|
Mevlana ile kandırılmak...

Mevlana bir kul, bir Müslümandır. Kendini Hakka vermiş, Hakk''ın emirlerine uymuş, O''nun Sevgili peygamberinin yoluna baş koymuş ve o yolda yanmış, pişmiş bir mü''min, olgun bir mü''min kişidir.

Kâmil bir mü''min oluşunun, halis bir kul oluşunun muhtevası, rengi, tonu; haline, sesine sözüne yansımış, şiirler yazmış, eserler ortaya koymuş bir kutlu insandır, Hz. Mevlana.

Biz O''nu daha çok, eserlerinin arasına sonradan katılma olduğu ortaya çıkartılan bir sözle birlikte hatırlarız: “Gene gel, gene. İster kâfir ol, ister ateşe tap, ister puta; ister yüz kere tövbe etmiş ol, ister yüz kere bozmuş ol tövbeni. Umutsuzluk kapısı değil bu kapı; nasılsan öyle gel.”

Bir de birliğe çağıran sesine, o meşhur şiirine hayranlık duyarız: “Beri gel, daha beri, daha beri. / Bu yol vuruculuk nereye dek böyle? Bu hır gür, bu savaş nereye dek? / sen bensin işte, ben senim işte. / Ne diye bu direnme böyle, ne diye? / Ne diye aydınlıktan kaçar aydınlık, ne diye? / Topumuz bir tek olgun kişiyiz, bir tek, / ne diye böyle şaşı olmuşuz, ne diye? / Zengin yoksulu hor görür, ne diye? / Sağ soluna yan bakar, ne diye? / İkisi de senin elin, ikisi de, / Peki, kutlu ne, kutsuz ne? Topumuz bir tek inciyiz, bir tek. / Başımız da tek, aklımız da tek. / Ne diye iki görür olup kalmışız / İki büklüm gökkubbenin altında, ne diye? Sen habire gevele dur bakalım, / Habire ''usul boylu birlik çam ağacı'' de, / sonu nereye varır bunun, nereye? / Şu beş duyudan, altı yönden / Varını yoğunu birliğe çek, birliğe. / Kendine gel, benlikten çık, uzak dur, / İnsanlara karıl, insanlara / İnsanlarla bir ol. / İnsanlarla bir oldun mu bir madensin, bir ulu deniz. / Kendinde kaldın mı bir damlasın, bir dane. / Erkek arslan dilediğini yapar, dilediğini. / Köpek köpekliğini ede durur, köpekliğini. / Tertemiz can canlığını işler, canlığını. / Beden de bedenliğini yapar, bedenliğini. / Ama sen canı da bir bil, bedeni de, / yalnız sayıda çoktur onlar, alabildiğine, / Hani şu bademler gibi, bademler gibi. / Ama hepsindeki yağ bir. / Dünyada nice diller var, nice diller, / Ama hepsinde de anlam bir. / Sen kapları, testileri hele bir kır, / Sular nasıl bir yol tutar, gider. / Hele birliğe ulaş, hırı gürü, savaşı bırak, / Can nasıl koşar, bunu canlara iletir.” diyen şiiri, törenlerde, şölenlerde baş şiirimiz olur, çoğu kez.

Hele bir rübaisi daha var ki, onu da fırsat düştükçe ağzımızda geveleriz: “Ben yaşadığım müddetçe Kur''an''ın bendesiyim; Hz. Muhammed Muhtarın ayağının tozuyum. Her kim ki benden, bundan gayrı bir söz söyler, ben o sözden de, onu söyleyenden de bizarım.”

Bu yönüyle andığımız Mevlana''dan bize ne yansıyor? O, andığımız niteliklerden bizde neler var? Kısaca biz, Hz. Mevlanayı ne kadar temsil ediyoruz? Bunlar ayrı fasıllar. Bizi derin derin düşündürmesi gereken husular.

Bir işin veya eserin aslı dururken taklidiyle yetinmek, onunla övünüp durmak reva mıdır? Hele de aslına her an ulaşmak, sahip olmak mümkün iken, taklidinin peşinden koşmak akıl kârı mıdır? Asıl dururken taklide talip olmak, normal bir hal midir?

Mevlana Hazretlerinin varlık sebebi, ruhunun, aşkının aslı, özü Hazreti Muhammed dururken, O eşsiz varlık bütün mahiyetiyle, muhtevasıyla önümüzde güneş gibi parlarken, O''ndan yüz çevirip Mevlana''ya dönmek, Mevlana''yı da incitir, gücendirir. Güneş dururken, Ay peşinde koşmak size yakışır mı, diye bize sitemler ettirir.

Hz. Mevlana, Hz. Muhammed sarayına giderken yol aydınlatan, yol gösteren bir fener olur ancak. O fenerle yollarda oyalanıp, sarayı unutmak veya saraya ulaşamamak, o sarayın eşsiz Sultanına erişememek büyük bir hüsrandır. Hz. Muhammed şehrinin kervanlarının kılavuzu Hz. Mevlana, o kervanların yol vurucusu olarak kullanılırsa, ebedi hesap gününde bizlerden davacı olmaz mı?

Yoksa biz Mevlana ile kendimizi mi kandırıyoruz. Her yıl “düğün gecesi” diye andığımız ölüm gününde, bir araya gelip müzik dinleyip, sema seyredip, nutuklar atıp kendimizi mi aldatıyoruz?

“Ya olduğun gibi görün, ya da göründüğün gibi ol.” Diyen Pirin sözünün neresindeyiz? Tam içinde olsaydık, tam hakikatini temsil etmiş bulunsaydık, ülkemizin, insanımızın hali böyle olur muydu?

Bu insanlar, yani bizler, Hz. Mevlanamızı eserleriyle ne kadar tanıyoruz? Mesnevi-yi Şerifi, Divan-ı Kebiri, Fihi Mafihi, Mektubatı, Mecalis-i Seb''ayı ne kadar okuduk?

“Ben aşkı göğsümde çiçek gibi taşımıyorum / Ben aşkı göğsümde kurşun gibi taşıyorum” diyen şairin göğsündeki kurşun gibi mi, yoksa dışında takılı çiçek gibi mi duruyor, Mevlana hakikati, bizim gönlümüzde? O, bizim için bir rozetten mi ibaret?

Sahi bizi kim aldatıyor?

15 yıl önce
Mevlana ile kandırılmak...
"İstemez misin ya Ömer, dünya onların, ahiret bizim olsun"
Trump’tan barış beklemek
X’e kısıtlama an meselesi
Musevî bir yasadan Kızıl Düve miti üretmek
Sosyal çürüme yazıları 2: Her türden bağımlılıklar cumhuriyeti