|

Doğal mirasa sahip çıkan kazanacak

#KorumazsakKaybederiz etiketiyle doğal mirasımıza sahip çıkmamız ve çevremizi korumamız gerektiğinin altını çizen WWF-Türkiye (Doğal Hayatı Koruma Vakfı) Doğa Koruma Direktörü Dr. Sedat Kalem “Üç kıtanın birleştiği kavşakta 480’i aşkın kuş, 170’den fazla memeli, 410’un üzerinde kelebek, 10 bini aşkın böcek, 120’nin üzerinde sürüngen, 22 kurbağa, 127 tatlı su balığı, 384 Deniz balığı olmak üzere ve üçte biri endemik, 12 bin civarında bitki taksonuna ev sahipliği yapıyoruz” diyor ve ekliyor: “Ülkelerin gerçek zenginliği bir anlamda sahip olduğu doğal miras ile ölçülebilir. Doğanız ne kadar zenginse ve sağlıklıysa o kadar güçlü ve dirençlisiniz” diyor.

Ayşe Olgun
04:00 - 6/06/2021 Pazar
Güncelleme: 03:09 - 6/06/2021 Pazar
Yeni Şafak
Fotoğraf: Arşiv
Fotoğraf: Arşiv

Geçtiğimiz günlerde WWF- Türkiye Doğal Hayatı Koruma vakfı bir rapor yayınladı. Rapora göre Türkiye’de korunan alanların 2030 yılına kadar yüzde 30 oranında artırılması gerektiğinin altı önemle çizildi. Türkiye’de tehlike altındaki yabani bitki ve hayvan türlerini korumak için yeni önlemlerin alınması gerektiğinin altını çizen WWF-Türkiye (Doğal Hayatı Koruma Vakfı) Doğa Koruma Direktörü Dr. Sedat Kalem ile doğayı ve çevreyi korumak için neler yapılacağını konuştuk.


Korunan alanların 2030 yılına kadar yüzde 30 artırılmasını ön gören bir rapor yayınladınız. Korunan alanların yüzde 30’a çıkarılması ne anlama geliyor?
  • Dünya Ekonomik Forumu’na göre günümüzde insanlığın karşı karşıya bulunduğu en önemli beş risk doğayla ilgili. Bunlardan birisi de, iklim krizi ile birlikte, malesef alarm verici düzeyde olan doğal alan biyolojik çeşitlilik kaybı. Dünya Doğayı Koruma Vakfı’nın (WWF) iki yılda bir yayımladığı Yaşayan Gezegen Raporu’na göre son 50 yıl içinde omurgalı canlı popülasyonları yüzde 68 oranında azaldı. Bu sayı tatlısu ekosistemlerinde yüzde 86’ya kadar çıkıyor. BM raporları da, böyle giderse dünya genelinde 1 milyon canlı türünün yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kalabileceğini hatırlatıyor. Bir yaşam ağı ile biz insanlar dahil bütün canlıları birbirine bağlayan biyolojik çeşitliliği, yani canlı topluluklarını, yaşam ortamlarıyla birlikte korumanın çeşitli yolları var. Bunların başında korunan alanlar geliyor. Belirli bir doğa koruma amacına ulaşmak için yasal düzenlemeler çerçevesinde ayrılmış ve buna göre yönetilen kara parçası ya da deniz alanı olarak tanımlayabileceğimiz korunan alanların türleri, ülkelere göre milli park, doğa rezervi gibi çeşitli adlarla karşımıza çıkıyor. Bunların herbirine ilişkin standartlar, Dünya Doğayı Koruma Birliği (IUCN) tarafından belirleniyor, sınıflandırmalar yapılıyor.
Bugüne kadar yapılan çalışmalar yeterli değil mi?

Bugüne kadar dünya genelinde gösterilen çabalar, gidişatı bir miktar frenlemiş olsa da doğadaki yok oluş sürecini durdurup tersine çevirmeye yetmedi. Önümüzdeki süre de hızla daralıyor. Bilim dünyasına göre yaşamkürenin sağlıklı şekilde işleyebilmesi için bütün ekosistemlerin en az üçte birinin koruma altında olması gerekiyor. Kısa zamanda, büyük adımlar atmamız gerekiyor. Nitekim Ekim ayında Çin’de yapılacak Biyoçeşitlilik Sözleşmesi’nin 15. Taraflar Konferansı’nda 2030 için kabul edilecek yeni korunan alanlar hedefi yüzde 30 olacak. Bu da halen dünya genelinde ortalama yüzde 13.2 seviyesinde olan korunan alanların önümüzdeki 10 yıl içerisinde en az iki katına çıkartılması anlamına geliyor. Daha fazla canlı türü, bu türlere mensup genetik çeşitlilik ve çok daha geniş doğal alanın koruma altına alınması aynı zamanda, dünyanın iklim krizi karşısındaki direnci, insanın gıda ve su güvenliği, ruh ve beden sağlığı ve doğadan aldığı birçok paha biçilmez ekosistem hizmeti açısından daha fazla umut vaadeden bir gelecek demek. Ancak, burada unutulmaması gereken bir nokta var. Korunan alanların niceliği, yani sayısı ve büyüklüğü, tek başına yeterli değil.

Bu alanların, uygulamada da en iyi şekilde korunmasını sağlamamız şart.

MUAZZAM BİR DOĞAYA SAHİBİZ

WWF-Türkiye raporunda korunan alanlara yönelik dünya genelinde karşılaştırmalı veriler yayınladınız. Türkiye için neler söylersiniz?
  • 780 bin hektarlık yüzölçümü ve 8 bin km’yi aşan kıyı uzunluğu ile Türkiye, içinde bulunduğu coğrafyanın en büyük ülkeleri arasında. Üç kıtanın birleştiği kavşaktaki özel coğrafi konumuyla 480’i aşkın kuş, 170’den fazla memeli, 410’un üzerinde kelebek, 10 bini aşkın böcek, 120’nin üzerinde sürüngen, 22 kurbağa, 127 tatlı su balığı, 384 Deniz balığı olmak üzere ve üçte biri endemik (yalnız ülkemizde doğal yayılış gösteren) 12 bin civarında bitki taksonuna evsahipliği yapıyor. Bu sayının tüm Avrupa kıtasında da 12 bin olduğu dikkate alındığında ne kadar muazzam bir doğal mirasa sahip olduğumuz açık. Anadolu’nun sulak alan eksistemleri, ormanları, bozkırları her yıl kuzeyden güneye, güneyden kuzeye mekik dokuyan göçmen kuşlar için önemli bir istasyon. Doğal alanlarımızın yok olması, kirlenmesi, bozulması bu değerli mirasın da erozyona uğraması anlamına geliyor. Ülkelerin gerçek zenginliği bir anlamda sahip olduğu doğal miras ile ölçülebilir. Doğanız ne kadar zenginse ve sağlıklıysa o kadar güçlü ve dirençlisiniz. Bu durum ülkemize hem insanlık hem de gelecek kuşaklar adına ülkemize önemli sorumluluk yüklüyor. O da, bu biyolojik mirasımızı daha geniş ölçekte ve daha iyi korumak. Halen, resmi verilere göre ülke yüzölçümünün yüzde 11’ini kapsayan mevcut korunan alanlar ağımız sayı ve alan olarak, sahip olduğumuz olağanüstü biyolojik çeşitliliği temsil edecek seviyenin çok altında ve birçok ülkenin gerisinde. Bu durum bir anlamda, koruma kalkanı altında olmayan birçok değerli alan ve bu alanlarda barınan biyolojik değerler için ciddi bir risk. Sahip olduğumuz bu değerleri kapsayacak, daha güçlü bir korunan alanlar ağının oluşturulması için her zamankinden daha hızlı hareket etmemiz ve daha büyük adımlar atmamız gerekiyor. Önümüzdeki on yıl bu anlamda çok kritik. Bu dönemde atacağımız büyük adımlar gelecek kuşakların kaderini belirleyecek.

BÜTÜN CANLILARDAN SORUMLUYUZ

Bitki türlerinin yanında, diğer canlılar, koruma altına alınan alanların artırılmasından nasıl etkilenecek?

Korunan alanlar, yalnız tehlike altındaki yabani bitki türlerinin değil, aynı zamanda onlarla etkileşim içinde olan bütün canlıların, içinde yaşadığı ekosistemlerin de bir bütün olarak korunması için bilinçli çabaların ve planlı eylemlerin gerçekleştirildiği yerler. Ekosistem içinde yer alan bütün canlılar bir yaşam ağı ile birbirine bağlı ve bağımlı. Birinin zarar görmesi diğerlerinin de zincirleme olarak bundan olumsuz etkilenmesine yol açabiliyor. Son 100 yıl içinde korunan alanlar gerek kapladığı alan ve gerekse yönetim amaçları açısından önemli gelişme ve değişim gösterdi. Başlangıçta bu alanların seçiminde daha çok doğal güzellikler ve estetik değerler ön plana çıkarken bugün artık biyolojik çeşitliliğin, özellikle nadir ve tehlike altında olan türlerin bunlara ait toplulukların yaşam ortamlarıyla birlikte korunması fikri ağır basıyor. Örneğin, besin piramidinin tepesinde yer alan kartal, akbaba gibi büyük yırtıcı kuşlar veya leopar, bozayı gibi memeli türleri ya da denizel ortamda örneğin Akdeniz fokunu korumayı amaçlayan bir korunan alan oluşturmak suretiyle aslında bu canlıların besinini oluşturan diğer türleri de içinde yaşadığı ortamla birlikte bütün dinamikleriyle güvence altına almış oluyorsunuz. Bununla birlikte, insanın yararına olan, iklim ve su rejimini düzenleme, toprağı ve genetik kaynakları koruma, ruh ve beden sağlığı için gerekli rekreasyonel alanları da arttırmış ve güvence altına almış oluyorsunuz. Dolayısıyla, doğa ve biyolojik çeşitlilik kaybının alarm verici düzeye ulaştığı günümüz dünyasında korunan alanlar, elimizde kalan “son doğal kaleler” ve hem biz insanlar hem de diğer canlılar için adeta yaşam sigortası.


İnsanın sağlığı doğanın sağlığına bağlıdır

Pandemi süreci dünyanın doğal dengesi bozulunca neler yaşanacağını gösterdi. İnsan doğa ilişkisi üzerinden bundan böyle atılacak adımlar için ne tür önerileriniz var?

  • Covid-19 salgının yayılması üzerine, geçtiğimiz yıl WWF tarafından bir rapor yayımlandı. “Doğanın Yok Oluşu ve Pandemilerin Yükselişi” başlıklı rapora göre, insan sağlığı ile doğanın sağlığı ayrılmaz bir bütün. Bu tür hastalıkların ortaya çıkmasında ve yayılmasında insanın doğayla yanlış ilişkisinin, özellikle yaban hayvanı ticaretinin büyük etkisi var. Yaban hayvanlarının avlanarak ya da doğadan toplanarak, yasadışı veya kontrolsüz bir şekilde evcil türlerle birlikte hijyenik olmayan koşullarda bir araya getirilmesi, satılması ve doğal yaşam ortamlarının tahribi, virüs gibi patojenlerin yabani ve evcil hayvanlardan insanlara geçme ihtimalini yükseltiyor. İnsan ve çevre sağlığını olumsuz etkileyen bu tür durumlara karşı güvencemiz sağlıklı bir doğa ve sağlıklı bir yaban hayatı. Aynı şekilde devam edersek, yeni salgınlarla karşılaşabiliriz. Şimdi tarihi bir dönüm noktasındayız. «Sürdürülebilir olmayan» geleneksel büyüme anlayışıyla mı devam edeceğiz? Yoksa doğayla uyumlu, çevresel etkileri daha düşük, yeni bir yaşam mı kuracağız? Sona ermek bilmeyen salgınla birlikte ortaya çıkan ekonomik buhran ve artan işsizlik ile başa çıkmak için uluslararası kuruluşlar ve hükümetler yeni paketler açıklıyor. Ancak bu defa, doğal sermayemiz olan doğa üzerinde olumsuz etki yaratmayacak daha çevreci bir sosyo-ekonomik toparlanma sağlamamız gerekiyor. Daha sağlıklı ve sürdürülebilir bir gelecek için ekonomiyi canlandırma planlarında artık enerji verimliliği, yenilenebilir enerji gibi çevresel bakımdan uygun yatırımların yanısıra canlı türleri ile popülasyonlarındaki yok oluş trendinin önüne geçmek ve yaban hayatı ile insan arasındaki ilişkinin iyileştirilmesini sağlamak için bozulmuş ekosistemlerin geri kazanılması, kaynakların daha sürdürülebilir kullanımı, yeni korunan alanların oluşturulması ve güçlendirilmesi de büyük önem taşıyor.
#WWF
#Doğal Hayatı Koruma Vakfı
#Sedat Kalem
3 yıl önce