|

Hatıratlar ölüyor ruhu sosyal medyada

Sosyal medya ve edebiyat ilişkisi uzunca bir süredir sanatçıların, yayıncıların, edebiyat dergilerinin gündeminde. Bir şairin, sarsıcı bir imgeyi, bir şiiri tek başına taşıyabilecek bir dizeyi takipçilerini diri tutmak için paylaştığına çokça tanık olduk. Edebi hatıratlar da sosyal medyanın gücü karşısında kitaplaşmadan tüketiliyor. Yüz yıldır bitmeyen “Şiir ölüyor mu?” tartışmalarının üzerine “Hatırat edebiyatı ölüyor mu?” sorusu gelebilir.

04:00 - 28/06/2020 Pazar
Güncelleme: 12:09 - 27/06/2020 Cumartesi
Yeni Şafak
Tanpınar’ın günlükleri yayımlanınca aylarca süren tartışmayı da beraberinde getirmişti.
Tanpınar’ın günlükleri yayımlanınca aylarca süren tartışmayı da beraberinde getirmişti.

Meşhur edebiyat teorisyenleri Wellek ve Warren edebi türler üzerine konuşurken onların tıpkı kilise, üniversite hatta devlet gibi birer kurum olduklarını; hayvan, bina, tapınak, kütüphane olmadıklarını iddia ederler. İnsanın var olan kurumlarla çalışabileceğini, kendisini onlarla ifade edebileceğini, yeni kurumlar ortaya çıkarabileceğini dile getirirler. Türlerin sabit kalmadığı fikrindedirler. Roman, hikâyenin mirasına talip olabilir. Deneme, şiirin imkânlarını içerebilir. Bir edebi tür pekâlâ ortadan kaybolabilir. Bu yorumlar, edebiyatı, organizma düzeyinde tartışan evrimci teorisyenlerin yazdıklarında sıkça görülür. Geçmişi Aristoteles’e kadar götürülebilecek bu bakış açısında var olan her şey “erek”le hareket eder. Tohumun biricik gayesi ağaca durmaktır. Ağaç da çürüyüp yeniden toprağa karışacağı günü bekler. Edebi türler de ortaya çıkar, büyür, gelişir. Ya başka bir türün içerisinde mahiyet değiştirir ya da tamamıyla yok olur.

Türk edebiyatında türlerin geleceği daha çok şiir üzerinden konuşulur. 1930’lardan günümüze gazete ve dergilerin kültür sayfalarını tarayanlar farklı kapsamlarda şiirin geleceğini tartışan edebiyatçılarla karşılaşırlar. Bu, kimi zaman genç şairlerin kendilerinden önceki kuşakları reddetmek üzere ateşledikleri suni bir tartışma seviyesinde kalır. Kimi zaman da modernliğin getirdiği yeni hayat tarzlarının, yani kapitalizme mahkûm gündelik alışkanlıkların, tabiata ait bir tür olan şiiri hükümsüz bıraktığı yönündeki yorumlardan doğar. Sebep ne olursa olsun Türk edebiyatında ölüm ve edebi tür ilişkisinin liderliğini şiir yürütüyor.

CAM EKRANLARIN ZAFERİ

Edebi türlerin zemin değiştirmesini, gürültü içerisinde ya da tek ü tenha çekilip gitmesini son yıllarda sosyal medyanın varlığı hızlandırdı. Şairlerin, bir şiiri tek başına sırtlanacak kadar sarsıcı bir dizeyi sosyal medya paylaşımıyla kamusallaştırması şiirin geleceğini yeniden tartışmaya açıyor. Sosyal medya, takipçilerini diri tutmak için kullanıcısından daima teyakkuz bekliyor. Her gün hatta günde birkaç defa yeni bir söz söylemek mecburiyeti sanatçının yaratıcılığını elinden alıyor. Bir imgenin paylaşım denen dürtüye kurban edilmesi, bir edebiyat dergisinin ilk şiiri olabilecek, bir şiir kitabının kapağına taşınabilecek sarsıcı, buluşçu bir dizenin, üzerine sürekli yeni paylaşımlar gelerek erkenden öldürülmesi cam ekranların zaferidir.

DEFLERLER VE TUTULAN NOTLAR

Şiirin bu terk edilmişliği edebi hatıratta da en az şiir kadar konuşulmalı. Sosyal medyanın gündelik olanı oyuncak kılmasından beri edebiyatçıların iki kapak arasında hatıralarını yayımladığını görmüyoruz. Son hatıra yazarları bu mecraya uyum sağlamayı tercih etmemiş kuşağın temsilcileri. Onlar hâlâ defterlere tuttukları notlarını yazma telaşında. Sonrakiler, yaşadıklarını o günün akşamında takipçilerine fotoğraflar eşliğinde bir çırpıda ulaştırıyorlar. Yaşanılan an, göstermek, görünmek arzusuna yenik düşüyor. Edebiyat heveslilerinin, genç sanatçıların, akademisyenlerin, kitap müptelalarının, fuar, sergi, sahaf tutkunlarının, hatta yıllarını edebiyat uğrunda geçirmiş tanınan şairlerin, romancıların, eleştirmenlerin insana, olaya ve çağa dair başından geçenleri olgunlaştırarak yazmaya tahammülü yok. Fotoğrafla bir anı sabitlemek ve onu birkaç satırla duyurmak yazmak denen ritüelin bütün zahmetini alıp götürüyor.


HATIRALAR KUŞAKLARA DEVREDİLMELİ

Edebi türlerin sadece kâğıtla payidar olabileceğini iddia etmiyoruz. Edebiyatın her şeyden önce söze dayandığını, sözlü edebiyatın bir nesne üzerine yığılı harflerden daha eski olduğunu biliyoruz. Ancak yazının kalıcılığı için, sosyal medyanın kısıtlı bir çevreye hitap eden dünyasına dikkat çekiyoruz. Her an yeni bilgi akışıyla bir anda eskiyen ve gözden kaybolan edebi hatıraların kuşaklara devrinin sağlanmasını arzuluyoruz. Sanatçının, paylaştıkları ile hemen takdir edilmek, beğenilmek duygusunun matbaadan yenice gelmiş kitabını eline aldığındaki hazza değişilmemesini diliyoruz. E-posta, edebi mektup karşısında galip geldi. Belki fütürist sanatçılar, edebiyat tarihinin biçimlenmesini sağlayacak elektronik yazışmalarını edebi kamuya açacaklardır. Bu, terekelerden çıkan sayfalar dolusu mektuplardan daha az kıymetli olmayacak. Sosyal medyadaki edebiyatçılar da hatıralarını kitap sayfalarına taşımakta tereddüt etmemeliler. Hem artık dijital baskı ile renkli, resimli, fotoğraflı kitapların maliyeti de zorlayıcı olmuyor.

Necip Fazıl’ın Şiir ölüyor mu? anketine cevabı


1937 yılının Kasım ayında Ulus gazetesinde yayımlanan “Şiir Ölüyor mu?” anketi dönemin neredeyse itibarlı bütün edebiyatçılarını bir araya getirir. Ankete cevap veren son isim Necip Fazıl Kısakürek’tir. Şair, bu soru karşısında şunları söyler: “Böyle bir sorgu birçoklarınca ‘Uludağ kayıyor mu?’ tarzında bir sualden farksızdır. Faraza Uludağ her gün Marmara’ya doğru beş on santim kayıyorsa bunu ancak arz tabakaları ilminde yüksek ihtisas sahibi bir âlim bilir. Meseleyi ortaya o âlim atar. Ona da aynı seviyeden bilginler cevap verir. Meselenin mahrem maktalarını görmeyenlerce Uludağ daima yerli yerindedir ve bu suale verilecek cevap da ya cahil görünmek korkusuyla ağız dolusu safsata yahut aptalcasına bir hayretten ibaret kalacaktır.” (Şiir Ölüyor mu?, Haz. Mehmet Can Doğan, Çolpan Kitap)

Nurettin Durman’ın hatıraları


Tanzimat’tan bu yana gazete sayfalarında kalan, kitaplaşıp baskısı bulunmayan pek çok edebi hatırat gün yüzüne çıkarılıyor. Son yıllarda Ebuzziya Tevfik, Ahmet İhsan Tokgöz, Mahmut Makal, Talip Apaydın, Azra Erhat, Falih Rıfkı, Filiz Ali, Hıfzı Topuz gibi sanatçıların hatıralarını okuduk. Nurettin Durman da son yıllarda Hadi Bana Eyvallah ve Beylerbeyi Günlükleri (Beyan Yayınları) ile hatıralarını yayımladı. Kırk yılı aşkın bir süredir edebiyatın ve şiirin yükünü taşıyan Durman’ın hatıralarında İsmet Özel’den Cahit Zarifoğlu’na pek çok önemli isim yer alıyor.

Günlükler Tanpınar edebiyatını doğurdu


Hatırat edebiyatının en dikkat çekici kitaplarından biri Ahmet Hamdi Tanpınar’a ait. Tanpınar’ın günlükleri 2007’de İnci Enginün ve Zeynep Kerman tarafından gün yüzüne çıkarıldı, tartışması aylarca sürdü. Tanpınar’ın roman ve şiirlerindeki gelenekçi atmosfere aldananlar, onun sanatçı mizacının neleri getirebileceğini tahmin edemeyenler günlükler karşısında hayal kırıklığı yaşadı. Ancak buradan yeni bir Tanpınar edebiyatı doğdu. Hatırat, günlük sabit kalmayıp biyografi, inceleme hatta romanlara ilham verdi. Son on yılda onlarca araştırma kitabı yayımlandı. Sefa Kaplan, Geç Kalan Adam’la Tanpınar üslubunu yakalayarak biyografik bir roman yazdı. Nazlı Eray’ın Aydaki Adam Tanpınar romanı ise modern bir nazire örneği olarak karşımıza çıktı.

#Nurettin Durman
#Ahmet Hamdi Tanpınar
#Günlük
4 yıl önce