|
Müstear üzerine

Şemseddin Sami "müstear" için "muvakkaten kullanılmak için alınmış, ariyet alınmış, iğreti" karşılıklarını veriyor.

Eski edebiyatımızda şairlerin kullandığı takma ada da "mahlas" diyoruz. Yani şairin ikinci adı, meşhur olan adıdır. Çoğumuz bugün Fuzûlî''nin gerçek adının Mehmed, Nedim''in Ahmed, Necâtî''nin İsa olduğunu bilmiyoruz. Kullandıkları mahlaslar onların asıl adı yerine geçmiştir. Bir de mahlaslar yeni yetişen şairlere üstadları tarafından konan bir addır. Mesela asıl adı Mehmed olan Şeyh Galib''e hocası Neş''et Efendi "Esad" mahlasını koymuştur. Ünlü şairin bu mahlasla yazdığı birçok şiiri vardır. Ancak o, aynı isimle şiir yazan diğer şairlerden ayrılmak için Galib mahlasını da kullanıyordu ve giderek bu isimde karar kıldı. Bununla ilgili tartışmalar edebiyat tarihimize bile geçmiştir. Önceleri "Hüznî" mahlasıyla şiirler yazıp daha sonra şevklenen Sürûrî, rekabet kaygusuyla kendi alanında at koşturamadığı Şeyh Galib''e,

Bilmem ey menhûs adın Es''ad mıdır, Gâlib midir?

diye sataşır. Büyüklere büyüklük yakışır ve her büyüğün yaptığı gibi Şeyh Galib kendi döneminin bu üçüncü sınıf şairine cevap vermeye bile tenezzül etmez. Fakat bir süre sonra ortalıkta gizliden gizliye yazılmış bir şiir dolaşır:

Mağrûrluğun olmada günden güne efzûn

Şâyeste idi mahlasın olsa idi Gurûrî

Gâlib görünen Es''ad''a menhûs diyorsun

Hüznî''yi unuttun mu ne yaptın a Sürûrî

Bu şiir Sürûrî''ye bir daha ağzını açmamak üzere verilmiş bir cevaptır. Şiirin, her ne kadar Şeyh Galib''in kendisi tarafından yazılmadığı ifade edilse de, büyük adamlar kendisi hakkında üretilen en ufak dedi-koduları bile bertaraf etmenin yollarını bulur. Maşayı kendileri kullanmazk. Bu şiiri ya kendisi yazıp başkalarına vermiştir, ya da çevresinden bir başka şaire söyletmiştir.

İki şair arasındaki bu tartışmayı geçenlerde üstüste iki hafta "müstear"ın farklı bir yönü üzerinde duran Fatma K . Barbarosoğlu''nun yazısı üzerine hatırlıyoruz. Bir anekdot da yakın tarihten:

Mahmut Kâhyaoğlu, Dergâh dergisinin Kasım 1998 tarihli sayısında, Hasan Bülent Kahraman''ın "Yahya Kemal Rimbaud''yu okudu mu?" isimli kitabı üzerine, yazarın bir yanlışlığına değinerek, "Kanuni hangi Selim''in oğlu?" başlıklı bir yazı kaleme almıştı. Hüseyin Durukan da Nüshalar''ından birinde bunu sözkonusu ederek Yahya Kemal''in,

Ehl-i aşk anlayamaz efsûs lisân-ı dilden

Zanneder âşık-ı dîvâne muammâ söyler

yanlış aktarılmış beytini olduğu gibi vermişti. İbrahim Kardeş''imiz de aynı günlerde "Dil Burcu"nda beytin ilk mısraında geçen "ehl-i aşk" tamlamasının mana olarak gitmediğini, bunun "ehl-i akl" ya da başka bir şekilde olması gerektiğini söyleyerek "Lisan-ı dilden ehl-i aşk anlamayacak da kim anlayacak?" diye sormuştu haklı olarak.

Bunda ne tuhaflık var diyeceksiniz. Tuhaflık her üç müellifin de "ariyet alınmış" isme başvurmasıdır. Şemseddin Sami "müstear"a örnek verirken, "hayât-ı müstear" tamlamasını kullanıyor. Şunun şurasında zaten "iğreti ve muvakkat olan bir dünya"da yaşamıyor muyuz?

24 yıl önce
Müstear üzerine
Tevradî bir mitin Kur’anî bir kıssa ile tashihi
i-Nesli anlaşılmadan siyaset de olmaz, eğitim de…
İç talebe ilişkin öncü göstergeler ilave parasal sıkılaştırmaya işaret ediyor!
Enerjide bağımsız olmak
Târihin doğru yerinde durmak