|

Saf kalamayan dönüşür

Yönetmen Ali Vatansever yeni filmi “Saf” ile kentsel dönüşüm üzerinden insanların dönüşümünü anlatıyor. Amerika’daki Palm Springs Uluslararası Film ‘nden ödülle dönen Vatansever, “Nasıl saf kalacağız, dünyada herşey dönüşürken ve her şey üzerimize gelirken nasıl insan kalacağız. Filmimde saf kalamayan ve dönüşen insanları anlattım“ diyor.

Hatice Saka
04:00 - 20/01/2019 Pazar
Güncelleme: 14:32 - 19/01/2019 Cumartesi
Yeni Şafak
FOTOĞRAF: SEDAT ÖZKÖMEÇ
FOTOĞRAF: SEDAT ÖZKÖMEÇ

Dünya prömiyerini Toronto Uluslararası Film Festivali’nde yapan Saf filmi, Amerika’nın önemli film festivalleri arasında yer alan Palm Springs Uluslararası Film Festivali’nden ödülle döndü. Amerika prömiyerini gerçekleştirdiği ve “New Voices New Visions” bölümünde yarıştığı festivalde Saf, Özel Mansiyon Ödülü’ne layık görüldü. Ali Vatansever’in senaryosunu yazdığı Saf’ta, Fikirtepe’de bir gecekonduda yaşayan genç evli bir çiftin kentsel dönüşüm söylentilerinin mahalleye düşmesiyle beraber dönüşen hayatları anlatılıyor. Filmin başrollerini Saadet Işıl Aksoy ve Erol Afşin paylaşıyor. Biz de Amerika’dan döner dönmez Ali Vatansever ile ayağının tozuyla buluştuk. Genç yönetmen, filmin ödül almasından oldukça memnun. Önümüzdeki günlerde de filmin Avrupa promiyeri yapılacak. Saf, Ali Vatansever’in ikinci filmi , El Yazısı adlı ilk filminde rüzgarın peşine düşen yönetmen, bu kez toprak temasını işliyor. Vatansever, “Benim sinemam siyah-beyaz değildir ve grinin tonlarını yansıtıyorum. Bu filmde saf kalamayan insanların nasıl dönüştüğünü anlatıyorum. Başroldeki Kamil karakteri de taraf tutmaya zorlanıyor ve saf kalamayıp dönüşenlerden biri oluyor. ” ifadelerini kullanıyor.

Saf filmi nasıl ortaya çıktı ?

2012 yılındaki ilk filmim “El Yazısı”nın arka planında rüzgar teması vardı. Rüzgarın her şeyi dönüştürmesi, bizim ise herşeyi muhafaza etmeye çalışmamız üzerine idi. Yeni filmimde toprak ve insan ilişkisini ele almak istedim. Toprak çok doğurgan ama insanlar toprağa karşı, sınır çekmek ve sahiplenmek üzerine bir arzu geliştiriyor. Sürekli bu düşüncelere savruluyordum. Zaman içerisinde bu fikir gelişti. İlk başta hafriyat sahasında çalışan bir adamın hikayesini anlatmayı düşündüm. Daha sonra Fikirtepe’deki kentsel dönüşüm sürecine birebir tanık olma fırsatım oldu. Orada zaman geçirmeye başlayınca kentsel dönüşümü ele alan bir hikayeyi anlatmaya karar verdim. Böylece film, bir adamın hikayesi olmaktan çıkıp, gecekonduda yaşayan bir ailenin hikayesine evrildi.

Kentsel dönüşüm çok katmanlı bir konu, siz bu meseleyi ne yönden ele aldınız ?

Bu konuyla ilk ilgilenmeye başladığımda tarafım belliydi ve kentsel dönüşüme itirazım vardı. Bir gün yine Fikirtepe’ye gitmiştim. Yolda iki kadını alışverişten eve dönerken gördüm. Etraflarındaki koca dönüşümü, hafriyat kamyonlarını, çamurlu yolları kabullenmiş bir şekilde hayatlarını sürdürüyorlardı. Zamanla insanların mücadele zemini değişmişti. Saf tutup kentsel dönüşümün tamamen yanında olanlar ve karşısında olanlar açısından baktığınız zaman siyah-beyaz bir tablo ortaya çıkar. Aslında o cepheleri bırakıp sahaya indiğiniz ve insanlarla konuşmaya başladığınızda ise grinin binlerce tonu olduğunu görüyorsunuz.


MÜLTECİ KONUSU SONRADAN DAHİL OLDU

Yani filminiz olayın keskin siyah-beyaz tonlarını değil gri tonları kapsıyor değil mi ?

Evet. Bu bana şunu fark ettirdi. Aslında kentsel dönüşümden önce bizim tartışmamız gereken insanın dönüşümü. Hikayenin merkezini kentsel dönüşümden kaydırıp, kendi içsel dönüşümümüz üzerine kurdum. O andan sonra hikaye daha evrensel bir boyuta ulaştı. Filmin ismi de bu meseleyi ele alıyor. Bir tarafta saf tutma halimiz, diğer tarafta ise nasıl saf kalacağız, dünyada herşey dönüşürken, bu kadar majör olaylar olurken, nasıl insan kalacağız.

Bir de filminizde mülteci meselesine de değinmişsiniz. Mülteci gerçeği kentsel dönüşüm hikayesine nasıl dahil oldu ?

Fikirtepe ile ilgili o süreci gözlemlerken aslında ilk taslaklarda mülteci karakter yoktu. Fikirtepe’de evlerini kentsel dönüşüm için terk eden insanlar başka yerlerde yaşamaya başladılar. O dönüşüm sürecinde altı aylık bir izin süresi var. İşte İstanbul’a gelen mülteciler terk edilen binalarda yaşamaya başladılar. Şimdi düşünün Fikirtepe eski bir gecekondu mahallesi ve orayı 60’larda inşa eden kişiler gidiyor ve yerlerine yine kırılgan bir grup yerleşiyor.

Ortak bir kaderi paylaşıyorlar.

Evet, iki kırılgan grup dayanışma içinde olacak diye düşünüyorsunuz. Ama güvenlik ve iş gücü konusunda kırılmalar başlıyor ve iki grup karşı karşıya geliyor. Filmin tartışığı konu bağlamında mülteci meselesi çok anlamlı bir hale geldi. Her şey gözümünüzün önünde olurken hikayenin içerisine nüfus etti.

İki konu iç içe geçiyor yani.

Kentsel dönüşüm ve mülteci krizi bir filmde ele almak için büyük konular. Benim filmim, tüm bunlardan arınmış bir şekilde insanların dönüşümü üzerine kurulu olduğu için çeperlerdeki hikayeler bütününden oluşuyor. Dünyayı iki saatte anlatmaya çalıştığınız zaman hikayeyi siyah- beyaz yansıtmak zorunda kalırsınız. Bu film, bütün bu hikayeleri eş zamanlı olarak anlatırken tam bir grilik yakalıyor. Merkeze şu soruyu koydum. Bütün sorunlara rağmen hayat üzerimize gelirken biz insan kalabilecek miyiz? Bu soru filmi, sadece insanlığımızı, saflığımızı tartıştığımız bir noktaya getiriyor. Aslında orada yaşayan tüm insanların derdi ekmek kavgası. Filmde sadece Fikirtepeliler ve Suriyeliler yok, ekmeği için mücadele eden insanların dönüşümü var. Kendi sinemamı grilerde görüyorum ve beni griler çok heyecalandıyor. Çünkü saflarda olmak bizi ayırıyor.

Amerika’daki Palm Springs festivalinde ödül alma sürecini anlatır mısınız?

Filmin dünya promiyerini Kanada’da yapmıştık. Daha sonra Palm Springs’ten davet geldi. Oscar yolculuğunda önemli bir festival. “Yeni Sesler ve Yeni Vizyonlar” bölümünde 12 filmle yarışa katıldık. Türkiye’den Kelebekler filmi de yarışmada idi. Özel Mansiyon Ödülü’nü aldık. Bu ödül Amerika’daki diğer festivallerde filmimizin gösterilmesi kolaylaştıracak. Fransa’da ise Avrupa promiyerimizi yapacağız ve ay sonundan sonra ise film dolaşmaya başlayacak.

FİNANSMAN BULMAK YILLAR ALIYOR

Türkiye’de ne zaman gösterime girecek ?

İstanbul Film Festivali’nde Türkiye promiyerimizi yapmayı planlıyoruz. Sonra da 19 Nisan’da vizyona gireceğiz.

İlk filminizden sonra neden bu kadar uzun bir ara verdiniz ?

Daha çok film çekmek elbette isterim. En doğru şekilde finasmanı bir araya getirmek bizim gibi sanat filmi diyebileceğimiz dallarda, üç dört senelik bir zamana yayılıyor. Bir de Sabahattin Ali ile ilgili film projesi üzerine çalışıyordum. O projeye ara vermem gerekti. Saf filmi için de finansman süreçleri uzun sürdü ve altı yıla yayıldı.

Akademisyen yönünüzden bahseder misiniz ?

Ben sinema eğitimi alabilen şanslı insanlardan biriyim. Kendime, bütün bildiklerimi paylaşacağım diye bir söz vermiştim. 10 yıldır akademisyenlik yapıyorum.İstanbul Teknik Üniversitesi’nde sinema sanatı dersi verdim. Şimdi Koç Üniversitesi’nde film yapımı dersi veriyorum. Yaşamım, film yapımını ve akademisyenliği dengelemek üzerine kurulu. Hayatımın sonuna kadar ikisini bir arada yürütmek istiyorum. Öğrencilerle olmak da beni genç tutuyor.

Bundan sonraki projeniz ne olacak ?Sabahattin Ali projesi rafa mı kalktı?

Sabahattin Ali filmini biraz erteledim ama ilerde çekeceğim. Bir baba-oğul hikayesi üzerine çalışıyorum. Bu kez finansman bulma çalışmalarının daha kısa sürmesini ümit ediyorum.


Taraf seçmek zorunda kalmak

Başroldeki Kamil karakteri de bu saf yönü mü anlatıyor?

Kamil, saf bir karakter. Ancak taraf seçmeye zorlanıyor ve bu hal onu bir şekilde sert bir dönüşüme maruz bırakıyor. Dolayısıyla filmde, bu kutuplaşma haline karşı oluşumu yansıtıyorum. Dünya sadece siyah beyaz değil ve çok fazla renk var. Derdimiz o renklerin ortaya çıkmasını sağlamak diyorum.

Bir yönetmen ve akademisyen olarak Türkiye’de sinemanın seyrini nasıl değerlendirirsiniz?

Bence Türkiye’de sinema bireysel başarıların üzerine kurulu. Bunu sürdürebilir kılmak için kurumsallaşmaya ihtiyacımız var. Bu öncelikle eğitim alanına daha fazla emek ve enerji ayırmaktan geçiyor. Ülkemiz gençleri için daha iyi bir sinema eğitimi mümkün. Diğer yandan sinemamız tam olarak bir endüstri olamadığı için de eğitimi inşa etmek zorlaşıyor. Sinemamızın hem bir kültür politikasıyla desteklenmesi ve sinemadaki fon yapısının daha sağlam bir zemine oturması gerekiyor.


Çağın resmini çekmek istiyorum

Festivallerde ödül alan Türk filmlerine şüpheyle yaklaşılıyor. Sizin bu konuda görüşünüz ne ?

Dünyada çokça festival var ve her festivalin bir seçici kurulu var. Elbette bu kurullar çeşitli bireylerin ortak tercihlerinden oluşuyor. Seçtikleri filmin belirli bir ortak dilinin olmasını tercih ediyorlar. Bazı festivaller muhalif filmlere ağırlık verebilirler. Bu festivallerin tercihidir. Benim için anlamlı olan kendi düş dünyanızı en iyi aktarabildiğiniz filmi, samimi bir şeklide ortaya koymak.

Peki bunun için yönetmen ne yapabilir?

Bir filmin vizyona girmesi ve dağıtımda olması elimizde değil. Eğer sizin filminiz o dönemin ihtiyacı ise insanların konuştuğu şeylerde bir karşılığı var ise festivalerde ödül alır ve dağıtıma girer. Dolayısıyla bizim yapmaya çalıştığımız zamanın ruhunu perdeye aktarmak. 2019 yılında yaşıyorum, nefes alıyorum ve düşler kuruyorum. Ali Vatansever’in düş dünyasını, kurduğu ilişkiler bütününü izlemek istiyorlarsa o film yaygın dağıtıma girer. Onu dışında belli kişilerin tercihleridir, eleştirirseniz daha çok ses getirir demek bence tartışmanın samimi noktası değil. Tartışmayı kendi eliniz dışında başka bilinmezlere bağladığınızda sağlıklı bir tartışma zeminini kaçırmış olursunuz. Bırakın nasıl isterlerse öyle seçsinler. Açıkcası benim tek derdim çağın resmini çekmek.

#Ali Vatansever
#Saf
#Toronto Uluslararası Film Festivali
5 yıl önce