|
Ali Fuad Başgil’in vasiyeti

Kütüphanemde kitaplarımın yanı sıra bol miktarda dergi ile bazı günlük gazetelerin özel sayıları da bulunuyor. Bu gazete tomarını geçen gün bir kere daha gözden geçirirken 19 Nisan 1967 tarihli Yeni İstanbul hemen dikkatimi çekti. Bu, büyük âlim, meşhur hukukçu, ahlak ve karakter âbidesi Ord. Prof. Dr. Ali Fuad Başgil’in vefatı üzerine yayımlanan özel nüsha idi. Şöyle bir göz gezdirince içinde bulunduğumuz Nisan ayının merhumun ölümünün 55. yılı olduğunu anladım ve büyük bir heyecanla okumaya başladım.

Bu tatlı heyecanı sizlerle paylaşmak için biraz daha ayrıntılı bilgi vermeye çalışayım. Sadece birinci sayfa değil, hemen hemen bütün sayfalar bu büyük insanın vefatıyla ilgili haberlere ve resimlere ayrılmıştı. Birinci sayfanın yarısını cenaze merasimine katılan muhteşem kalabalığın fotoğrafı kaplıyordu. Resim altı yazısı ise şöyleydi: “Dün İstanbul, memleketin en büyük evlatlarından birine son vazifesini yaptı. Sabahın erken saatlerinden itibaren Kadıköy’e akın eden binlerce genç, ihtiyar, partili, partisiz vatandaş tek bir partili gibi Başgil’in yası ile dolu idi. Camiden kabre kadar tekbir sesleri ile götürülen cenazenin namazını Diyanet İşleri Reisi kıldırırken, tabutu Millet Meclisi Başkanı da taşıyordu. Binlerce üniversiteli genç muhterem hocalarına ve en çok sevdikleri ilim adamına sonsuz minnettarlıklarını göstermek için çırpınıyorlardı. Resim, cenazeyi eller üstünde götüren muhteşem kalabalığın bir kısmını gösteriyor.”

Manşet, “Bütün İstanbul Ağladı” şeklindeydi ve haber şöyle başlıyordu: “Evvelki gün sabaha karşı saat 01.15’te geçirdiği bir kalp krizi sonunda Hakk’ın rahmetine kavuşan büyük Türk fikir ve politika adamı, gazetemiz yazarı, AP: İstanbul Milletvekili ve Millet Meclisi Anayasa Komisyonu Başkanı Ord. Prof. Dr. Ali Fuad Başgil, dün dostlarının ve binlerce talebesinin gözyaşları arasında toprağa verilmiştir.

Vefatı bütün yurtta derin teessür yaratan Başgil’in cenazesinde hazır bulunmak üzere yurdun muhtelif yerlerinden gelen dostlarıyla, kendisini sevenler, sabahın erken saatlerinden itibaren Feneryolu’ndaki evinin önünde ve cenaze namazının kılınacağı Osman Ağa Camii’nin önünde toplanmaya başlamışlardır.

Saat 11.10’da cenaze gözyaşları arasında evden çıkarılmış ve cenaze arabasına konulmak istenmiştir. Fakat fazilet timsali hocalarının son yolculuğunu elleri üstünde yaptırmak isteyen MTTB’li gençler başlarında Genel Başkan İsmail Kahraman olduğu halde, ‘Onu biz taşıyacağız’ demişler ve beş kilometrelik yolu 45 dakikada aşarak saat 12’de Kadıköy Osman Ağa Camii’ne getirmişlerdir.”

“Cenazesinin Başında Sabaha Kadar Kur’an Okundu” başlığıyla yer alan diğer bir haberin yanındaki haberin başlığı da dikkati çekiyordu. “Demirel’in Çelengi Atıldı” başlığını taşıyan haber de şöyleydi: “Ailesinin çelenk gönderilmemesi ricasını dikkate almayan Başbakanlığın yolladığı ve Demirel’in ismini taşıyan çelenk gençler tarafından ortadan kaldırıldı.”

Yine birinci sayfada başyazar Nizameddin Nazif Tepedelenlioğlu’nun bir yazısı yer alıyordu. Bâbıâli’de “Deli Nizam” diye tanınan fakat son derece akıllı olan bu ünlü köşe yazarı, yazısının girişinde muhteşem kalabalığı tasvir ettikten sonra şöyle bir cümle kullanıyordu: “Başgil seçilmiş, ama yalnız seçim formalitesi tamamlanamamış bir eski, fakat gerçek Cumhurbaşkanı gibi bir gönül seli üstünde yüzdürülerek ebedi istirahatgâhına götürüldü.”

Tepedelenlioğlu, yazısını şu cümleyle bitiriyor: “Benim kadim dostum Başgil’in meziyeti neydi? Cevap vereyim: Şarkın ve Garbın künhüne tam akıl erdirerek, Şarkın rehberi olmaktı!” Söyleme ihtiyacı duyduğum için ifade edeyim. Nizameddin Nazif Bey, benim de yazılarını büyük bir hayranlıkla okuduğum Bâbıâli’nin en akıllı delilerinden biriydi. Hatırlatayım, onun “Deli Deryalı” diye bir de tarihi romanı vardı. Merhum Ayasofya, Sultan Abdülhamid, Sultan Vahdeddin ve Said Nursi hakkında -devrinin şartlarını göz ardı ederek- en cesur yazıları yazmıştı.

Sadede gelecek olursak, Yeni İstanbul’un iç sayfaları gibi, son sayfası da Başgil’le ilgili yazılarla ve resimlerle doldurulmuştu. “Fikir ve İman Mücahidi Defnedildi” üst başlığı altında yer alan bu yazılar ve resimler geleceğin tarihçileri ve araştırmacıları için büyük önem arzediyor.

Vefat yıl dönümü dolayısıyla kaleme aldığım şu satırların -tabii ki- o büyük şahsiyetin ahlak ve karakterini, ilmi seviyesini, siyasi dehasını anlatmak için yeterli olmadığı kesindir. Ancak şu kadarını belirtmek isterim ki, Necip Fazıl ve benzeri kalem erbabı gibi, Ali Fuad Başgil de gerek yazılarıyla, gerek eserleriyle ve kahramanca mücadelesiyle bizim nesli etkileyen âbide isimlerden biridir. Daha lise yıllarında defalarca okuduğum “Gençlerle Başbaşa”, “Din ve Laiklik” gibi anıt eserleri bugün de kütüphanemin raflarını süslemeye devam ediyor. Özellikle “Din ve Laiklik” bu konuda yazılmış en sağlam kaynaktır ve henüz aşılamamıştır. Tam bir hukuk otoritesi olan merhumun demokrasiyle ve 27 Mayıs 1960 askeri darbesiyle ilgili eserleri de her türlü övgünün üstündedir. Bu meş’um darbeyle ilgili birçok kitap yayımlandığı halde hiç biri, Başgil’in eserleri kadar ilgi görmedi.

Üzücü olan şu ki, böyle bir ilim ve hukuk otoritesinin, dürüst ve namuslu bir öğretim üyesinin vefatından hemen sonra “armağan kitap” başta olmak üzere, gerekli ve kapsamlı bir yayın yapılmadı. Şükürler olsun ki, aradan uzun yıllar geçmesine rağmen bugün böyle eserlere kavuşmuş bulunuyoruz. Memleketi olan Samsun Çarşamba Belediyesi’nin hazırladığı Başgil kitabı için hemşehri vefası diyebiliriz. Bir sohbet için bu ilçemize davet edildiğimde adı geçen eseri bana da hediye etmişlerdi.

Yine iftiharla belirtelim ki, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi tarafından “Ord. Prof. Dr. Ali Fuad Başgil Anısına Armağan” adıyla neşredilen hacimli bir kitap özlemini duyduğumuz bir anıt eser olarak karşımıza çıkıyor. 1062 sayfalık bu armağanda merhumun talebeleri Servet Armağan, Rasim Cinisli, Ferruh Bozbeyli, İsmail Kahraman gibi değerli şahsiyetlerin yanı sıra diğer birçok akademisyenin de yazıları yer alıyor.

Şimdi gelelim, sürpriz diyebileceğimiz asıl konuya… Hayatını hakkın müdafaasına vakfeden Ali Fuad Başgil’in bir de tasavvufa ilgisi varmış. Bunu ben de “İlmi ve Akademik Araştırma Dergisi: Tasavvuf” isimli derginin 8. sayısıyla birlikte Prof. Mustafa Kara hocamızın Yeni Dünya mecmuasında yayımlanan bir makalesinden öğrendim. Bahsi geçen dergide, Rıfat Okudan imzasıyla ve “Aydınoğlu Tekkesinin Son Postnişini Hafız Bekir Necmeddin Sıdki” başlığıyla neşredilen yazıda merhumun bu yönü de gün ışığına çıkarılıyor. İlgimi çektiği için naklediyorum. Makalenin sonunda yer alan Başgil’in vasiyetnamesi de yer alıyor ve şöyle deniliyor:

“Ali Fuad Başgil’in cenazesiyle ilgili vaziyeti, onun manevi yönü hakkında önemli ipuçları vermektedir. Başgil’in vasiyeti bu örnek insanın, yüzünü İslam medeniyetinden başka bir yere çevirmediğini ispatlamaktadır. Vasiyetinden birkaç madde şöyledir: 1- Tabutuma, bir takım ağır kumaşlar üzerinde sırma işlemeli mukaddes kelimeler ve âyetler örtmeyiniz. Hakir bir bez parçası yeter. 2- Cenazeme top arabası gelecek olursa, onu vatan vazifesine iade ediniz. Çelenkleri kanalizasyon çukuruna atınız. 3- Olur da cambazhane kadrosu kılıklı şehir bandosu önümde gâvur çığlıkları koparmaya kalkarsa, kendilerini başka kapıya diye kovunuz. 4- Namazıma duracak olanların dışında hiç kimse cenazemde yer almasın. 5- Uzaktan ve yakından sadece Fatiha ve Kur’an’a muhtaç olduğumu biliniz. 6- Müslümanlardan üzerimdeki haklarını helal etmelerini dileyiniz. (Yeni Sabah 21.04.1967)”

Merhum, Başgil’in ahlak ve karakter hamurunu işte bu İslâmî hassasiyetin yoğurduğu şimdi daha iyi anlaşılıyor. Allah rahmet eylesin!

#Ali Fuad Başgil
#AP
#Anayasa Komisyonu Başkanı
#MTTB
2 yıl önce
Ali Fuad Başgil’in vasiyeti
Tiyatroya karşı çadır tiyatrosu
İnsafsız takas!
Bir Başka Mesele: Sistemi psikiyatr ve psikologlar bozdu
Niçin Diyanet
Bi şey yapmalı!