|

Musikimiz değil zevkimiz yozlaştı

Kudsi Erguner, tasavvuf müziğinde yüzyılı aşan bir soyağacı Ergunerler'in beşinci nesli. Geleneksel ile moderni, yerel ile evrenseli harmanlayan Erguner, ailesinden miras aldığı geleneği yurt dışında devam ettiriyor. Erguner, tasavvuf müziğinin değil toplumsal zevklerimizin yozlaştığını söylüyor.

Yeni Şafak ve
04:00 - 17/07/2016 Pazar
Güncelleme: 01:37 - 17/07/2016 Pazar
Yeni Şafak

Geleneksel ile moderni, yerel ile küreseli harmanlayan, dünyaca tanınmış ney ustası Kudsi Erguner tasavvuf müziğinde yüzyılı aşan bir soyağacına bağlı. Bu tasavvuf geleneği 1800lerin ikinci yarısında Hafız Efendi ile başlıyor. Sonra ünlü neyzen ve besteci Süleyman Erguner bu geleneği devam ettiriyor. Ulvi Erguner, Cumhuriyet'e kadar sürdürüyor. Bu gelenek Süleyman Erguner'le konservatuvara, Kudsi Erguner'le de yurt dışına taşıyor. Tasavvuf müziğinin değil toplumsal zevkimizin yozlaştığını söyleyen Kudsi Erguner ile bugünün tasavvuf müziğini ve yeni projelerini konuştuk.



Bir röportajınızda Atatürk'ün yanındaki bazı insanların ney klasik müzik hatta halk müziğini kenara ittiklerini söylediniz. Türk müziğinin kenara itmek için neler yaptılar?

Türkiye Cumhuriyeti, Tanzimat dönemindeki dışı garblı, içi şarklı olma ikileminden kurtulup içi dışı Batılı ama hisleri ulusal bir toplum yaratma arzusundaydı. Yeni devletin kurucuları, çağdaşlığın ve medeniyetin sadece Batıda oldugunu ifade ederek Osmanlılığın, Türk ulusunun medeni olmasına asırlardır engel oldugunu iddia ettiler. Bir an önce çağdaş medeniyete ulaşabilmek için iyi niyet ve toplumu yüceltme idealiyle Osmanlı mirasının tümünden kurtulmak gerektiğine inandılar. Bu nedenle 1926 yılından itibaren öğretimi, 1934-36 yıllararı arasında ise radyolarda yayınlanması yasaklanan Osmanlı makam müziği, ancak 1940 yıllında Ankara Radyosu'nda Mesud Cemil Bey'in kurdugu Tarihi Türk Müziği korosuyla kamu alanına girebilmiştir. Bu da ancak kilise korosu estetiğine büründürülerek saglanmış. İçi Doğu müziğinin tüm verilerinden arındırılarak bir anlamda pastorize edilmiştir. Halen bu uydurma ve yozlaşmış icra şekli, Devlet Türk Sanat Müziği adıyla büyük kentlerde Kültür Bakanlığı himayesinde kurulan korolarla yaygınlaşmaya devam ediyor. Ulusal addedilen halk müzigi ise nadiren bölgesel özgünlügünü koruyabildiyse de devletin etkin yayın organı olan radyolarda, aynı Osmanlı müziğinde olduğu gibi, çağdaşlaştırılmaya zorlanarak bir devlet halk müziği oluşturuldu. Anadolu halk müziğinin, meşhur Türk Beşlilerinin süzgecinde çağdaş Türk müziğinin temelini oluşturması hayal edilirken köylerden kentlere göçün de etkisiyle arabesk müziğin temel malzemesi oldu.



BABAM İLAHİ ÇALDI DİYE DAVA EDİLDİ

Tasavvuf müziğinin de yozlaşmasına bu insanlar mı neden oldu sizce?

Rahmetli babam İstanbul Radyosu Müzik Müdürü'yken 1965 Ramazan ayında, ilk kez hazırlanan iftar programında klasik ilahileri yayınladıgı için gericilikle suçlanmış. O zamanın TRT Ankara Müzik Daire Başkanı Muammer Sun tarafından dava edilmişti. İlk Tasavvuf müziği deyiminin ortaya çıkışı, 1976 yılında rahmetli Nezih Uzel ile birlikte icra ettiğimiz ve Fransız Radyosu'nun "Musique Soufi" adıyla yayınladıgı ilahi plağıyladır. Daha sonra 1983 yılında Ankara Radyosu'nda Ahmet Hatiboğlu yönetiminde, Tasavvuf korosu adıyla ve Mesud Cemil Bey örneğinde olduğu gibi yine pastorize bir estetikle gündeme gelmiştir. Aslında bir müziğin tasavvufla baglantısı dinleyicinin mutassavvıf olmasıyla veya tekkelerde okunan eski eserlerin icrasıyla gerçekleşebilir. Günümüzde tasavvuf müziği adıyla sunulan eserler, ne şiirleri, ne de müzikleri itibarıyla geleneksel tasavvuf mirasından kaynaklanmamakta. Her zaman söyledigim gibi müzik toplumun aynasıdır, yozlaşan müzik değil toplumun zevkidir.



Türk tasavvuf müziğini batıda yaşayan yaşatan biri olarak o kültürel bağları biz aynı coğrafyada yaşamıza rağmen neden/ nasıl kopardık?

Bu bir cografya konusu değil medeniyet konusudur. Biz iki asırdan fazladır medeniyet değiştirmeye çalışıyoruz, atasözünü dinlemeyip Bağdat'a pirince giderken evdeki bulgurdan da olduk.



Caz, çağdaş müzik veya diğer kültürlerin müzikleri tasavvuf müziğinde kendine nasıl bir yer buluyor?

Sanatçıların özümsedikleri farklı şeylerle yeni eser ortaya koyması doğaldır. Taklitçi olmayan zevk sahibi sanatçıların iç dünyasında her müzik kendine bir yer bulabilir. Sanatın bir tarifi de doğru orantıları bulmaktır. Farklı şeylerin sebepsizce ve sanat içermeden bir araya gelmesi ne yazık ki çoğu kez rüküş ama ticari kaygılara iyi cevap veren sonuçlar doğurmakta.



ÇOCUKLARIM ALTINCI NESİL

En son Schubert ve Şevki Bey İki Şehir Bir Aşk konserinizi izleyen şanslı seyircilerden biriydim. Batı müziği ile Türk müziği arasında doğal köprüler kurmaya çalıştığınızı söyleyebilir miyiz?

Adnan Saygun bir röpörtajında ''Şair Şirazlı Hafız, İran folkloru iken İngilizceye çevrildigi için evrensel oldu'' demiş. Bu söylemi baz aldığınızda ne yazık ki ne söylediğiniz değil hangi dilde söylediğiniz daha önemli oluyor. Bu örneği müziğe adapte edersek Tonal Batı Müziği bir müzik dilidir, Modal Osmanlı musikisi bir başka dil. Bu ikisinin arasında tek köprü sadece her ikisinin de müzik oluşudur. Schubert de Şevki Bey de iki ayrı müzik dilinde eserler bestelemişler ama konuları aynı, aşk!



Ergunerler tasavvuf müziğinde yüzyılı aşan bir soyağacı. Bu genetik bir miras mı özel bir yetenek mi? Sizden sonra bu geleneği kim devam ettirecek?

Genetik mirasın da ötesinde... Neyzen bir ailenin mensubu olmamın bana kazandırdığı en büyük nimet, Osmanlı müziğinin teşvik edilmediği, hatta unutturulmaya çalışıldığı bir dönemde, babam ve son neslin ustalarıyla bir arada olabilmem, onlarla beraber icra edebilme şansına ermemdir. Çocuklarımın hepsi normal eğitimlerinin yanı sıra konservatuarda da okudular. Sonra küçük oğlum Sinan sinemaya (Lisans eğitiminden sonra Luc Besson'un kurucusu olduğu Ecole de la Cité'ye 5000 aday arasından ilk 30'a kalarak girdi, şimdi senaryo eğitimi alıyor) kızım Merve, matematik eğitimine döndü ama büyük oğlum Selman Sorbonne'da tarih lisans ve master'larından sonra Calarts'dan (Los Angeles) burs kazanarak enstrüman, beste, film müzikleri üzerine master yaptı ve müziği meslek edindi. Gitar ve alto çalıyor, ney üflüyor. Çocuklarımın şimdiden altıncı nesli oluşturduklarına inanıyorum.



ZEVK ALAMIYORUM

Ramazan'dan Ramazan'a yapılan 'tasavvuf müziği' sizin için ne ifade ediyor?

İstanbul'un tekkelerinde ortaya çıkan çok zengin bir tasavvuf müziği mirası var. Itri, Ismail Dede, Osman Dede, Ali Nuki Dede, Abdülbaki Nasır Dede, Fahreddin Dede, Zekai Dede gibi Mevlevi dedelerinin ve diğer kıymetli bestekarların besteledikleri, şiiriyle tasavvufi, musikisiyle sanatkarane binlerce eser terk edilmiş durumda. Bugün tasavvuf müziği olarak sunulan müzikler ne sözleriyle ne de icralarıyla bana hiçbir zevk vermiyor. Hele son yıllarda, başta Abd al Baset olmak üzere Arap dünyasının meşhur hafızlarının taklit edilmesi makam estetiğinin terk edilerek musikimizin bedevileştirilmesi beni cok üzüyor.



Şu an ne gibi projeler üzerinde çalışıyorsunuz?

Yakında iki ay arayla iki değisik Japonya projesi var. Biri Gujo Müzik Festivali digeri ise Miho Museum'da sergilenecek olan 18 yüzyıl Osmanlı müzik enstrümanlarıyla vereceğimiz konser. Gündemimde ayrıca İstanbul Yahudilerinin 16 yüzyıldan itibaren Osmanlı makamlarıyla besteledikleri İbranice ilahilerden oluşan Maftirim konseriyle Eylul ayında katılacağımız Kudüs Festivali var. Yaklaşık 15 yıldır Çini Vakfı'nın himayesinde Venedik'te kurduğum Birûn topluluğuyla her yıl yeni bir proje üretmekteyim. Önümüzdeki yıl programımda Abdülkadir Meragi'nin eserleri konusunda bir seminer ve atölye projesi var. Şu an ise yine aynı çerçevede hazırladığım İstanbullu Rum Neyzen Petraki Lampadarios'un Rumca ve Osmanlıca sözlü eserlerini içeren bir CD'yi yayına hazırlamaktayım.



Türk halkı doğulu olmakla gurur duyuyor

Paris'te yaşayan bir Müslüman olarak islamofobiye birebir şahit oldunuz mu?

Uzun yıllar yaşadığım Avrupa'da tanıdığım insanlar dini inançlara aslında belki de ülkemin birçok insanından daha cok saygılıydı. Amerikan hükümetinin Afganistan'da Rus ordusuna karşı Müslümanları kullanmasıyla sahneye çıkan milislerin vahşeti tüm dünyada Müslümanları bir medeniyet düşmanı konumuna getirdi. Mensup olduğum sanat ortamında birebir İslamofobi yaşamasam da etrafımda duyduklarım endişe verici.



Dışarıdan Türkiye'yi nasıl görüyorsunuz?

Türkiye'yi analiz etmek başlıbaşına bir röpörtaj olur ve bu konunun önemli akademisyenleri varken bana söz düşmese de kısaca şunu söyleyebilirim; Türkiye Batı ülkeleri tarafından hep Doğulu olarak görüldü. Bizim elitimiz ise iki asırdır Batılı olduğumuzu iddia etti. Lakin son çeyrek yüzyıldır Osmanlı mirasından geriye pek bir şey kalmasa da Türk halkının büyük bölümünün Doğulu olmayı gururla kabul ettigi görülüyor.


#Kudsi Erguner
#Tasavvuf
8 yıl önce