölgeler de yok denecek kadar kısadır.

Zevâle doğru evrildikçe gölgeler eğilir ve uzar. Öyle bir an gelir ki gölgesi insan boyunu aşar da cahiller bundan gülünç bir büyüklük vehmine bile kapılabilir. Yine güneşin batış çizgisinde ilerlemesi yüzünden (devletin müşfik ısı ve ışığından faydalanma bakımından) bölgesel farklılıklar doğar. Eşitlik bozulur, adalet zedelenir. Ülkenin batısı aldatıcı pembelikler ve batış öncesinin mübalağalı parıltıları içindeyken, doğusu gittikçe kararmakta ve soğumaktadır. Devletin ülkesi ne kadar büyükse bu fark da o kadar derin olabilecektir.

Demek ki ahali, devletin tıpkı bir güneş gibi, ama daima tam tepede duran bir güneş gibi adil ve tarafsız olmasını arzulamaktadır. Devletin güneşle simgelenişinde, onun fonksiyonlarıyla ve meşruiyet kaynağıyla ilgili işaretler de bulunuyor olmalıdır.

Bilindiği gibi Güneş ve Ay, kültürümüzde bir ikili olarak anılagelmiş ve ilki bir ilahi nur olarak vahye (ve bir bakıma Allah''a), ikincisi ise ilahi kaynaktan aldığı (vahiy) ışığını yansıtışı sebebiyle Peygamber''e misal gibi düşünülmüştür. (Eskiden küçük çocuklara 10''a kadar sayılar öğretilirken, ''Bir nedir? Allah. İki nedir? Ay''la Gün. Üç nedir?..'' diye giden bir tekerleme öğretilirdi.)

Bu tasavvur, devletin, ışığını ve ilhamını ilahi nurdan alan ve halkın gecesini de gündüzünü de ''aydınlatan'', hayat bahşeder gibi yaşatan, adil bir devlet anlayışını yansıtmaktadır. Ve -maazallah- devlet güneşinin zeval bulmasıyla bu dengenin bozulacağı korkusu duyulmaktadır. Böylece devletin, gökyüzünün tepe noktasındaki güneşlik şanına yakışır her uygulamasında hem Allah''a bir şükrün hem de bir dileğin ifadesi olarak ''Allah, devlet(imiz)e zeval vermesin!'' duası yapılmaktadır.

Doğuş yükseliş, duraklama ve batış

Güneş doğmadan önce bir sürü işaretler, emareler belirir, türlü hazırlıklar ve değişimler yaşanır. Önce karanlık erimeye başlar, şafak atar ve tan yıldızı doğar. Gök, siyahtan laciverde, ondan maviye doğru dönüşürken, hayvanatın ve nebatatın zikri başlar. Gözüne uyku girmeyen aşıkların kederi artar, bülbül gibi feryada başlarlar. Seher vaktini dolduran bu coşkun zikir meclisinin şeyhi güldür. Bu demlerde açılır ve bütün esrarını rüzgâra söyler rayiha diliyle.

Hava, siyah ipliğin beyaz iplikten ve toprak at izinin deve izinden ayırt edileceği kadar aydınlanınca sabah ezanları okunur. Gün başlamıştır ve ''gören gözler için gün ışımıştır!'' Derken ilk güneş ışığı, dağların doğuya bakan yamaçlarında bir genç kız gülümseyişi gibi parlar.

Bütün bunlar güneşin doğum hazırlıklarıdır bir bakıma.

Devlet güneşi''nin doğuşu da buna benziyor olmalıdır. Nitekim Osmanlı Devleti''nin yükseliş, duraklayış ve çöküş dönemlerinden söz edilir. Ancak hazırlık ve doğuş dönemi ihmal edilir. Oysa bu tümüyle anonim alegori içinde belki de Beylikler''i ve Anadolu Velilerinin, Alperenlerinin o dönemdeki hazırlık ve çalışmalarını, Osmanlı''nın seher çağı olarak anabiliriz.

Güneş, doğuşundan başlayıp bir kavis çizerek yükselişe geçer ve öğle saatlerinde göğün tepe noktasına varır. Burası bir bakıma ''duraklama dönemi''dir de. Bundan kısa bir süre sonra güneş zeval vaktine girecek, böylece de batıya doğru ilerledikçe batış süreci hızlanacak ve sonunda batacaktır. Demek ki II. Viyana kuşatması, bir bakıma Osmanlı''nın ikindi vaktiydi. Gerçek batış ise hiç şüphesiz Birinci Dünya Savaşı yıllarındaydı ve örneğin Mehmet Âkif, açık bir göndermeyle ''…Ya Rab! Ne güneşler batıyor'' diye hayıflanarak seslendirmişti bu durumu. Hatta belki de dönemin diğer iki büyük şairi Yahya Kemal ve Ahmet Haşim de, şiirlerinde sürekli akşamdan, gurub''dan, güneşin batışından söz etmekle, ''devlet güneşinin batışının'' şair psikolojilerine yansıyışını ifşa etmiş oluyorlardı. Bu şairleri bir de böyle okumak gerekiyor galiba.

Osmanlı Devlet arması olarak ''Güneş''

Resmi devlet arması Güneş motifine Osmanlı devlet armalarının en tepesinde yer verilmiştir. Güçlü ve kararlı ışıklar saçarken, tuğları, teberleri, mızrakları dahi geçen ışınlarını armanın en uç noktalarına uzatırken görürüz onu. İstanbul Kapalıçarşısı''nın Nuruosmaniye Kapısının alınlığındaki arma, sağlam ve kusursuz bir örnektir. Sultan II. Abdülhamit Han''ın Divanyolu''ndaki türbesinin kubbesini süsleyen ve ışıltılı parlaklığını bugün de koruyan güneş motifi ise etkileyici oluşunun ötesinde II.Abdülhamid''in devlet tasavvurunun da bir ifadesidir.

Güneş devletin simgesi olunca gökyüzü de devletin çatısı olmaktadır. Güneş bu devasa evin kandili hükmündedir. Nitekim devletin ülkesini en geniş sınırlara ulaştırmış olan Kanunî Sultan Süleyman için Mimar Sinan''ın yaptığı türbenin kubbesi bir gökyüzü kompozisyonunda inşa edilmiştir. Mimaride kubbe zaten göğün yerdeki simgesidir; fakat Sinan, Süleymaniye Camii''nin bahçesindeki bu türbenin kubbesine bir kuruş küçüklüğünde onlarca minik pencere serpiştirmiş, dışarıdan içeri süzülen ışığın kubbenin altında duranlar için gökteki yıldızlar gibi görünmesini sağlamıştır. Şair Bâkî''nin şiiriyle övdüğü bu türbe kubbesi, Kanunî''ye bir ''cihan devleti'' hakânı olduğunun, bu devletin çatısının gökyüzü, pencerelerinin yıldızlar ve kandilininse güneş olduğu iltifatının zarif bir anlatımıdır.

''Gözü olana gün ışımıştır''

Resmi adı Devlet-i Al''i Osman (Osmanlı Yüce Devleti) ve devlet armalarında simgesi güneş olan bir önceki devletimizin parçalanıp devlet güneşimizin batışından sonra da ''Allah devlete zevâl vermesin'' sözü dilimizdeki varlığını korudu. Zira genç ve mütevazı Cumhuriyetimizin Cumhurbaşkanlığı forsunda da ana simge güneş idi. Etrafında, geçmiş dönem devletlerimizi simgelemek üzere 16 yıldız da bulunuyordu. Devrini tamamlamış ve güneşi sönmüş eski devletlerimizi ''yıldız'' ile simgelemek gerçekten çok isabetliydi; çünkü gökbilimciler arasındaki bir görüşe göre yıldızlar, esasen sönmüş güneşlerdi.

Ancak aynı dönemde güneşin yeniden doğuşuna özlem ifade eden çok sayıda cümle de üretildi. ''Güneş ne zaman doğacak'' denildi, ''her karanlık gecenin bir nurlu sabahı vardır'' denildi, ''nurlu ufuklar fatihi'' denildi, Nur hareketi, Işıkçılar hareketi, Aydınlıkçılar hareketi, Aydınlık savaşçıları denildi, Sabah, Tan, Şafak, Yeni Şafak denildi. Belli ki karanlık bir dönemden geçiyor ve gün doğumunu özlüyor, bekliyoruz. Bir tür ''Beylikler Dönemi''ndeyiz. ''Seherlerde kuşlar ile / Çağırayım Mevlâm seni..'' diyerek büyük devlet güneşinin doğuş dönemi öncesine aidiyetini ima eden Yunus Emre, ''Her dem yeniden doğarız / Bizden kim usanası'' diyordu. Günümüzde de Sezai Karakoç, ''Gözü olana gün ışımıştır'' diyerek yeniden doğuşun; dirilişin müjdesini vermektedir. Üstat, 2000 yılında yayımladığı ve tüm şiirlerinin yer aldığı büyük eserinin adına ''Gün Doğmadan'' demekle ''seher çağında'' bulunduğumuzu da ima etmiş olmalıdır.

Demek ki ''göğün tepe noktasındaki güneş'' metaforuyla anlatılan büyük, güçlü ve âdil bir devlet özlemi olarak Büyük Türkiye, yakın gelecekte dünya sahnesindeki görkemli yerini Allah''ın izniyle bir kere daha alacaktır.

Bütün belirtilerin, Yeniden Büyük Türkiye''nin doğuşunu haber vermekte olduğunu söyleyebiliriz.

Allah devlete zevâl vermesin. Amin!