Bizim yenilenmeye, yeni bir toplumsal sözleşmeyle baştan ayağa restorasyona, dünyanın da bize, yeni Türkiye’ye ihtiyacı var. Artık eski dünyanın kavramları hiçbir işe yaramıyor, içleri boşaldı, pörsüdüler. Bu yeni hal, sırtımıza medeniyetçi bir yaklaşımın sorumluluğunu yüklüyor. Ama medeniyetçi bir yaklaşım geliştirmek, eğer varoluşçu bir romantizmle, slogan ve belagatle yetinmeyecekseniz, sanılandan çok daha zor. Hele hele Müslümanlar olarak halimiz ortadayken... Zor diye vazgeçecek değiliz. Bizim
Bizim yenilenmeye, yeni bir toplumsal sözleşmeyle baştan ayağa restorasyona, dünyanın da bize, yeni Türkiye’ye ihtiyacı var. Artık eski dünyanın kavramları hiçbir işe yaramıyor, içleri boşaldı, pörsüdüler. Bu yeni hal, sırtımıza medeniyetçi bir yaklaşımın sorumluluğunu yüklüyor. Ama medeniyetçi bir yaklaşım geliştirmek, eğer varoluşçu bir romantizmle, slogan ve belagatle yetinmeyecekseniz, sanılandan çok daha zor. Hele hele Müslümanlar olarak halimiz ortadayken... Zor diye vazgeçecek değiliz. Bizim siyasetimiz, medeniyet iddiasına dayanmak, yaşanılan gerçeklikten kopmadan insanlığa ayakları yere basan yeni bir dünya teklifinde bulunmak zorunda... Kelimelerinizin modernliğin sıkıntılarına duçar olmuş her bir insanın kalbinde yankılanması icap ediyor.
Yenidünya, eski dünyanın kavramlarıyla kurul(a)maz. Eskinin “devlet”, “sivil toplum”, “devrim” gibi temel kavramlarını da yeni baştan elden geçirmek durumundasınız. Devleti, toplumdaki kolektif aklın, toplumun organizasyon yeteneğinin somutlaştığı, giderek çok daha karmaşıklaşan devasa bir ağ olarak görmek artık daha doğru... Devlet ile sivil toplumu birbirinden kesin hatlarla ayırmanın da iler tutar yanı yok. Her fert gibi her toplum da varlığını koruyan, ona bir yaşama stili kazandıran bir ruh, bir akıl sayesinde organize oluyor. Toplumun kolektif aklından kaynaklanan organizasyonel yetenekleri, “gücü meşru kullanma yetkisi”ni örgütleyebildiğinde devlet ortaya çıkıyor... Bugün “devrim”i, “ezilen sınıfın iktidar için egemen sınıfla iç savaşı” diye tanımlarsak daha baştan kaybederiz. “Devrim”in bugünkü manası, toplumun adaletsizlikten bıkmış kahir ekseriyetinin taleplerinin demokratik barışçı bir siyasetle devlet aklına dönüşmesinde aranmalı. Yine örneğin devleti kutsallaştıran, insan hürriyetini hesaba katmadan ideolojinin hizmetine veren, “kamusal”ı, “toplumsal”ı bir ve aynı gören eski anlayışla bugün sağlam bir medeniyet yürüyüşü mümkün değil.
Devlet-toplum ilişkisi üzerine de çok düşünmek zorundayız. Son tahlilde hak ettiğiniz biçimde yönetiliyorsunuz. Devlet-toplum ilişkisinin gerçek niteliği, özellikle toplumun karşılaştığı felaket zamanlarında kendisini açıkça belli ediyor. Dış tazyiklerin ya da iç dinamiklerin gerilimlerine dayanamayan toplumlar, organizasyonel yeteneklerini bir anda yitiriveriyor, bir keşmekeşin içine düşüyorlar. Çaresiz, acz içindeki bir insana benziyorlar. Devlet-toplum ilişkisi zayıf olan yapılarda toplumsal doku ne kadar sağlam olursa olsun, devlet hızlı çözümler üretemez, ekonomik olarak güçlü olanlar zayıfların, madunların dertlerini paylaşmaz, adaletsizlik yaygınlaşır. Birlikleri ve organizasyonel yetenekleri her türlü badireye rağmen yıkılmayan toplumların sırrı, bu tüm diğer faktörlerin yanında esasen, “toplumsal”ın, toplumun dokusunun sağlamlığıyla alakalı...
Peki, biz Türkiye’de toplumsal dokumuzun sağlamlığı açısından bir medeniyet iddiasını hak eder durumda mıyız? Toplumsal dokumuz, hala sağlam. Yaşadığımız onca felakete, kötü yönetimlere, devlet ve toplum arasındaki çürük ipliklerle tutturuluvermiş sözde bağlara rağmen, kaosa karşı direncimizden, iç çatışmalara meydan vermeyişimizden ve dahası devlet aygıtını demokrasiye zorlayarak devleti dönüştürme arzumuz, doku gücümüzün ispatı. Şimdi sessiz bir devrimle devleti restore etmeye, devlet-toplum ilişkilerini gerçekten güçlendirmeye gayret etmemizin esrarı da dokumuzda saklı. Şüphesiz bu büyük değişimin lokomotifi, Recep Tayyip Erdoğan’ın liderliği ve son yıllarda dünyanın en başarılı siyasi organizasyonu Ak Parti ama enerji toplumuzun yeraltı kaynaklarından geliyor. Tüm bunlara eyvallah ama medeniyet iddiaları için yol azığı olarak sadece bunlar yeter mi? Hayır. Kaldı ki toplumsal alana geldiğimizde biraz durmamız, çok sağlamız deyip geçmememiz gerekiyor.
Toplumsal alan sağlamlığına rağmen birçok sorunu barındırıyor. İki yüzyıllık modernleşme maceramız, çok farklı hayat tarzları, din telakkileri meydana getirmiş. Mahçupyan haklı; toplumumuzun en bariz görünümlerinden birisi melezleşme. Önceleri yan yana getirilemeyen birçok “şey” şimdi bir arada. Alt ve mikro toplumsal düzeylere doğru gidildikçe bu çeşitlenme ve alacalı hal daha da artıyor. Bazı noktalarda sağlamlıktan eser kalmamış, kırılgan fay hatları oluşmuş. Bugüne kadar neden böyle olduğumuzun kabahatlisini aramaya harcadık enerjimizi. Başta kötü yönetimler olmak üzere birçok sorumlu da bulduk. Şimdi “şunlar yüzünden bu haldeyiz” demekle iktifa edemeyiz. Sorunlarımızı tespit edip çözümler üretmeliyiz.