|
AK Parti’nin kimliği, kurucu ilkeleri ve ruhu…

AKParti herkesin kendi kafasına göre kimlik giydirmeye çalışacağı amorf bir kitle partisi değildir.

Kitle partisidir lakin kimliği, misyonu ve ilkeleri olan bir partidir.

AK Parti bu ilkeleri kabul eden herkese açık olan ve herkesin temsiline imkân sağlayan bir Türkiye partisidir.

“Biz farklılıklarımızla birlikte Türkiye’yiz!” anlayışıyla dini, ırkı, mezhebi, dili ve yaşam tarzı farklı olan herkesi kendinden bilip kucaklayan bir Türkiye partisidir.

***

AK Parti yola çıkarken kendini gayet açık bir biçimde tarif etti.

“Muhafazakâr demokrat” tanımı, AK Parti’nin kimliğinin özünü oluşturdu.

AK Parti’nin muhafazakârlık anlayışı, tarihe-geçmişe saplanıp kalan tutucu bir anlayışa yaslanmıyordu. Tarihini-geçmişini sahiplenen, yani kökünün ayırdında olan ama bugünü ve geleceği de değişimci ve yenilikçi bir anlayışla doğru okuyup tarifleyen bir anlayışa yaslanıyordu. Bir başka deyişle, kendi kökleri üzerinde değişime ve yeniliğe açık bir anlayışın temsilcisi olarak ortaya çıkıyordu. Yahya Kemal’in “Kökü mâzide olan atiyim” ifadesine tam da uygun bir anlayışın siyaseten ete kemiğe bürünmüş haliydi.

Muhafazakârlık, dinî duyarlığı da içeriyordu elbette. Çünkü din aziz milletimizin kökünü oluşturan ve anlamlandıran en önemli unsurların başında geliyordu. Milletin değerlerini üstünde taşıyan bir partinin dini duyarlılığı onun dinci ve dinsel milliyetçi bir parti olduğu anlamına gelmiyordu. AK Parti’yi “dinci” veya “siyasal İslamcı” olarak tanımlayanlar yanlış bir laikçi okumanın içindeydiler. AK Parti devlet marifetiyle dini yoluma dayatmayı öngören totaliter ve otoriter bir İslamcı siyasi proje olmadığı gibi din üzerinden siyaset yapmayı amaçlayan bir dinci parti de hiç değildi.

Demokratlık, AK Parti’nin bu muhafazakâr kimliğini taçlandıran diğer bir aidiyetiydi.

AK Parti’nin demokratlığı “herkes için özgürlük isteyen” ve “herkesi farklılıklarıyla birlikte kendinden bilen” özgürlükçü ve birleştirici bir demokratlıktı. Adalet anlayışı, bu demokratlığın en başat unsuruydu.

AK Parti’nin demokratlığı devrimci bir öze sahipti. Zira devlet paradigması denilen şey, farklılıkları homojenize etmeyi amaçlayan tekçi, inkârcı ve yasakçı bir uygulamayı içkindi. Bütün bunları yıkmak için demokratik devrimci bir anlayışı kuşanmak gerekiyordu. AK Parti’nin devrimciliği demokratlığın yerine ikame edilen bir şey değildi; tersine demokratlığının gerektirdiği doğal bir davranıştı.

***

AK Parti’nin kurulurken ilan ettiği kırmızı çizgileri anlamlıydı.

AK Parti milletimizi ayrıştıran ve çatıştıran şu üç milliyetçilik türüne karşı olduğunu gayet netlikle ilan etmişti:

-Dinsel milliyetçilik.

-Etnik milliyetçilik.

-Bölgesel milliyetçilik.

Dinsel milliyetçilik karşıtlığı, bu ülkede yaşayan farklı dinlere mensup insanları vatandaşlığın dışındaki tanımlarla dışlayıp ötekileştirmeyi amaçlayan anlayışlara karşı herkesi dini ne olursa olsun bu ülkenin insanı ve bu ülkenin sahibi gören kuşatıcı birlik anlayışını içkindi.

Etnik milliyetçilik karşıtlığı, etnik-ırksal farklılıkları kabul etmeyen ve herkesi etnik-ırksal temelde tektipleştirmeye çalışan ırkçı anlayışların devletimizin bekasını ve milletimizin birliğini tehdit eden zararlı anlayışları söküp atmayı amaçlıyordu.

Bölgesel milliyetçilik karşıtlığı da, bölgelere göre ayrımcılık yapan veya insanlarımızı bölgelerine bakarak değerlendiren muzır anlayışların anlamlı bir reddiyesine dayanıyordu.

AK Parti’nin kurulduğu o eski Türkiye düşünüldüğünde, özellikle 28 Şubat sonrasındaki Türkiye konjonktürü düşünüldüğünde bu denilenlerin ne kadar anlamlı ve gerekli olduğu anlaşılır.

Bence bu ilkeler ve anlayış bugün de anlamını ve gerekliliğini aynen muhafaza ediyor.

AK Parti, hiçbir zaman kırmızı çizgilerinden ilkesel olarak ödün vermedi. Zaman zaman bu çizgileri aşan uygulamalar içinde olduysa da bu öz her daim muhafaza edildi.

Bir özeleştiri yapmak gerekirse, bölgesel milliyetçiliğin yanısıra şehir milliyetçiliğine de dönemsel olarak AK Parti’nin pratikte savrulmuş olması ne kadar üzücü bir gerçeklik ise, bu tür uygulamaların sağlam kurucu öz zırhına çarpıp dipten gelen sert tepkiyle geri püskürtüldüğü de sevindirici bir gerçekliktir.

Etnik milliyetçiliğe yani ırkçılığa hiçbir zaman kaymamış olsa bile AK Parti’mizin ilk başlardaki etnik kimlik siyaseti konusunda kendine ait o cesaretli ve ilkesel söylemini geri çeken siyaseti ve dahası kendi kurucu ilkelerinin dışında, özde öyle olmasa da görünürde etnik milliyetçiliği çağrıştıran kavramlara yaslanan yeni dönem söylemlerinin kafalarda soru işaretleri oluşturmadığını söylemek doğru olmaz. AK Parti’nin yaşadığı kan kaybının sebeplerinden biri de bu algısıdır. O yüzden AK Parti’nin kurucu ruhuna ve özüne dönerek kendi ilkelerini taşıyan kavramlara geri dönmesi, olmazsa olmaz bir öneme sahiptir.

***

AK Parti milletin partisi olarak kuruldu. AK Parti milletin değerlerini üstünde taşıyan bir partiydi ve milletin değerlerini hâkim kılmak için kurulmuştu. “Millet ne derse o!” ve “Millete hizmetkârlık esastır!” diyen bir anlayışla kurulan AK Parti’nin süreç içinde devletin partisine dönüştüğü algısına yol açması elbette manidardır.

Esefle belirtmek isterim ki Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi devlet-parti veya parti-devlet özdeşliğini beraberinde getirdi. Statükoya karşı değişimciliği savunan AK Parti birden bire statükoyu savunan bir partiye dönüştü. Çünkü verili statüko, artık AK Parti’nin statükosu olmuştu. Hâlbuki kendisinin oluşturduğu statükoya bile gerektiğinde kendisi itiraz eden o devrimci ruhun muhafazası elzemdi. Bunun zaman zaman anlamlı çıkışlarla gösterilmesi de büyük öneme sahipti. Bir başka deyişle, o demokratik-özgürlükçü-devrimci ruh gerektiğinde kendi statükosuna da karşı çıkan bir uygulamayı içkin olmalıydı. Bu devrimci-demokrat ruh kaybı, AK Parti’yi devletin-sistemin-statükonun partisi konumuna soktu. Liderin dışında çoğunlukla millete tepeden bakan siyasal oligark rolüne bürünmüş aktörlerin ön plana geçmeleri, en kötüsü de bu siyasi veya bürokratik aktörlerin -başdanışman vs- devlet diliyle ve devlet üzerinden millete adeta parmak sallayan tutumları, son tahlilde AK Parti’nin o kurucu ruhunun kaybına yol açtı.

***

Devlet-parti ilişkisinde gözden kaçırılan temel gerçeklik şuydu: Evet, AK Parti devleti yöneten bir partiydi ama devletin ne kendisiydi ne de partisiydi. AK Parti’nin kendisini devletin bizatihi kendisi olarak görmesi yanlıştı. Zira devlet herkesin/hepimizin devletiydi. AK Parti’nin kendini devletin kendisi görmesi hem AK Parti’nin kurucu kimliğini aşındırdı, hem de AK Parti’ye oy vermeyen vatandaşların devlete aidiyet duygusunu.

AK Parti’nin devletin partisine dönüştüğü ve yeni sitemle birlikte parti devleti dönemine geri dönüldüğü algısı Reis’in sözünü ettiği kan ve ruh kaybını zaman içinde hızlandırdı.

Taşradaki AK Parti il ve ilçe başkanları büyük ölçüde milletten koptu. Kendilerini bulundukları yerlerde mülki amir gibi görenler bir de millete devlet edasıyla tepeden bakıp kibir satınca, evvela teşkilatlarda başlayan kan ve ruh kaybı milletteki öfkeyle de buluşunca sandıktan çıkan sonuç sarsıcı oldu.

***

31 Mart’a bir günde gelinmedi elbet. Kaç zamandır yaşanan özden uzaklaşma, teşkilat içinde iktidar kavgaları, şahıs ve hizipçilik hastalığı, küçük olsun benim olsun anlayışına dayalı dışlamalar, şahsi iktidar oyunları ve en fenası da milletten kopuk siyasetin getirdiği küstürmeler, teşkilatla birlikte milletin de haklı tepkisini beraberinde getirdi.

Şimdi yapılması gereken şey bellidir: AK Parti’nin muhafazakâr-demokrat-devrimci özüne ve kurucu anlayışına uygun yeni bir AK Parti olarak acilen kendisini konumlandırması. Sonradan AK Parti’ye katılanların AK Parti’nin kimliğine ve kurucu ilkelerine gölge düşüren tüm tanımlarının kapı dışında bırakılması.

Herkesin kendi kafasına göre tanımladığı ve herkesin kendi anlayışına göre kimlik giydirmeye çalıştığı bir AK Parti olgusu, o kurucu ilkelerden dolayı AK Parti’yi omuzlamış sosyolojinin AK Parti’ye olan itimadını sarstı. Öyle ki kimi yerlerde büyükşehir belediye başkan adaylarının dahi AK Partileri birbirinden farklılık arz eder oldu. AK Parti’nin kişiden kişiye veya şehirden şehire farklılaşan kimliği derin bir güvensizliğin oluşmasını sağladı. O yüzden AK Parti kimliği üzerinde oluşturulan bu kafa karışıklığının tekrar öze dönülerek giderilmesi olmazsa olmaz bir öneme sahip.

Bu dediğim zinhar eski fabrika ayarlarına geri dönmek anlamına gelmiyor. Böyle bir öneri bence külliyen yanlış. Zira o ayarlar eski Türkiye’de kaldı. Bugünkü Türkiye her anlamda farklı. O yüzden bugüne dair yeni ayarlar gerek. Bu yeni ayarların da yazımda sözünü ettiğim kimlik ve kurucu ruha uygun ayarlar olması şart.

İnanıyorum ki yaşanan bu hezimet, AK Parti’nin eskisinden daha güçlü olmasına sebebiyet verecektir.

Çünkü AK Parti’nin kökü sağlam. Kurucu ilkeleri ve ruhu yeni dönemde milletimizin istediği doğrultuda yeni bir siyasete büründürülürse AK Parti’nin eskisinden çok daha güçlü hale geleceğine yürekten inanıyorum.

Herkes bilsin ki AK Parti yeni bir bahar için sadece yaprak döktü.

#AK Parti
#siyaset
#Mehmet Metiner
21 gün önce
AK Parti’nin kimliği, kurucu ilkeleri ve ruhu…
“Bir yanımı sardı müfreze kolu; bir yanımı sardı Varilcioğlu!”
Sandık başına giderken…
Kamu tasarrufu
BİT’lere kadrolu işçi alımında acilen tedbir alınması gerekiyor
Tarih bizi çağırıyor ama biz birbirimizle boğuşuyoruz!