“Günah”, “suç”, “ayıp”, kavramlarının sınırlamaları ve kısıtlılıkları olmasaydı toplumsal hayat söz konusu olamazdı. Bazılarında birbirleriyle çok sıkı biçimde iç içe, bazılarında içlerinden birisi daha öne çıkmış halde olsa da her toplumda bu üç kavram, önemli bir rol oynuyor. Devletin kurum ve kuruluşları, onları temel alarak şekilleniyor.Akademide esasen günahla ilahiyat, suç ile hukuk, ayıp ile etik ilgilenmekle birlikte birçok bilim dalına uzantıları var. Her birinde devasa bir külliyat birikmiş
“Günah”, “suç”, “ayıp”, kavramlarının sınırlamaları ve kısıtlılıkları olmasaydı toplumsal hayat söz konusu olamazdı. Bazılarında birbirleriyle çok sıkı biçimde iç içe, bazılarında içlerinden birisi daha öne çıkmış halde olsa da her toplumda bu üç kavram, önemli bir rol oynuyor. Devletin kurum ve kuruluşları, onları temel alarak şekilleniyor.
Akademide esasen günahla ilahiyat, suç ile hukuk, ayıp ile etik ilgilenmekle birlikte birçok bilim dalına uzantıları var. Her birinde devasa bir külliyat birikmiş vaziyette. Bizim içinde yer aldığımız psikolojik bilimler hem hepsiyle ilgili hem hepsinden daha farklı. Çalışma alanımızın farklılığı nedeniyle kavramlar, nispeten değişik içerikler kazanabiliyor.
Böyle bir giriş yapmak zorunda hissettim kendimi çünkü ilahiyat, hukuk ve etik alanlarının hepsinde bahsedilen bir konuya, “affetme”ye psikolojiden bakmak istiyorum. Daha başlamadan, “Psikolojinin bakışı, konuyu psikolojik bakımdan aydınlatmaya çalışmak, diğer alanlarda üretilmiş bilginin geçerliliğini ortadan kaldırmaz” demek için girişte bunları özellikle belirttim. Affetmenin psikolojimizdeki gücünü ortaya koymaya çalışmak, günah, suç ve ahlaksızlıkla ilgili yargıları ortadan kaldırmak, hele hele günahı, suçu ve ahlaksızlığı temize çıkarmaya, cezayı gereksiz kılmaya uğraşmak değildir, sakın öyle düşünmeyin demek için… Psikolojik aftan konuştuğumuzda aslolan, hatayı ya da suçu affetmek değil, hata yapan, suçu işleyen kimseye karşı iç hesaplaşmamızı bitirebilmemizdir. Hata yapanın toplumsal alanda ayıplanması, suçluya ceza verilmesi de psikolojik affetme ile bağlantılıdır ama ayrıca ele alınması gereken bahsi diğerdir.
Affetme konusuna psikolojik bakışımın kısmen hukuktan, daha çok etikten, en çok da ilahiyattan etkilendiğini vurgulayabilmek için de sözü böyle dolandırıyorum. Boyumdan büyük laflar etmekten fazlasıyla çekinir, taaccüp ederim lakin tersi de doğru. Hukuku, dini ve ahlakı kavrayışım da affetmenin fevkalade gücünü onaylıyor.
“Başınıza gelen herhangi bir musibet, ellerinizle işledikleriniz yüzündendir. Bununla beraber yine de Allah çoğunu affeder” (Şura, 30). “Ey iman edenler... affeder, kusurlarını başlarına kakmaz, örterseniz, bilin ki Allah çok bağışlayan, çok esirgeyendir” (Tegabun, 64). “Bir kötülüğün cezası, yine ona denk bir kötülüktür ama kim bağışlar ve barışı sağlarsa, onun ecri Allah’a aittir. Şüphesiz ki Allah zulmedenleri sevmez” (Şura, 40). “(Resulüm) Sen af yolunu benimse, iyi olanı emret ve cahillerden yüz çevir” (Araf Suresi, 199). “Sizden, faziletli ve varlıklı olanlar, yakınlara, yoksullara ve Allah yolunda hicret edenlere vermekte eksiltme yapmasınlar, affetsinler ve hoş görsünler. Allah’ın sizi bağışlamasını sevmez misiniz? Allah, bağışlayandır, esirgeyendir” (Nur Suresi, 22).
Bunları ve benzer ayetleri, Hz. Peygamber'in (SAV) hayatını ve sözlerini gerekçe göstererek Müslümanlar, kendisi affedici olan Yaratıcımız'ın bizden de affedici olmamızı beklediğine inanırlar. İnanmalıdırlar… Artık konumuz olan affetmeye geçebiliriz.
Hemen söylemek lazım, “Af” kelimesi, genellikle “mağfiret” ile birlikte kullanılır. Af, suç açıklandığı halde ceza vermemek; mağfiret ise suçu tamamen örterek hiç gündeme getirmemektir. Biz affetmeyi gündelik dilimizde olduğu gibi mağfireti de içerecek biçimde kullanıyoruz…
Affetmek, başa geleni unutmak değil kin beslemeye son vermektir. Affeden insan, öfkesinde, hıncında, intikam hislerinde tamamen haklı olmasına rağmen, bunu bitmek bilmez bir kine dönüştürmeden sonlandırabilmeyi başarabilmiş bir kimsedir. Hem içindeki hasetle mücadelede hem kişilik gelişiminde olgunluğun doruk noktasına ulaşmıştır.
Affetmek ile merhamet etmek arasında da ince bir fark var. Bize karşı yaptığı hatadan, işlediği suçtan dolayı ıstırap duyan birisine karşı merhamet hislerimiz uyanmışsa oradan affetmeye gitmek şüphesiz daha kolaydır ama merhamet etmek ve affetmek yine de farklıdır. “Büyük Erdemler Risalesi” yazarı Andre Comte-Sponville, “merhamet, bir ıstıraba yöneliktir ve ıstırapların çoğu masumdur. Bağışlama ise hatalara yöneliktir ve çoğu hata, yapana acı vermez” der ve bağışlama ile merhameti birbirinden farklı iki erdem olarak görür. Haklı. Amansızca ıstırap çektiği görülen bir kimse karşısında hissedilen duygudur merhamet ve onun yürürlükte olduğu sırada zaten kin devrede olmaz. Bu nedenle merhamet, nispeten daha kolay ve yaygın; affetme ise içimizde baş gösteren intikam ve kini yenmek için bir mücadele gerektirdiğinden daha zor ve nadirdir. Kimileri böyle düşünmüyor ama ben merhamet etmek ve affetmek için af dilemenin şart olduğu kanaatindeyim. Psikolojiden bakıldığında da af dilemeyen, affedil(e)mez. Affetme, pişmanlık ve vicdan azabına karşı olgun bir nefsin cevabıdır.