Ahmet Ertegün'ün babası Münir Ertegün, herşeyden önce vatansever, çalışkan ve hukuk bilgisi ile Lozan'da elde edilen başarıda önemli payı olan ve aynı zamanda inançlı birisidir.
Ahmet Ertegün'ün ölümü ve Özbekler Tekkesi'nde babası Münir Ertegün'ün yanına defni, çok garip yazılara, demeçlere, yorumlara kapı açtı.
Kırmızı kaşkollu Büyük Üstad'ın bir günlük gazetedeki köşe yazarı müridi, korkunç bir tablo koydu ortaya. Peş peşe yayımladığı yazılarında aslında kendine ait tek bir cümle yoktu; tüm sallamaları, Büyük Üstad'ın icazetli halifelerinden konsept danışmanı zatın son kitabından nakledilen rivayetlerdi. Şakirdin, Büyük Üstadına ve Onun İcazetli Halifesine bağlılığı öylesine âşıkane ve meczubane idi ki, onların söylediklerini asla tartışmıyor, bizim de tartışmamıza fırsat vermiyordu. Gayretli şakird, pirlerinden yaptığı iktibasları kutsal metinler gibi aktarıyordu yalnızca. Sonradan bazı "İslâmcı" yazarların da iştirak ettiği bu metinler, acaba neredeyse daha dün yaşanmış Ertegün ve Özbekler Tekkesi'ne ait tarihi gerçeklere ne kadar uyuyordu?
Şakirdin nakline göre Konsept Danışmanı şunları buyurmaktaydı: Ahmet Ertegün'ün mensubu olduğu ailenin büyüklerinden Özbekler Tekkesi Şeyhi Ata Efendi, yüzyıllardır dünyayı yöneten Illimunati adlı korkunç örgütün çok aktif bir üyesi idi ve 33 dereceli masondu. İşte bu Ata Efendi, Kurtuluş Savaşı sırasında Tekke'yi hareketin lojistik üssüne çevirmişti. Buradan Anadolu'ya insan ve silah akıyordu. İşgalci İngilizler de buna müsaade ediyorlardı. Onlar müsaade etmese bu Tekke, Kuvay-ı Milliye'nin ikmal üssü haline gelemezdi. Konseptin arka planında söylenmek istenen şey çok açıktı: Kurtuluş Savaşı, İngiliz müsaadesiyle yürümüştür.
Konsept'e göre Ertegün Ailesi, aynı zamanda Sabetaycı idi. Tabii ki Konsept ve şakirdi, bu iddiaya ciddiye alınacak hiçbir kanıt gösteremiyorlar. Zaten ne yapsınlar kanıtı; tüm olaylar ve kişiler, yazılmış senaryoya uydurulacaktır, roller, üstlerine uyup uymadığına bakılmaksızın rasgele dağıtılacaktır. Kanıt diye sarıldıkları tek şey, Tekke'nin Bülbülderesi Mezarlığına bitişik olduğu yalanıdır. Tekke ile mezarlık arasında 2 kilometre kadar bir mesafe nasıl yok edilivermiştir, bunun tekniği Yalızca Konsept'in bilgisinde. Bir zamanlar Bülbülderesi Mezarlığı civarında da başka bir Özbekler Tekkesi bulunduğu, ancak bunun bugün yerinin dahi bilinmediği şeklindeki zayıf rivayete tutunmak isteyen şakird, bu yok olmuş tekkenin kimlerin, hangi ailelerin elinde bulunduğu hakkında zerre bilgi vermiyor. Böyle iken, Ertegünlerle Kayıp tekke arasında bir ilişki kurarak, okuyucuyla alay ediyor.
"İsrail Türkiye'de İsrail'de olduğundan daha kuvvetlidir" diyen Kırmızı Kaşkollu Üstad ve müritleri, Kurtuluş Savaşı'nın ana gövdesini Sabetaycıların oluşturduğunu hep savunuyorlar. Konsepte göre, Kurtuluş Savaşı ile Sabetaycılar arasında mutlak bir ilişki bulunduğu doğması doğrultusunda
Özbekler Tekkesi'nin de Sabetaycı yuvası olması kaçınılmaz oluyor böylece, hele "Sabetaycı" Halide Edip'in Anadolu'ya geçmek için bu tekkeyi kullandığı herkesçe malum olduğuna göre her şey yerli yerine oturmakta. Kaşkollu Üstad'ın ve müritlerinin senaryosuna göre Sabetaycı bir Başbakan ve Dışişleri Bakanına sahip bu hükümetin diğer bir Sabetaycı Ahmet Ertegün ile dostluk
kurması da senaryonun bir gereği. Bu bağlamda Ertegün zadelerden "Sabetaycı" reklamcı Ali Taran ile AK Parti muhabbetinin esas sebebi de böylece anlaşılmış bulunmuyor mu?
Aslında Kırmızı Kaşkollu Üstad ile halifesi Konsept Danışmanının söylediklerinin detaylarında dolaşmak, tam bir zaman israfıdır bizce. Bu ve benzeri tüm konseptlerin, Birinci ve İkinci Büyük Dünya Savaşlarından bu yana dünyayı pay etme mücadelesi veren Büyük Devletlerin oyun planlarının bir parçası oldukları gün gibi açıktır. Fakat bu sis bombalarının ülkemize maliyetinin gittikçe artıyor olması karşısında hiçbir şey yapmamak da akıl kârı değil.
Aşağıda Germen Muhipleri Cemiyeti'nin tavsif ettiği baba Münir Ertegün'den çok farklı, başka bir Münir Ertegün resmi bulacaksınız. Bu resmin, İngiliz Muhipleri Cemiyeti'nin çiz-meye çalıştığı Münir Bey' ne kadar uyduğunu tam olarak bilemeyiz. Fakat Lozan'da ne olup bittiğini tam olarak kavramak bakımından, Aşırı Türkçü, Yahudi düşmanı, pozitivist, ateist ve aynı zamanda amansız bir Atatürk ve İsmet Paşa muhalifi olan Dr. Rıza Nur'un tanıklığına her zaman ihtiyacımız bulunduğu açıktır. Hele de Dr. Rıza Nur'un, Lozan delegasyonumuzun iki numaralı yetkili kişisi olduğu tartışmasız biçimde ortada iken. Öce çok kısa bir Münir Bey biyografisi verelim.
Münir Ertegün (d. 1883, İstanbul - ö. 11 Kasım 1944, Washington, DC), ünlü Türk diplomat ve devlet adamı. Babası evkaf nazırlarından Mehmet Cemil Bey, annesi ise İstanbul Sultantepe'deki Özbekler Tekkesi Şeyhi İbrahim Edhem Efendi'nin kızı Ayşe Hamide Hanım'dır. Münir Ertegün, Şirket-i Hayriye idarecilerinden Rüstem Bey'in kızı Hayrünnisa Hanım ile evlenmiş ve bu evlilikten Nasuhi, Ahmet ve Selma adında üç çocukları olmuştur.
1908 yılında İstanbul Hukuk Fakültesi'nden mezun olduktan sonra, Hariciye Nezareti'nde memur olarak görev almış, sonrasında ise Babıâli hukuk danışmanlığına atanmıştır. Kurtuluş Savaşı sırasında Mustafa Kemal Paşa'yla görüşmek üzere İstanbul Hükümeti'nce gönderilen Ahmed İzzet Paşa heyetinde görevlendirilerek Ankara'ya gitmiş ve orada kalarak Milli Mücadele saflarına katılmıştır. Dışişleri Bakanlığı baş hukuk danışmanlığına yükselmiş, Lozan Antlaşması'na katılan Türk delegasyonunda hukuk danışmanı olarak bulunmuştur. Münir Bey, Lozan delegasyonumuz içinde Hukuk bilen tek yetkin kişi idi. Bu nedenle Lozan görüşmelerinde herkesten çok çalışan kişi O olmuştur. Rıza Nur'un tanıklığına göre "O'nu ya çalışır-ken, ya da namaz kılarken görürdüm." Metinlerin Türkçeye tercümesi işi de tamamen O'na aitti. Münir, Lozan boyunca insanüstü çalışmıştır.
Münir Bey, Şair Mehmet Akif'le de oturup kalkmış, ondan çok şey öğrenmiştir. Şairin dostlarından Mahir İz, şahidi olduğu bir olay naklediyor. Mahir İz, Akif'i ziyarete gittiği bir gün, O'nun yanında geleceğin şöhretli hariciyecisi Münir Ertegün'e rastlar. Münir Bey, Şairin dizinin dibinde oturmaktadır. Akif, Münir Bey'e Hafız Divanı okutmaktadır. Talebesi yanıldıkça Akif oturduğu yerden onun yanlışı okuduğu kısmı ezberinden düzeltmektedir.
Cumhuriyet döneminde Atatürk tarafından Milletler Cemiyeti'ne Türk gözlemci ve aynı zamanda Bern ortaelçisi olarak İsviçre'ye gönderilmiştir. Ardından Paris ve Londra'da büyükelçilik görevlerinde bulunan Münir Ertegün, 1934 yılında Washington Büyükelçiliği görevine atanmış ve 11 Kasım 1944'te kalp krizinden hayatını kaybedene kadar bu göreve devam etmiştir.
ABD'de görev yaptığı sırada Başkan Franklin D. Roosevelt ile yakın dost olan Ertegün, Türkiye ile ABD arasında kuvvetli ilişkiler kurulmasını sağlayan, sevilen ve etkin bir büyükelçi olmuştur. Vefatından sonra 1946 yılında naaşı, ünlü Missouri Zırhlısı ile Türkiye'ye getirilmiştir. Cenaze, İstanbul Üsküdar'da Özbekler Tekkesi'ndeki, dedesi Şeyh İbrahim Edhem Efendi'nin de bulunduğu kabristana defnedilmiştir.
Missouri gibi kocaman bir savaş gemisinin bir kişinin naaşını getirmek için ta ABD'den Tür-kiye'ye gelmesinin sebebini merak edenlere bir kaç ip ucu: 2 Eylül 1945'te Japonların savaş sonunda kayıtsız şartsız teslim olması antlaşması Missouri Zırhlısında imzalanmıştı. Missouri Zırhlısı, Münir Ertegün'ün cenazesi ile birlikte 5 Nisan 1946 günü, Dolmabahçe önlerine geldi. Aynı yıl, Demokrat Parti kurulmuştu. Yine aynı yıl içinde, Türkiye, Birleşmiş Milletler Beyannamesi'ni imzaladı. Aslında bütün bu yapılanlar, Dünya Masonluğunun büyük övüncü Truman'ın adıyla anılan ünlü Doktrinin gerekleriydi. Truman Doktrini, Marshall Planı ve Birleşmiş Milletler Beyannamesi'nin imzalanması gibi ABD-Türkiye ilişkilerinin mihenk taşları olan hadiselerin sembolü olarak Missouri Zırhlısı İstanbul'daydı. Münir Ertegün'ün cenazesi, işin bahanesiydi aslında. ABD, Türkiye'yi Sovyetlere karşı koruyacağını göstermek istiyordu. Boğaz korunacaktı, Türkiye korunacaktı, Türkler müsterih olsunlardı; ABD'li dostları onları Sovyetlere karşı korumaya kararlıydılar! Münir Ertegün öleli neredeyse iki yıl olmuştu, ama Missouri'nin Türkiye'ye gelmesi için bir bahane lazımdı. Merhumun kemikleri mezarından çıkarıldı ve bir savaş gemisiyle Türkiye'ye gönderildi. Sonra ardından gelsin Kore Harbi ve NATO'ya giriş.
Artık Dr. Rıza Nur'un gözünden Münir Ertegün'e bakabiliriz. Lozan görüşmelerinin kesintiye uğramasından sonraki ikinci safhasındayız. Rıza Nur anlatıyor: "Yine çalışmağa başladık. Münir yine pek çok çalışıyor. En çok istifade ettiğimiz, bu adam. Bütün hukukta ve beynelmilel, hattâ iktisadî şeylerde onunla istişare ediyoruz. Yalnız bunları değil, malî işleri de Hasan'dan bin kat iyi hallediyor. (Maliye Bakanımız Hasan Saka'yı kast ediyor) Münir'i tarif ve tavsif edeyim: Esmer, ince, zayıf, nahif bir adam. Vücudca böyle olduğu gibi sinirce de böyle. Çok korkak. Çok yumuşak, çok muti'. Allah O'nu, 'Sen sade emir kulu ol!' diye yaratmış. En ufak şeyden ödü kopuyor. Cesareti hiç yok. Yürüyüşü bile çarpık. Cılız ve çelimsizdir. Âdeta yıkılacak gibi sendelercesine yürür. Tüyden hafif durur. Mühim mes'eleler, hararetli münakaşalar zamanında celseye giderken otomobilde zangır zangır titrerdi. Buna mukabil çok zeki. Nükte yapar, nükte söylersiniz derhal anlar. Hemen zeki bir gözle bakar. Nükteli cevap da verir. Cidden hukukta âlim, bunu
ecnebiler de tasdik ettiler. İngiliz'ler sulha yakın zamanlarda idi, Münir için; "İngiltere'nin birinci sınıf hukuk müşavirleri ayarındadır." dediler. Sessiz, melek gibi. Ensesine vur, lokmasını ağzından al. Ahlâk sahibi, pek namuslu, pek vatanperver. Görürdüm; Türk'ün bir ufak menfaati gidiyor diye, tir tir titrer, kılı kırk yarardı. Çok çalışkan. Ömrü sa'y ile geçmiş, Lozan'da da gece gündüz çalışıyor. O kadar ki, zayıfladı. Kendisinde verem iptidası hali de var. Hasta oluverir diye yüreğim titrerdi. Daima o kadar çalışmamasını söylerdim. Dinlemez yine çalışırdı.
Babasının babası Türkistan'dan gelmiş bir Türk'tür. Üsküdar'daki Özbek Dergâhı şeyhlerinden imiş. Kendisi de Çağatayca biraz bilir ve bunu söylemesini de sever. Pek dindardır. Namaz kılar. Rakı içmemiş, çapkınlık bilmemiş, O'na ilk rakıyı Sadrazam Talât içirmiş. ... Bu adam o kadar çalıştı ki, sulhtan sonra kendisine hükümetçe maddî bir mükâfat verilsin diye İsmet'e (Paşa) birçok söylemişimdir.
Bu adamın diğer bir ciheti, Tamamıyla eski kafadır. Çalışmak usûlünde, yemeklerden sonra çalışmamak, haftada bir istirahat yapmak gibi şeyler asla bilmez. Son derece itikatlı bir Müslüman'dır.
İlk zamanda şapka giymedi; kalpakla gezdi. Şapkayı nihayet zorlaya zorlaya giydirdik. Bir defa beni Paris Camii'ne (orada elçi iken) götürdü. Her cuma oraya gidip cemaatle namaz kılıyormuş. Başında kalpak vardı. Kendisine söyledim: "Biri görür, seni Mustafa Kemal'e jurnal eder. Nene lâzım, şapkanı giy!" dedim.
Gayet ihtiyatlı bir adamdır. Kimse ile politikaya dair, memleketteki fena işler hakkında konuşmaz. İhtiyatı müthiştir. Ben böylesini görmedim. İhtiyatlı insanlar, bir şeyde bir yedek bulundururlar. Bu öyle değil, birçok yedeği vardır. Sigarayı ağızlık ile içer. Cebinde üç dört tane ağızlık vardır. ... Mübalâğasız üzerinde bir dükkân camekânını dolduracak eşya vardır.
Bu hali çok tuhafıma giderdi, gülerdim, takılırdım. Derdim ki: "Canım beş tane kurşun kalemi neye?". Derdi ki,
"İhtiyat... Ya biri kırılır veya kaybolursa.".
İkinci seferde (Lozan'ın İkinci Safhası) bir aralık işler durdu. Boş kaldıktı. Galiba daktilograflardan bir kızla görüşmüş, kıza derhal âşık olmuştur. Ama aşkı plâtonik. Fransızca bir şiir yazmış. Bana gösterdi. Baktım, Fransız şiir bilgi kaidelerini bilmediğinden bu cihetçe sıfır; fakat fevkalâde yüksek ve ince bir ruh ve çok güzel şairane teşbihleri vardı.
Yine işlere başladık. Bu esnada Polonyalılar bir heyet göndermişler, bizimle muahede yapmak istiyorlar. A'lâ... Karşımızdaki hasımlara karşı bundan iyi bir şey olmaz.
" Peki!" dedik, Münir ile Tahir'i müzakereye memur ettik. Bu işle ben ve İsmet hiç meşgul olmadık. Sade direktif verdik. Bazı müşkülleri bize danıştılar. Söyleyeyim ki, bu muahede, bu iki adamın eseridir. Biz bedavadan imza koyduk. Hele Hasan! Büsbütün bedavadan. Lozan Muahedesinde de bu adamın (Hasan Saka'yı kast ediyor) imzası pek haksızdır. Hiçbir hizmeti geçmemiştir. Bil'âkis muahedeye fenalığı vardır. Münir'in, Hikmet'in, diğer bütün müşavirlerin, hatta kâtip ve şifrecilerin ondan ziyade hakkı vardır.
Paris gazeteleri, Sefir Münir'in Londra'ya, eski Roma sefiri Karya Suad'ın Paris'e sefir olaca-ğını yazıyorlar. ... Paris'e gelen müsteşar Tahsin Rüştü tabii Münir cinsinden değildir. Münir'i sevmezdi. Derhal Münir'in aleyhinde 'Miskin, derviş, beş vakit namaz kılıyor, sefarethaneyi tekke, cami yaptı. Kimseyle teması yok. Böyle sefirlik olur mu?' diye propagandaya başlamıştı.
İşte size bir başka Münir Ertegün resmi. Kırmızı Kaşkollu Üstad ile Halifesi Konseptin ve bunların teva türcüsü Şakirdin karaladığından çok farklı bir resim.
* Yazar






