Leonardo DiCaprio'nun “The Revenant" filmiyle En İyi Erkek Oyuncu ödülünü aldığı 88. Oscar Ödül Töreni dün akşam gerçekleştirdi. Ancak sinemanın en iyilerinin ödüllendirildiği akademi ödülleri, verildiği tarihten bu yana incelendiğinde aslında yerel bir ödül töreni olmaktan öteye geçemiyor.
Cins'te yer alan yazıda Oscar'ın şaibeli jürisinin deneysel filmleri dikkate almadığı, politik ve eleştirel yapıtlara ödün vermeyip, komedi türünü kayda değer bile görmediğini yazıyor. Öyle ki Oscar ve ticari kaygılarla hareket eden Hollywood endüstrisi sinemayı geriletmekten başka bir şey yapamıyor.
Peki, Oscar'ı bu kadar önemli yapan ne? Aslında Amerika'nın Altın Portakal'ı sayılabilecek nitelikte olan Oscar'a tüm dünya sinemasını temsil eden bir organizasyon gibi yaklaşılması dünyanın geri kalanının aşağılık kompleksinden başka bir şey değil.
DiCaprio Oscar'ı almak için senelerce beklese de ödülü elinin tersiyle iten yüce gönüllüler de yok değil. Oscar'ı reddeden ilk kişi yazar Dudley Nichols… 1935 yılında “The Informer" adlı filmin senaryosuyla kazandığı Oscar'ı, Yazarlar Birliği'nin o sıralar grevde olması sebebiyle reddetti.
1970 yapımı “Patton" filmiyle verilen ödülü reddeden diğer isim ise George C. Scott. Scott, ödülü reddetme sebebini “İki saatlik et gösterisi saçmalığının bir parçası olmak istemiyorum" diyerek açıklamıştı.
Üçüncü isim ise 'baba' Marlon Brando… 1973'te “The Godfather" filmiyle kazandığı Oscar ödül törenine kendisi adına konuşma yapmak için Kızılderili bir kız çocuğunu göndermişti.
Brando, ABD'nin Kızılderili katliamını ve medya sinema sektörünün bu katliam karşısındaki tavrını eleştirmek için ödülünü reddetmişti.
