12. Yüzyıl'da yaşadı. Selahaddin Eyyubi'nin hizmetinde de bulundu. Bugünün ölçülerine göre bile, bir entelektüel.
Sadece entelektüel değil, iyi bir savaşçı. İyi bir siyasetçi. İyi bir danışman.
Nereden mi biliyorum?
Üsame'nin
İ
ını Türkçe'ye ben tercüme ettim. (İbretler Kitabı, Kitabevi Yayınları.)
Suriyelidir Üsame. Hatay'ın biraz güneyindeki Şayzer'dendir.
Yaşadığı asır, Haçlılar dönemidir. Kudüs dahil, bütün Filistin ve bütün Batı Suriye Haçlı işgali altındadır.
Şimdi kitap elimin altında değil. Fakat, Haçlı şövalye liderlerinin Şam'a hücuma hazırlanışlarını, Suriye'yi aralarında daha işgal etmeden pay edişlerini anlatan bir pasaj hatırlıyorum.
Muvaffak olamadılar. Şam Atabeyi Tuğtekin galip geldi.
Tuğtekin'in ölümüne yakın, Haşhaşiler, şehrin yönetiminde söz sahibi oldu.
Haşhaşiler'in, Tuğtekin'in iktidarında Suriye'yi yönetebilecek duruma gelmeleri, size de, son yıllarda tecrübe ettiğimiz bir hadiseyi hatırlatıyor mu?
Bir
var, dikkat ederseniz.
Haşhaşiler, Şam'ı Kudüs Kralı 2. Baoduin'e teslim edebileceklerini, ama Tuğtekin hayatta olduğu için bunu yapamadıkları söylemişler.
Şimdi de, benzer sıkıntılar izhar eden
larımız eksik değil. (Bed: Kötülük. Hah: İstemek. Bedhah: Kötülük isteyen)
12. Yüzyıl'da muvaffak olamayan
bugün Suriye'de emellerine ulaşmış görünüyor.
idarede. Rusya içeride. Amerika da bir şekilde içeride.
IŞİD, zaten, Müslümanlar hariç herkesin işine yarıyor.
PYD, ne kadar
unsur varsa hepsiyle beraber çalışıyor.
Herkes içeride, Suriyeliler dışarıda.
Suriye, 21. Yüzyıl'ın Filistin'i oldu. Vatansız...
Ya Ürdün'de, Lübnan'da, en çok da Türkiye'de kamplarda mahrum ve mazlum, yaşama mücadelesi veriyorlar.
Ya, İstanbul'da, Antep'te, Anadolu'nun şehirlerinde tutunmaya çalışıyorlar.
Ya da, Akdeniz'de, Ege'de cesetleri sahillere vuruyor.
Sevinebileceğimiz hiç bir şey yok.
Ne yaptık Suriye'de?
Bir
ne kapıldık.
Libya'ya Fransızlar bizden önce ulaştı. Bingazi'de Fransız bayrağıyla miting yaptılar.
Nasıl olsa Suriye'de de aynı şey olacak. Aman geç kalmayalım dedik.
Siyasi olarak, stratejik olarak, erken davrandık.
Gereğinden fazla erken.
Erken davranırken, İran'ı, Rusya'yı eksik, Amerika'yı, Avrupa'yı fazla hesap ettik.
Ne demek bu?
İran'ın Suriye'ye bu kadar yükleneceğini hesap etmedik. Rusya'nın Suriye'ye yerleşecek kadar işi önemseyeceğini düşünmedik.
Amerika'nın, Avrupa'nın bu kadar duyarsız kalacağını hatta gün gelip Esat'ın yanında pozisyon alacağını görmedik.
Bunları bugün söylemek kolay. Doğru yanlış, hep ortaya döküldü.
O günlerde söylemek anlamlıydı. Fakat, o günlerde bizim
mız tuhaf bir yanılgıya düştü.
Türkiye'nin Suriye konusundaki tutumunu, Batı'dan aldığı misyonu yerine getirme çabası olarak yorumladılar.
Gerçek şuydu: Amerika veya Avrupa bize misyon empoze etmemişti.
Aksine, biz onları bir misyona ikna etmeye çalışıyorduk.
diye çırpınan bizdik.
Şimdi, şu havada, Suriye'ye girip girmemeyi tartışıyoruz.
Malum, Türkiye bugüne kadar, Suriye'ye girmeyi uluslararası meşruiyet ilkesine bağlıyordu.
Uluslararası bir zeminde karar verilecek, Türkiye, bu çerçevede kendisine bir görev düşerse yerine getirecek.
Bu yaklaşım doğruydu.
Fakat bu yaklaşım, Suriye'de -sözümona- Arap Baharı alametleri başladığı günlerdeki yakın plan ilgiyle mütenasip değildi.
Bana göre, Suriye'ye o zaman girmek, bugün girmeye nazaran
olurdu.
O günlerde Suriye'ye girmek, Rusya'yla savaşmak anlamına gelmeyebilirdi.
Bugün, gelebilir.
Türkiye, başlangıçta Suriye'ye girmedi.
Şimdi öyle bir noktaya geldik ki, Suriye Türkiye'ye girdi. Askeriyle, topuyla, tüfeğiyle değil, bir siyasi, sosyal, askeri, ekonomik mesele olarak girdi.
Bu durumda, ne yapmak lazım?
Artık hangisini yapabilirsek.