Yeni Şafak

Fransız kolonyalizminin rehberi Tocqueville’e karşı: Gillo Pontecorvo sineması

01:008/10/2024, Salı
G: 8/10/2024, Salı
Yeni Şafak
İllustrasyon: Cemile Ağaç Yıldırım
İllustrasyon: Cemile Ağaç Yıldırım

Pontecorvo sömürgeciliği yalnız mağduriyet üzerinden anlatmaz. Açlık, sefalet, yıkım, özgürlüklerin gasbedilmesi gibi temalara da yer verir. İnsanların yaşadığı acıları, soykırımı, idamları gösterir. Sömürgeciler tarafından tarlaları yakılan, ağır işkencelere maruz kalanların çaresizliğini en gerçekçi biçimlerde beyaz perdeye taşır. Fakat bunun yanında direniş öykülerine de geniş bir alan açar.

Yekta Şirin / Metin Yazarı

Başarılı bir politik film çekmek kolay değildir. Tema ne kadar açık ve dikkat çekici olsa da bu durum hikayenin her zaman doğru bir şekilde anlatılacağı anlamına gelmez. Burada temel mesele hikayenin nasıl işleneceğidir. Bu açıdan politik sinema örneklerinin büyük bir kısmı, sinema estetiğinin göz ardı edilmesinden dolayı başarısız örneklerden oluşur. Bu alanda İtalyan Yeni Gerçekçi yönetmenlerin başarılı olması elbette tesadüf değildir. Ali Gevgilili, “Çağını Sorgulayan Sinema” adlı çalışmasında Yeni Gerçekçilik akımıyla ilgili olarak şöyle bir değerlendirmede bulunur: “İnsanı bir ideal’e indirgemek yerine yaşadığı toplumsal kesit içinde olanca boyutlarıyla vermeyi yeğleyen yeni gerçekçilik, kaçınılmaz biçimde yeni bir estetik de oluşturmuştur.”


“BEN FİLİSTİNLİLERİ DESTEKLİYORUM”

Bu yeni estetiğin hissedildiği başarılı politik yapımlara imza atan isimlerden biri de Gillo Pontecorvo’dur. İtalyan Yönetmen, Prof. Dr. Ertan Yılmaz’ın ifadesiyle, sinema ile siyaseti en doğrudan ilişkiye sokan isimlerin başında gelir. Gençlik yıllarında anti-faşist hareketin içinde yer alan Pontecorvo, İtalyan Komünist Partisi’ne üye olur (İleriki yıllarda Komünist Parti’den ayrılacaktır). Partinin yayın organı L’Unita’da çalışır. Örgütlenme çalışmalarına katılır. İtalya–Fransa direniş hareketleri arasında kuryelik yapar. Paris yıllarında Jean Paul Sartre’la dostluk kurar. Politikayla yakın ilişki içindedir. 1950 yılında çektiği Kapo, Alman soykırımını anlatan ilk filmlerden biridir. Ancak kendisi de Yahudi olmasına karşın İsrail’in Filistini işgal etmesine karşıdır. Filistin direnişini desteklediğini söyler: “Ben Filistinlieri destekliyorum. Tam bir sömürge ortamı.”


SÖMÜRGECİLİĞİ EN YALIN HALİYLE ANLATIR

Pontecorvo sinemasının temel özelliklerinden biri sömürgeciliği yalnız mağduriyet üzerinden anlatmamasıdır. Açlık, sefalet, yıkım, özgürlüklerin gasp edilmesi gibi temalara yer verir. İnsanların yaşadığı acıları, soykırımı, idamları gösterir. Sömürgeciler tarafından tarlaları yakılan, ağır işkencelere maruz kalanların çaresizliğini en gerçekçi biçimlerde beyaz perdeye taşır. Fakat bunun yanında direniş öykülerine de geniş bir alan açar. İsyanı öne çıkaran filmlere imza atar.

Ogro’da diktatör Franco’nun varisi olarak görülen Blanco, ETA tarafından örgüt üyelerine yapılanlardan sorumlu görülür. ETA’nın hedefi Blanco’yu cezalandırmaktır. Pontecorvo, filmde ETA militanlarının şiddet içeren eylemini anlatmanın yanında onların birbirleriyle olan ilişkilerine ve örgüt içi kişisel hesaplaşmalarına da değinir. Bir anlamda onları anlamaya çalışır. Şiddeti yücelten bir anlayışı temsil ettiği söylenemez. Siyasi ayrılıkların neden ve nasıl silahlı çatışmaya dönüştüğünü tartışır. İdeolojik bir propaganda yapmadan, sadece yaşananları anlatır. Örneğin Cezayir Bağımsızlık Savaşı adlı film, Fransa’da sağcı çevreler tarafından Fransa karşıtlığıyla eleştirilirken İtalya’da kimi solcular tarafından da Fransız askerlerini sempatik gösterdiği gerekçesiyle eleştirilir. Bu eleştiriler onun çabasının anlaşılması açısından önemlidir.


EDWARD SAİD’DEN ÖVGÜ ALAN İKİ FİLM

Edward Said, “Onun Cezayir Bağımsızlık Savaşı ve İsyan adlı filmleri bence şu ana kadar yapılmış en büyük politik iki fılmdi” der. Queimada-İsyan’da kolonyalizmi adeta bir ders gibi işlediği görülür. Hayali bir Portekiz sömürgesi olan Queimada isimli adanın İngilizler’in hakimiyetine geçmesi için William Walker adlı İngiliz adaya giderek, yerli halkı Portekizlilere karşı örgütler. Portekizliler 1520’de bölgeyi sömürgeleştirmek için adayı yakıp, halkın tamamını öldürmüşlerdir. Şeker kamışı üretimini sağlamak içinse Afrika’nın farklı bölgelerinden adaya köleler getirirler. İleriki yıllarda yerli halkın bu kez İngilizlerle sorun yaşaması yeniden şiddet üretir. Yönetmen, bu kısır döngü içinde kolonyalizmin işleyiş mantığını tartışır. İngilizler, yerlilere, Portekizlilerin kendilerini sömürdüğünü, buna itiraz etmeleri gerektiği fikrini aşılarlar. Ancak iktidar kendilerine geçtiğinde ise sömürgeciliğin sürmesi için, halkın “uyumlu” olmasını beklerler. Sömürgecilerin yerli halktan istediği “efendi”ye itiraz etmeden emirleri yerine getirmesidir. Yerli siyahi halk, beyaz adamın söylediklerini hiç şüpheye düşmeden doğru kabul etmelidir. İtaat etmek yerine yaşananlar sorgulanmaya başladığında “efendi”nin şiddeti kaçınılmazdır.


FRANSIZ SANSÜRÜNE TAKILDI

Pontecorvo’nun sömürge karşıtı tavrını gösterdiği ve Said’in söz ettiği bir diğer filmi Cezayir Bağımsızlık Savaşı’dır. Cezayir’in Fransız işgalinden kurtuluş mücadelesini konu alan filmde Cezayir’in özgürlük mücadelesi direniş hareketine mensup Ali La Pointe adlı kahramanın hikayesine paralel bir şekilde anlatılır. Eğitimsiz ve politik bir bilince sahip olmayan Ali, farklı suçlardan cezaevine düşer ve burada Ulusal Kurtuluş Cephesiyle tanışır. Devrimci mücadelenin parçası haline gelmesiyle FLN içinde öne çıkan bir karaktere dönüşür. Filmde iki tarafın da başvurduğu şiddet gösterilir. Tek taraflı bir anlatı içerisine girmez. Fakat, izleyicide Fransa’nın Cezayir’i sömürgeleştirmesinin nasıl bir hukuksuzluğa yol açtığı duygusunu oluşturur. 1965 yapımı filmde İtalyan Yeni Gerçekçiliğinin etkisini hissettirir biçimde amatör oyuncular yer alır. Ali La Pointe, gerçek hayatta okuma yazması olmayan bir çiftçidir. Ulusal Kurtuluş Cephesi’nin liderlerinden biri olan Saadi Yacef rolünü bizzat Saadi’nin kendisinin oynaması filmin gerçekçiliğine de ayrı bir anlam katar. Venedik’te Altın Aslan’ı kazandığı festivalde Fransız heyetin protestosuyla karşılaşır. Film, 1971 yılına kadar Fransa’da gösterilmez.


PENTAGON’DA ABD ASKERLERİNE İZLETİLDİ

Tüm bunların yanında filmin sonuç bölümü ayrı bir öneme sahiptir. Bağımsızlık mücadelesine karşı Fransızlar binlerce asker eşliğinde sert müdahalelerde bulunur. FLN liderlerinin büyük bir kısmı öldürülür ya da göz altına alınır. Fransız askerleri yalnız direnişçileri hedef almaz. Kadınlar, çocuklar, siviller de bu şiddet sarmalından zarar görürler. Fransa, kontrolü ele geçirir. Fakat, aradan geçen kısa bir süre içinde bu kez Cezayir halkı meydanlara inerek, Fransız sömürgeciliğinin son bulması için hürriyet meşalesini yakar. Fransa silahlı çatışmayı kazansa da ahlaki ve düşünsel savaşı kaybederek Cezayir’i terk etmek zorunda kalır. Bu durum, ABD’nin Irak’ı işgali öncesinde bir kez daha gündeme gelmişti. Amerikan medyasına yansıyan haberlerde, Pentagon’da ABD’li askerlere Gillo Pontecorvo’nun bu filminin izletildiği, savaşı gerçekten kazanmanın sadece askeri zaferle sınırlı olmadığına dikkat çekildiği belirtilmişti. Savaşta karşı tarafı yenmenin aynı zamanda fikir düzeyinde de galip gelmeyi gerektirdiği vurgulanır. (Bu açıdan ABD’nin de Irak’ta yenildiğini görmek gerekir.) Filmde bu duyguyu anlatan etkileyici bir sahne vardır. Gazeteci, Fransız generale Sartre’ın Cezayir’le ilgili bir makale yazdığını söyler. General, “Neden Sartre’lar hep onların yanında” cevabını verir. Gazeteci, “Sartre’ı sevmiyor musunuz” diye sorunca bu kez general, “Hayır, ama düşmanım olarak onu daha da az seviyorum” der. Sartre’ın elinde silah yoktur. Ama fikirleri askerin silahından daha etkilidir. Fransa’nın Cezayir’de işlediği suçların dünyaya duyurulmasına katkı sağlar.


CEZAYİR ASLANI

Filmde de vurgulandığı gibi Fransa, Cezayir işgalini çok önemsiyor ve oradaki varlığını sürdürmek adına her şeyi yapıyordu. Fransa için Cezayir aynı zamanda Afrika’daki sömürgelerine ulaşma imkanı sağlıyordu. 1830’da başlayan işgal tam 132 yıl boyunca devam etti. Bu süreçte Cezayir’de işgale karşı direniş hareketleri ortaya çıktı. Direnişin en önemli isimlerinin başında “Cezayir aslanı” lakabıyla tanınan Emir Abdükadir gelir. İslami ilimler alanında eğitim alan ve aynı zamanda hafız olan Emir Abdülkadir, 15 yıl boyunca halkı da örgütleyerek bağımsızlık mücadelesi yürüttü. Fransız ordusunun askeri birliklerini arttırmasının sonunda esir düşen Emir, bir süre Bursa’da yaşadıktan sonra Suriye’deki sürgün yaşamında hayatını kaybetti. İşgal ordusunda görev yapan Yarbay Lucien de Montagnac 15 Mart 1843’te bir arkadaşına yazdığı mektupta, Fransa’nın Cezayir’deki uygulamalarını şu sözlerle anlatır: “Araplara karşı savaşmamız gereken şey şudur: On beş yaşın üzerindeki tüm erkekleri öldürün, tüm kadınlarını ve çocuklarını alın, donanma gemilerine yükleyin, onları Marquesas Adaları’na veya başka bir yere gönderin. Tek kelimeyle, ayaklarımızın altında köpekler gibi sürünmeyecek her şeyi yok edin.” Fransızlar mektupta anlatıldığı gibi insanlık tarihinin en acımasız, vahşi yöntemlerini Cezayir halkına layık gördüler! Fransız sömürgeciliği döneminde savaş, hastalık ve kıtlık gibi sebeplerle Cezayir’de 5 milyondan fazla insan öldü. İnsanlar diri diri toprağa gömüldü. Kadınlar tecavüze uğradı. Yalnız 1954-62 yılları arasındaki mücadelede 1.5 milyon Cezayirli hayatını kaybetti. O yıllarda ülkenin nüfusunun yaklaşık 10 milyon olduğu göz önünde bulundurulursa 8 yılda ülkenin yüzde 15’inin Fransa tarafından öldürülmesinin ne kadar büyük bir katliam olduğu daha iyi anlaşılacaktır.


ÖZGÜRLÜKÇÜ FİLOZOFTAN AHLAKSIZ TEKLİFLER

Fransızlar, ülkenin doğal kaynaklarını tahrip ederek insanların doğal yaşamına da ciddi zararlar verdi. Yakıp yıkma politikasının arkasında bilinçli bir tercih söz konusuydu. Prof. Dr. Burak Gürbüz, konuyla ilgili çalışmasında Cezayir’in sömürgeleştirilmesi sürecine aktif olarak da katılan ‘özgürlükçü filozof’ Tocqueville’nin, bu süreçte Fransızlara fikri destek sağladığına değinir. Tocqueville’e göre iki tür savaş olabilir; birincisi yerli halkın tepkisini fazlasıyla çekeceği için gerçekleştirilmesini zor gördüğü ‘herkesin öldürülmesi’. Tocqueville, herkesin öldürülmesinde ahlaki ve hukuki açıdan sorun görmez fakat bunun maliyetinden çekinir! İkinci yöntem ise toplumun siyasi ve ekonomik haklarına darbe vurmaktır. Gürbüz, çalışmasında Tocqueville’in yaklaşımını şu şekilde ifade eder: “Köylülerin hasatlarına el koyup yakarak ve aynı zamanda hayvanlarını telef ederek onlara yaşam hakkı tanımamak lazımdır. Kabilelere ara sıra uğranıldığı zaman, bu yıkımlar köylüler üzerinde kalıcı etki yapmayacaktır, onun için sık aralıklarla bu talanları uygulamak gerekir ki, yerel halk her zaman Fransızlardan korksun ve onun mutlak hâkimiyetini tanısın.”

Bu baskı politikaları sonucunda binlerce insan ülkeyi terk etmek zorunda kaldı. Sömürge döneminde halk eğitimden mahrum bırakıldı. Cezayirli tarihçi Amir Rahile, Anadolu Ajansı’na yaptığı açıklamada, “Fransa’nın 1830 yılında Cezayir’i sömürgeleştirdiği sırada okuma yazma oranı yüzde 90’dı, 1962’de ülkeyi terk ederken okuma yazma oranı yüzde 10’a kadar düşmüştü.” der. İslam kültürünü zayıflatmaya dönük radikal adımlar atılırken, ülkenin demografik yapısını değiştirmek adına Avrupa’dan göç teşvik edildi. Gürbüz’ün çalışmasında bu politikasının arka planında da Tocqueville’in önerisi olduğu görülür: “Bölgenin tam kontrolü için savaş ile beraber sömürgeleşmeyi de sağlamalıyız demektedir yazar. Dolayısıyla Cezayir’e mümkün mertebe Fransız çekmek lazımdır. Sömürgeleşme savaş ile beraber devam etmelidir. Çünkü böylece savaş hem daha kolay kazanılacak hem de daha ucuza mal olacaktır. Araplara karşı üstünlük sağlanması, Fransız nüfusunun Araplara nazaran artış göstermesiyle başarılacaktır.” Fransa sömürgeciliği döneminde Cezayir’de toplum içinde siyasi ve kültürel ayrışmalar da körüklenerek çatışma alanları oluşturulmaya çalışıldı. Halkın birbirine düşürülmesi teklifi de yine Tocqueville’den gelir; Gürbüz: “(Tocqueville’in) Bunun için çeşitli önerileri vardır. Bunlardan ilki Arapları birbirine düşürmektir. Çünkü yerel halk her ne kadar aynı dine ve kültüre sahip olsa da kabileler arası husumetler bolcadır. Fransızlar Arapların aralarındaki anlaşmazlıkları kendi lehlerine kullanabilirler.”


SİNEMA TARİHİNDE BÜYÜK BİR KAPI ARALADI

Görüldüğü gibi Fransa, 132 yıl boyunca sürdürdüğü Cezayir soykırımında büyük acılara ve yıkımlara neden oldu. Yönetmen Pontecorvo ise filozofların dahi parçası haline geldiği kolonyalizmin anlaşılmasına sağladığı katkı nedeniyle sinema tarihinde büyük bir kapı araladı. Umarız, yakın zamanda bu kapıdan başka yönetmenler de girer. 2004 yılında Herald Tribune muhabirine “Hiçbir filmin bir şey öğretebileceğini düşünmüyorum” demişti. Kendisi bir şey öğretmek amacıyla bu filmleri çekmemiş olabilir. Fakat, anti kolonyalist bilincin gelişimi ve kolonyalizmin etkilerinin anlaşılması hususunda çok şey öğrettiği söylenebilir.







#beyaz perde
#sinema
#özet
#inceleme
Yorumlar

Merhaba, sitemizde paylaştığınız yorumlar, diğer kullanıcılar için değerli bir kaynak oluşturur. Lütfen diğer kullanıcılara ve farklı görüşlere saygı gösterin. Kaba, saldırgan, aşağılayıcı veya ayrımcı dil kullanmayın.

Henüz yorum bulunmuyor

İlk yorumu siz yapın.

Kapat

Günün en önemli haberlerini e-posta olarak almak için tıklayın. Buradan üye olun.

Üye olarak Albayrak Medya Grubu sitelerinden elektronik iletişime izin vermiş ve Kullanım Koşullarını ve Gizlilik Pollitikasını kabul etmiş olursunuz.