Yunus'un sözleri bugünün reçetesi

Kübra Sönmezışık
00:0030/10/2011, Pazar
G: 29/10/2011, Cumartesi
Yeni Şafak
Yunus'un sözleri bugünün reçetesi
Yunus'un sözleri bugünün reçetesi

İskender Pala, yine bir aşk romanıyla karşımızda. Ama bu defa Yunus Emre ile bize beşeri aşkın ilahi aşka dönüşümünü Od kitabıyla anlatıyor. İhmal edilen Yunus'u, bilinmeyen yönlerini, şiirlerini, dervişliğini ve 21. Yüzyılı aydınlatan sözlerini yani Yunus hakkında her şeyi anlatıyor....

İskender Pala kendini Divan Edebiyatı'na adamış bir yazar. Kitapları bir çok kesim tarafından beğenilerek okunuyor. Hatta bazılarımız onun aşkı çok iyi anlattığı konusunda hem fikir. "Aşk birdir, fakat görüntüsü binlerce şekildir" dediği aşkın bu defa ilahi tarafını anlatıyor ve bizi o ruhani bahçede Yunus romanı adı verdiği Od ile gezintiye çıkarıyor. Od ateş, ateş ise aşk demek. Peki Yunus Emre hakkında ne biliyoruz? Bu soruyu İskender Pala'ya sorduğumda anladım ki bilmediğimizi bile bilmiyoruz. Yunus Emre, çağının en önemli şair ve mürşidi iken hakkında yazılanlar neden bu kadar az? "Yunus Emre ile ilgili her hangi bir mevlitte, ya da bir mecliste anlatılanlardan fazlasını bilmiyoruz. Yunus hakkındaki bütün tarihi bilgi ve kaynak ise bir A4 sayfasının yarısını dolduracak kadar. 13. Yüzyıla dair elimizde yeterli yazılı bir belge yok. Bildiğimiz pek çok yerde mezarı olduğu ve erenlerden birisi olduğudur."

YUNUS ERMİŞTİR AMA ÖNCE İNSANDIR

İskender Pala kitabıyla bildiklerimiz ve bilmediklerimizi birlikte harmanlayarak bize yeni bir Yunus portresi çıkarmış. Bunu da zihinlerimizdeki fotoğrafı silmeden yapmış. Pala, Yunus tasavvurunu anlatıyor; "Hepimizin evinde ezgi ya da şiir olarak bir Yunus vardır. O bize çok yakın olduğu için ona sadece Yunus deriz. Hz. Yunus demeyiz. Halbuki bir mürşittir, şeyhtir. O yüzden onun insan ve bize sıcak gelen tarafını gösterdim, dervişliği sonra yükledim ."

İskender Pala, Yunus Emre portresini üç bölüme ayırmış. Birinci bölümde Yunus, dünyevi bir kişiyken, ikinci bölümde Taptuk Emre'nin kapısına gelmiş, dünyevi taraflarından sıyrılan bir Yunus haline geliyor, üçüncü bölümde ise mürşid bir Yunus'a dönüşüyor. Pala, bu romanla Yunus bilgimizi de sorguluyor ve içimize merak tohumu atarak, Yunus hakkında bilmemiz gerekenlerin olduğunu bize hatırlatıyor. Yunus Emre şairdi, mürşiddi. Peki Yunus sadece bu kadar mıydı? Pala, "Yunus, mürşid, şair, hümanist, insanları müsamahayı öneren bir timsal. Ben bu beş kimliğin de 13. Yüzyılda o coğrafyada ihtiyaç olduğunu düşünüyorum. Bu bir 13. Yüzyıl romanı ve 13. Yüzyıla ait söylenecek söz Yunus'un neden yetiştiğini açıklıyor. Yunus Mevlana, Hacıbektaş gibi dini kimlikleri ağır basan insanların neden hep o çağa toplandığı neden başka çağlarda bu kadar sükun edip gelmedikleri bunların sosyolojik sebeplerini anlatarak Yunus'u gerçek kimliğine kavuşturdum." diyor.

ŞÖYLE GARİP BENCİLEYİN

İskender Pala'nın bir Yunus romanı yazmasına iten sebep, onun çok ihmal edildiğini düşünmesi. "Kitabımın başına epigraf koydum. Bir garib ölmüy diyeler/üç günden sonra duyalar/ Soğuk suyla yuyalar/ Şöyle garip bencileyin. Bir yıl kadar önce bu şiiri okuduğumda acaba Yunus bana mı sesleniyor diye içimden geçirdim. Acaba Yunus çok mu garip kaldı diye de düşündüm." Pala'nın neden Mevlana romanı değil de bir Yunus romanı yazmayı tercih ettiğini soruyorum. İşte cevabı; "Mevlana Hz. İle Yunuz Hz. çağı avuçlarında tutan kişilerdi. Biri şehirli okumuş yazmış katmanın mürşidi iken, diğeri o katmanın dışında kalan köyün mürşidiydi. Biri yazıyor diğeri ise söylüyor. Mevlana Hz. son yıllarda çok yazıldı. Onu olması gereken yerine yeni yeni taşıyabiliyoruz. Ama aynı çağ da aynı ağırlığa sahip Yunus'un Mevlana yükselirken orada garip bırakılmasına gönlüm razı olmadı. Mevlana ile aramızda bir tercüman varken Yunus ile aramızda hiç bir perde yok. O yüzden Yunus'un Mevlana'nın yükseldiği yere yükselmesi adına yazmaya karar verdim."

ÇAREYİ YUNUS'DA ARAYALIM

Yunus Emre Türkçe'ye önemli katkılar sunmuş bir şairimiz. İskender Pala, "Yunus'un Türkçesi Cemal Sürreyya'nın ifadesi ile 'Türkçe'nin süt dişleridir.' Hakikaten anadilimiz kadar saftır. Yunus'un Türkçesi Anadolu'da kullanılan, içine henüz Farsça ve Arapça'nın girmediği yalın bir dildir. Bu Türkçe ile Yunus gençliğini geçirdiğinde dili daha yalındır. Derviş olduğunda dili daha da ağırlaşır. Mürşid olduğunda artık Türkçe'yi en olgun şekliyle kullanan Derviş Yunustur." diyor. Yunus Emre, 13. Yüzyılda şiirleriyle bize ilahi aşkı, dini, ahlakı, gurbeti, tabiati, ölüm ve faniliği anlattı. Yunus'un, yaşadığı çağda insan sevgisini, hümanist bir bakış açısını önemsediğini söyleyen Pala, insan sevgisine en fazla muhtaç olduğumuz, kaş çatmaların en şiddetli olduğu çağı yaşadığımızı söylüyor. Pala, Yunus'un o dönemde birbirleriyle barışık ve gülümseyen yüzlerle halleşmesini anlattığını, insanların eşit bir düzlemde sosyal adaletin sosyalist kimliği ile hümanist kimliğini eşitleyen söylemle insanlığa mesaj verdiğini ifade ediyor. Bugün insanlığın, eşitsizliklerinin had safhaya çıktığı bir yüz yıl yaşamakta olduğumuzun altını çizen yazar, "O zaman da insan hayatı ucuzdu ve Yunus hep ölümü anlatmıştı. Bugün de insan hayatı çok ucuzladı. Yunus'un 13. Yüzyıldaki mesajları bugünün sancılarına reçete olabilir. Yunus'un şiirlerini okuyup o mısralar gibi yaşamaya çalışsak insanı kamil olma yolunda ilerleriz. Bugün insanlığın çektiği hastalıkların, olumsuzlukların her biri için Yunus'ta bir derman vardır." diyor.

TÜRKLER'İN SHAKESPEARE'İ YUNUS'TUR

İskender Pala Yunus'un önemini uluslararası olduğunu söylüyor. Hatta Shakespeare ile kıyaslıyor. Pala, "Shakespeare nasıl İngiltere'nin bir kahramanı gibi görülüyor ve İngiltere hükümeti bütün dünyaya Shakespeare vasıtasıyla propaganda yapıyorsa, Yunus da Türk yurtlarını birleştirecek çimentodur ve dünyaya ihraç edebileceğimiz fikir ve entellektüel söylemlere sahiptir." Yunus Emre'nin şair kimliğine baktığımızda şiirlerinin bir kısmının kendine ait olmadığını görüyoruz. İskender Pala, kitabında Yunus'un şiirlerine yer vermiş. Şiirleri seçerken nelere dikkat ettiğini şöyle anlatıyor; "Bu konuda çeşitli araştırmalar yapıldı. Hangilerinin Yunus'a ait olduğunu tespit edebiliyoruz. Mesela Yunus'un bazı şiirleri 16. Yüzyılın Türkçesi ile yazılmış. Belli ki o yüzyılda yaşayan biri tarafından yazılmış ve Yunus'un şiirleri arasına katıştırılmış. Romanımı yazarken bu şiir hangi Yunus'un şiiri hangisini kullanayım diye düşünmedim. Yunus şiirlerinin tamamını bir kaç defa okudum. Her okuyuşumda bu şiirin içeriğini şu bölümde kullanabilirim diye onları tasnif ettim. Bazı şiirlerin metne sindirildiğini göreceksiniz."

ALLAH ADİL MİDİR?

Şiirlerin yanı sıra romanda en belirgin hissedilen bir başka detay ise metafizik sorgulamalar. Pala, her inanan insanın bile zaman zaman sorguladığı 'Allah adil midir? Adil ise neden adaletini şimdi göstermiyor?' gibi soruları kitapta sık sık soruyor. Pala, okuyuncunun kafasındaki soruları sorduğunu söylüyor ve ekliyor; "Bu 13. Yüzyılda madde ile mananın sorgulaması. Madde o derece önem arz etmeye başlıyor ki bu manayı azaltıyor. Madde azalmış, azalınca kıymete binmiş. Kıymete bindiği zaman insanların yaratıcıyla, tabiatla, kendi iç dünyalarıyla hesaplaşmaları ve sorgulamaları arka arkaya gelmeye başlamış. Böyle bir ortamda pek çok insan yoldan şaşabilir, ahlak bozulabilir. Şeytan insanları kandırabilir. Bunun en kolay yolu da şüphelerle onları kötü yola sevk etmesidir. Bunu dengeleyecek yüksek bir imana sahip olmak gerekir. Madde ne kadar insanda ağır basan bir düşünce ise ondan kurtulabilmek için o derece ağır basan bir manaya ihtiyaç vardır. Ben de kitabın başında bir akide sorgulamasına giriştim. Aşırı olumsuz insanların nasıl daha sonra aşırı olumluya dönüştüğünü gösterdim."


Ruhuma tasavvufi bir tarikat uygun değil

İskender Pala mutasavvıf bir kimliği, Yunus Emre'yi yazdı. Peki o hayatında bir yol arayışına girdi mi? Bu defa İskender Pala'nın kendi manevi dünyasına dalıyorum. O da anlatıyor; "Ömrümün çeşitli zamanlarında çeşitli tasavvuf ekollerinin, yolların ve mürşidlerin kapılarından içeriye girdim. Çünkü Divan Edebiyatı'nı iyi anlamam için bunları bilmem gerekiyordu. Ne kadar tekke var, hangi gün zikir yapılır bunların hepsini bilirim. Fakat kalbimi her yokladığımda 'Buraya ait değilim' diyordum. İnsan ruhu bir su gibidir. Su akar ve o akış içinde bir takım cevherler taşır. İnsan ruhu dediğimiz bu su, bazen göl halinde birikir, dinginleşir, derinleşir sukün bulur ve teslim olur. Ama bazen aynı su, çırpınır, dökülür, başını taştan taşa vurur, kıvranır, ıstırap duyar. Benim ruhum bu ikinci tarife daha uygun. Ruhuma tasavvufi bir tarikat uygun değil. Fakat bu bir mürşidimin olmayacağı anlamına gelmiyor. Ben enerji üretmek, ışık olmak istiyorum." Pala, insanlığın kurtuluşunun ancak ilahi hakikate yönelmek olacağını söylüyor ve kendi dervişlik tanımını anlatıyor; "Bana göre dervişlik bir ceht işidir. Bu gayret cihat anlamındadır. Cihat eline kılıç alıp savaşmak değildir. Gayret göstermektir. Bu sadece belli adet Allah kelamı çekmek değil. Kendi yolunuzun dervişi olmak da mühim. Ben divan edebiyatının dervişi olabilecek miyim? Çünkü bir derviş asla dünyayı terk eden adam değildir. Dünya fikrini taşıyan ama dünyayı yaşamayan kişidir." İskender Pala'nın ortak mevzusu aşkı konuşmaya geliyor sıra. "Okuyucum benden aşk bekler ve ben hiç bir zaman onları kırmam. Çünkü bu çağın en önemli eksiği aşk. Bu çağı aşksızlık mahvediyor. İnsan aşk ile yoğrulmuştur. Biz bugün o cevheri kullanmıyoruz. Hepimizin içinde istidat var ama biz onu göstermiyoruz."