|
Bağımsızlığı savunmak zordur
Ülkemizde bir tür
‘mihenk taşı’
dır. Atatürk’e nasıl baktığınız sanki her şeyi belirler… Onu hangi isimle andığınız da sizin siyasi görüşünüze bir gönderme yapar…
Örneğin, anneannem
“Gazi”
derdi; rahmetli
Attila İlhan
da… Bazıları
“Mustafa Kemal”
diye anarak onun devrimci kişiliğinin altını çizerler… “Gazi Mustafa Kemal Atatürk” diyenler hem belli bir siyasi görüşü hem de Atatürk’ü tüm yanlarıyla değerlendirme yaklaşımını ifade ederler… Sadece
“Atatürk”
diyenler ise kahir çoğunluktadırlar.

Atatürk’ün anılma biçimlerinin çeşitlenmesinin nedeni, biraz da farklı dönemlerde değişik yanlarının ağır basmasından kaynaklanır… İnsanlar bu dönemlerine ait fotoğraflarını arkalarındaki duvarlara asarak da kendi siyasi angajmanlarına dair işaretleri vurgularlar… Her dönemiyle ilgili ayrı görsel malzeme bulmak mümkündür…

Osmanlı subayı olarak farklı cephelerde savaşmış bir
‘kahraman’
… Çanakkale’de destan yazmış bir
‘kumandan’
… Ulus-devlet kavramını ortaya koyma konusunda olağanüstü teorik ve pratik yapıyı inşa etmiş bir
‘devlet adamı’
… Reformlarla yapı taşlarını birer birer yerine koyarak Cumhuriyet’i inşa etmiş bir
‘Reis-i Cumhur’
… Millî ve manevi değerleri her şeyin üzerinde tutmuş, toplumun
ortak ruhi şekillenmesiyle
didişmeyen gerçek bir
‘lider’
Bir tek kavram vardır ki onun bütün dönemlerinde her zaman en belirgin ve en belirleyici şekilde tüm devlet yönetimi anlayışını tayin etmiştir:
Millî Bağımsızlık
meselesi…

Bunu kendi sözleriyle şöyle ifade etmişti: “Özgürlük ve bağımsızlık benim karakterimdir. Ben milletimin en büyük ve ecdadımın en değerli mirası olan bağımsızlık aşkı ile dolu bir adamım.”

İşte bu nedenle de her zaman düşmanları ve onun fikirlerini yok etmeye ya da çarpıtmaya çalışan gafilleri eksik olmadılar. Bazı kaynaklara göre 40’ın üzerinde suikast girişimine maruz kalması da bundandı…

Ona en büyük suikastı ise 1935 yılından vefatına kadar geçen sürede ve sonrasında yaptılar… Fikriyatının devlet bürokrasisine ve kadrolara yansımasını sağlayan
Kadro
dergisinin fiilen yok edilmesi ve derginin başındaki
Yakup Kadri Karaosmanoğlu
’nun Tiran Büyükelçiliği’ne “sürülmesi” (Bkz. Zoraki Diplomat adlı eseri) bir tür kırılma noktası olmuştu.
10. Yıl Nutku
’ndaki şu sözlerinin 1935’ten sonra nasıl çarpıtıldığı hafızalardır: “Millî kültürümüzü muasır medeniyet seviyesinin üzerine çıkaracağız.”

Geçmişteki bazı cumhurbaşkanlarımızın dahi kullandığı çarpıtılmış biçim ise şöyleydi: “Türkiye’yi muasır medeniyetler seviyesine çıkaracağız.”

Atatürk boşuna “millî kültürümüzü” dememişti. Çünkü bir başka konuşmasında ifade ettiği gibi; ona göre “Devletin temeli millî kültür” idi. Oysa
aşağılık kompleksi
yüklü çarpıtma,
‘millî kültürü
’ unutmuş ve de onu ancak ‘aşağılardan’ muasır medeniyet seviyesine kadar çıkarmayı hayal edebilmişti. Atatürk’ün gösterdiği hedefse onun çok üstündeydi ve millî kültürle ilgiliydi.
Büyük lider, millî bağımsızlığın, ancak
‘millî kültürü’
güçlendirerek ve yayarak korunabileceğini biliyordu.
Bir başka çarpıtma da
‘muasır medeniyet’
kavramının açılımında kendini göstermişti. Atatürk bu sözüyle sadece Batı’yı kastetmemişti. Oysa 1935’ten sonra iktidarı ele geçirmeye başlayan zihniyet önce İngiltere’yi, sonra da ABD’yi kültürel ve ekonomik kerterize aldı. Öyleyse Atatürk’ün sözü tahrif, düşünceleri iğdiş edilmeliydi(!)…

Türkiye’de millî bağımsızlığı hem kültürel hem de ekonomik düzeyde savunanların o zaman da işleri çok zordu; şimdi de çok zor…

Ruhu şad olsun…

#Bağımsızlık
3 yıl önce
Bağımsızlığı savunmak zordur
Evvelbahar
Siz hiç “ayben”e para gönderdiniz mi?
Irak: Kurtların sessizliği…
Direniş meşrudur, tükür kardeşim
Columbia’da ‘Filistin’le Dayanışma Çadırları’