|
Ortadoğu, Türkiye, Rusya, Batı ve İran -1

Halep'teki durum, yaşanan katliam ve trajedi Ortadoğu'da uzun süredir yaşananların bir şehir ve çevresi ölçeğinde tümüyle yansıması şeklinde cereyan ediyor. Uzun süredir bombalamalara, hava saldırılarına maruz kalan ve çok kayıp veren İslâm medeniyetinin önemli bir merkezi, tarihi/stratejik bir şehri ayakta kalabilen kısmı Rusya, İran Suriye Rejimi koalisyonu/mihveri tarafından kuşatma altına alınmış hayatla ölüm arasında ince bir çizgide duruyor.



Son iki asırdır, Kuzey Atlantik'in bir araya gelen iki yakası Ön Asya ve Küçük Asya'nın, Orta Doğu'nun, Yakın Doğu'nun, İslâm Dünyasının yakasını bir araya getirmemeye ahd etmiş durumda. Orta Doğu ve İslâm Coğrafyasının içinde bulunduğu içler acısı durum herkesin malumu. Bir de buna yeni oluşan Rusya, Çin İran mihveri eklendiğinde, bu mihverin Orta Doğu'daki etkisi görüldüğünde vaziyet daha da içinden çıkılmaz bir hale dönüşüyor.



2001'de Afganistan'ın, 2003'te de Irak'ın ABD öncülüğündeki Batılı koalisyon güçlerince işgali bölgeyi, Batılıların deyimiyle “Genişletilmiş Orta Doğu”yu yeni bir karanlık safhaya soktu. 2011 yılındaki “Arap Baharı” serüveni ise, kısa zamanda “Hazan”a dönüşerek krizleri katmerleştirdi. Burada, Eski Düvel-i Muazzama olan Batılı Dev Güçlerin, güç odaklarının bölgede 20. Yüzyılın başlarında çizdikleri haritaları yeniden çizmeye yönelik projelerini uygulamaya çalışmalarının yaşanan trajedileri zirveye çıkardığı müşahede edilmektedir.



Sovyetler dağıldıktan sonra Kuzey Kafkasya ve Rus Federasyonuna büzülen Rusya'nın denkleme hem de Ortadoğu'mum göbeğinde 70'li yıllardan daha aktif bir şekilde, Suriye'de askeri operasyon yapacak durumda dahil olması krizi iyice tırmandırdı. Yanısıra, İran'ın nüfuz alanının, özellikle Afganistan ve Irak'ın işgali sonrasında olabildiğince Akdeniz'e ve Babu'l-Mendeb'e, San'a'ya doğru genişlemesi; Suudi Arabistan'la olan rekabetinin bölgeyi kaplayacak bir hale gelmesi söz konusu. Bundan önceki yazılarımda belirttiğim gibi, Pers-Yuna Savaşlarından rekabetinden başlayıp, tarihimizde Osmanlı-Safevi rekabeti, savaşları şeklinde cereyan eden, tarihi seyir takip eden bölgesel/coğrafi rekabet ve gerilimlerde İran'ın genişleyen nüfuz alanının mezhep farklılığı/ayrılığı üzerinde fay hatlarını tetikleyecek şekilde tezahür etmesi bölge için çok daha büyük tehditleri barındırıyor. İlkin 2010 yılında Özgün Duruş gazetesinde yayınladığım “Yemen Ve Husiler” başlıklı yazım oluşturulan, tetiklene bu fay hatlarına dikkat çekmek içindi. Özellikle bu rekabetin Katı Selefilik/Vahhabilikle Militan-Siyasal Şiilik arasında cereyan ediyor olması çok daha şiddetlenmesine ve tahribe sebebiyet vermektedir. Bir taraftan batılı güçlerin bölgedeki iki asırlık nüfuz ve etkileri, totaliter modern ideolojilerin müdahale ve etkileri, diğer taraftan Rusya faktörünün iyice etkinleşerek devreye girmesi, İran-Suudi/Militan Şii-Vahhabi rakabetinin yol açtığı travmalar, tüm bunlar Haleb'in üzerinde temerküz edip aktı. Ve yaşanan bu büyük trajediye neden oldu.



Tüm bunlar olurken, Türkiye bölge sorunlarına dahil olma ve eğilme konusunda çok uzun süren ve etkileri hala ciddi olarak süregelen Resmi İdeoloji engeli yüzünden çok çok geç kaldı. Birinci Han Harbinde tüm Arap yarımadasının, Suriye, Bilâd-ı Şam, Filistin,Irak ve El-Cezire'nin Osmanlılarca kaybı büyük travma ve kırılmalara yol açtı. Osmanlı tamamen dağılıp, iyice parçalandı. Bu parçalar üzerinde Trakya ve Anadolu dahil, ulus-devletler kuruldu. Ulus-devletlerin öngördüğü yeni modern-totaliter ideolojiler ise bu kırılma ve travmaları iyice kalıcı hale getirdi. Türkiye'de radikal-Batıcı inkılaplarla bütünleşen, tam bir epistemik kopuşu da bu coğrafyaya uygulayan Resmi ideoloji, Doğu Trakya ve Anadolu coğrafyasının komşularıyla ilişkisini, daha sonra sınıra mayınlar döşeyecek kadar ilişkisini kesti. Bu uygulama içerideki, Müslümanlığı hedef alan, Din'i/İslâm'ı şehir ortamından tamamen kovan radikal reform-inkılaplarla bütünleşen “Kâbe Arab'ın Olsun, Çankaya Bize Yeter; Ne Arab'ın Yüzü Ne Şam'ın Şekeri” hezeyanlarıyla zirveye çıktı. 1921'de Yüzbaşı Vecihi Bey'in “Filistin Ric'atı” adlı kitabında tavsiye ettiği gibi “Milli Avrupa'ya benzemek için yüzünü Batıya ve Milli(!) Türkiye'ye çeviren” yeni devlet ve Resmi ideolojisi Türkiye'yi yakın çevresine ve Ortadoğu Coğrafyasına çok büyük oranda yabancılaştırdı. 1950'lerdeki Bağdat Paktı ve Cento'da bu yabancılaşma sürecini yavaşlatamadı. Orta Doğu ve Arap âleminde ise, Batılı devletlerin işgal ve manda dönemlerinin akabinde, 1954'te Mısır'da başlayan ve zamanla birçok Arap ülkesini etkileyen Nasırcı Sosyalizm soslu Militer-Arap milliyetçiliğine dayalı yeni siyasi fırtınalar ve rejimler bu kopuş ve travmaları/trajedileri daha da katmerleştirdi. Bunun neticesi olarak Kürt sorunu özellikle Irak özelinde Enfal ve Halepçe gibi katliamlarla trajik bir hal aldı.



90'lı yılların başında, Sovyet/Doğu blokunun çökerek soğuk savaş döneminin ve iki kutuplu dünya sisteminin sona ermesi, Türkiye'yi bölgede yeni arayışlara mecbur kıldı. Zaten, 80'li yıllardan itibaren Türkiye'de Orta Doğu'ya nisbi bir yönelim artışı söz konusu olmuştu. Bu dönemde Nato konseptindeki zorunlu değişim, Kürt sorunu, Orta Doğu'daki gelişmeler Türkiye ve Orta Doğu'yu birbirine neredeyse farz kıldı. Bu bakımdan, Türkiye”nin çevresinde ve bölgesinde yeni bir aktif politikaya yönelmesi zaruri bir hale geldi. Ancak, Türkiye son yıllarda Orta Doğu denklemine şöyle ya da böyle daha aktif bir şekilde dahil olma sürecine girerken bu Resmi İdeoloji engelli çok geç kalmış olmasının adeta faturasını ödüyor. Yanı sıra, 20. yüzyıl ideolojik ütopyalarla bezenmiş bir zihin yapısı ile hareket eden camiamızdan bazılarının uçuk heves ve hedefler doğrultusunda bölgeyi, tarihi ve süregelen olayları okuyamamaları, geleneksizlikleri, tarihsizlikleri, Türkiye'yi bölgede sorun çözmeye bağımsız bir değişken olarak denkleme sokmak yerine, Katı Selefî/Vahhabilikle Militan/Siyasal Şiiliğin sekter rekabetinin bir parçası/tarafı haline getirme gayretleri de kabul edilemez. Gerçi, Türkiye'de Resmi İdeoloji on yıllarca Din'e uyguladığı ağır baskılarla, amansız yasaklarla; Arap Dünyasında ise Nasırcı-Militer Arap Sosyalizmi, İslam Coğrafyasında İtidâli temsil eden Ehl-i Sünnet'in ana damarını/omurgasını ve bunu temsil eden Dini müesseseleri yok etmemiş olsaydı, coğrafyamız ve Orta Doğu bugün Katı Selefilik/Vahhabilikle Militan-Siyasal Şiiliğin sekter Çatışma/Savaş Arenası Haline Gelmeyecekti.


#Ortadoğu
#İran
#Rusya
#Sovyetler
7 yıl önce
Ortadoğu, Türkiye, Rusya, Batı ve İran -1
Ne olacak bu anne babaların hali?
Seçim sonrası ekonomide manzara nasıl?
Amerikan siyasetinin İsrail ‘trajedisi’
Jeopolitik sürpriz: ABD, Rusya ve İsrail nasıl anlaştı?
Nazlı seçmen günlerinde siyaset