|

Belleğin eksik parçalarını keşfe davet

İzgi’nin kitapları için zaman yolcuları demek işten bile değil. Zaman ve mekânlar arası bir yolculuk yazdığı her satırda hissediliyor. Eserlerinde yazar adeta kendi kendisiyle de tartışıyor. Vatan kavramına hudut çizilemeyeceğini satırların hissettiren yazar Bosna’dan başladığı yolculuğuna coğrafyalar arası geçişlerle, belleğin eksik parçalarını tamamlamaya davet ediyor. Okuyucuya, Türkiye fikrini/idealini düşenmeye salık veriyor.

Sernur Yassıkaya
Sernur Yassıkaya
04:00 - 15/02/2021 الإثنين
Güncelleme: 14:49 - 15/02/2021 الإثنين
Yeni Şafak
İzgi, bizi karanlık odadan çıkarak, coğrafyamızın yarım kalan hikayesini tamamlamaya davet ediyor.
İzgi, bizi karanlık odadan çıkarak, coğrafyamızın yarım kalan hikayesini tamamlamaya davet ediyor.

Bir milletin hafızası en değerli varlığıdır. Bu kıymetli varlığı korumanın yolu da anlatmak, yazmak ve okumaktan geçiyor. Yahya Kemal’in, Ahmet Haşim’in, Ahmet Hamdi Tanpınar’ın, Namık Kemal’in ve Mehmet Akif Ersoy’un satırlarında hepimiz ruhumuzun ve belleğimizin eksik bir parçasını keşfederiz. Halil İbrahim İzgi de eserleriyle adeta “Ne harâbî ne harabatiyim, kökü mazide olan âtiyim.” sözünün sahibi Yahya Kemal’in ayak izlerini takip ederek, bizi millet ve vatan kavramlarını sohbete, düşünmeye ve keşfetmeye çağırıyor. İzgi, hepimize Türkiye’yi sadece fiziki sınırlarıyla değil sahip olduğu çok katmanlı ruhla anlaşılması gereken bir fikir/ideal olduğunu cümlelerden kurduğu hatla savunuyor. İlk eseri, “Cüda: Bir Saraybosna romanı” ile coğrafyamızı ve aslında Türkiye’yi anlatma serüveni, İz Yayınlarınca neşredilen “Annemin Coğrafyası” ve “Camera Obscura” adlı deneme ve romanı ile devam ediyor. İzgi’nin kitaplarının temel noktası bir arayışı içermesi. Hani Tolstoy’un yazım deneyimi için artık dillere pelesenk olan “Tüm muhteşem hikayeler iki şekilde başlar. Ya bir insan yolculuğa çıkar ya da şehre bir yabancı gelir.” Sözünden mülhem, aslında tüm milletlerin macerası da benzer şekilde başlar. İzgi’nin kahramanları da şimdi, dün ve geçmiş arasında sağlam bir bağ kurmak için yolculuklara girişiyor. Sürekli bir yolculuk hali ve hareketlilik içinde bir ruh kaleme aldığı sayfaların arasında dolaşıyor. Aslında İzgi’nin kitapları için zaman yolcuları demek işten bile değil. Zaman ve mekânlar arası bir yolculuk yazdığı her satırda hissediliyor. Eserlerinde yazar adeta kendi kendisiyle de tartışıyor. “Annemin Coğrafyası” adlı denemesindeki “Türkiye’nin dünyadaki iddiası nedir diye sorsalar, insanlığı öğretmektir diyebilirim. İnsanlığı kendimiz öğreniyor ve dünyaya da öğretiyoruz.” cümlesi yazarın hepimizi Türkiye çatısı altında tartışmaya çağırması değil midir?

ÇİZİLMEK İSTENEN SINIRLARA REDDİYE


İzgi, “Annemin Coğrafyası”nda, annesinin belleğindeki vatan tasavvurundan yola çıkarak bize bir yol haritası çiziyor. Annesiyle yaptığı yolculukları kendi deneyimi ve okumalarıyla harmanlayarak, Türkiye fikrini, Bosna’dan Afganistan’a Akdeniz’den Endülüs’e ve hatta bir Tarantino filminden kulağında yer eden şarkının köklerine yaptığı yolculuğu sayfalarında demliyor. Ve satır aralarında sürekli sorular soruyor bize ve araştırmaya davet ediyor kendimize dair. İzgi’nin eserlerini okurken yanınızda bir atlas bulundurma ihtiyacı da bu yüzden hasıl olmakta. Çünkü sürekli, ülkeler ve şehirler arasında bir gezintide buluyorsunuz kendinizi. Saraybosna, Şam, Tebriz, Bakü, İstanbul, Londra, Yavuzca vb. yerlere referans veren üslubuyla İzgi, dünyayı kucaklayarak anlatıyor derdini, hikâyesini. Bu çerçevede İzgi aslında dünyanın girmiş olduğu bunalımda bir teklifte bulunuyor, “birbirimize kalbimizi açalım” diyor. Coğrafyalar ve devletler arasında hızla çekilen duvarların ve sınırların, insanlar arasında çekilmek istemesine de bir reddiye aslında İzgi’nin satırları. “Annemin Coğrafyası” özü itibariyle İzgi’nin diğer eserlerini daha iyi kavramak için bir giriş kitabı özelliği taşıyor. Bize yeniden kardeşliği, coğrafyaların sanıldığının aksine uzak olmadığını, insanların hikayelerinin bir şekilde birbirine değebileceğini anlatmak istiyor.

KARANLIK ODADAN ÇIKIŞ


Kimi zaman bu bir yemek tarifi olabilir, kimi zaman bir müzik kimi zaman bir film ya da bir fotoğraf karesi olabiliyor. Camera Obscura, tam da aslında böylesi bir hikayenin anlatımı. Türkçe karşılığı “Karanlık Oda” olan Camera Obscura da bir fotoğraf tekniği. Bu teknik, bir iğne deliğinden geçecek kadar sınırlı ışık hüzmesinin geçtiği yerdeki nesneleri hafızasında barındırarak sırlarını bir karanlık odanın duvarına yansıtma halini olarak tanımlanmakta. İzgi, roman kahramanı adaşı Halepli İbrahim’in Camera Obscura fotoğraflarından yola çıkarak, Suriye iç savaşında yitip giden Halep’e bir ağıt kaleme almış. Bizi bir kez daha Halep-Londra-İstanbul üçgeninde yolculuğa çıkartan İzgi, fotoğrafın büyüleyici gücünden destek alıyor. Halep üzerinden aslında tüm coğrafyanın üzerine karanlık odada ışık tutuyor ve bizi hafızamızı tazelemeye, “Çölün ortasında bir limana” gemimizi demirlemeye, onu her yönüyle anlamaya çağırıyor. Yüz yıllık bir parantezde, vatan tanımının araya sınırlar girse bile değişmeyeceğinin, hafızalar canlı kaldıkça ayrılığın mümkün olmadığını satır aralarında hissettiriyor bize. Adeta bir yapbozu tamamlıyoruz, Camera Obscura’nın sayfalarında ilerledikçe. Aslında bir aileye, bir şehre ya da bir coğrafyaya ait fotoğraf karelerinin her biri de öyle değildir. Fotoğraf albümleri aslında bir ailenin yazıya dökülmemiş romanı değil midir? Bir bellek aktarımıdır fotoğraf. İnsanının, zamanı dondurduğu ve kağıda bastığı kareler, bizim hikayemizin en özel anlarını içerir. İzgi, bizi karanlık odadan çıkarak, coğrafyamızın yarım kalan hikayesini tamamlamaya davet ediyor.

#Halil İbrahim İzgi
#Camera Obscura
#İz Yayıncılık
٪d سنوات قبل
default-profile-img