
Yemliha elinde gümüş para ile şehre girdiğinde çok şaşırdı.
Şehir nasıl da değişmiş. Kendisinin yaşadığı, bildiği mekânlardan hayli farklı bir manzarayla karşılaştı. Anlamaya çalıştı. İnsanları ürkek bir hâlde gözlemledi. Simalar, kıyafetler de değişmişti. Üstelik tanıdık hiçbir çehre de göremedi.
Helal yiyecek aramaya başladı ve buldu. Parayı uzattığında şaşkınlıklar devam etti:
“Bu ne parası kardeşim, geçmeyen eski bir para bu!”
Nasıl geçmeyen bir para olur ki?
Yemliha, rüyada değildi. Uyanıktı, yaşıyordu. Daha dün bu parayı kullanmıştı. Ne oldu da para geçmemeye başladı?
Satıcı, paranın üzerindeki imparatorun asırlar öncesine ait olduğunu söyleyince durum daha karmaşık bir hâl aldı. Çok geçmeden her şey anlaşılacaktı…
…
Hazret İsa’dan sonra Dakyanos adlı bir zalim Roma Hükümdarı, putperest bir anlayışa bağlıydı. Hz. İsa’nın tevhit üzere olan İslam inancına (bozulmamış Hristiyanlığa) karşı şiddetli bir tepki veriyordu. Hiçbir mümin, inancını açıklayamıyordu. Bunu yapanlar da en şiddetli bir şekilde cezalandırılıyordu.
Şehrin ileri gelen ailelerinden bir grup genç tevhid inancına bağlıydı. Allah’tan başka ilah ve Tanrı kabul etmiyorlardı. Putlara tapmıyorlardı. Allah’ın son dinine uyarak yaşamak istiyorlardı.
Bu sebeple yönetimin talimatları ile inançları çelişiyordu. Onlar da hâliyle Allah’ın emrini dikkate alıyorlardı. Bunu açıklamaktan da çekinmiyorlardı.
Her hareketin, bağlılığın, kabul ve inkârın bir bedeli vardı.
Bu gençler de bedel ödemeye hazırdı.
Hükümdar, verdiği talimatla tüm müminleri yakalama ve öldürme emri verdi. Bunun üzerine müminler yer altına çekildiler. Ashab-ı Kehf de bunlardandı. Yedi inanmış genç bazı eşyalarını alarak şehir dışına çıktılar. Ve bir mağaraya girdiler. Artık uzun sürecek mekânları orasıydı. Allah için hicret etmişlerdi.
Yedi genç ve yoldaşları Kıtmir, mağarada Rabbimizin emanında uykuya dalmışlardı. Tam 309 sene uyumuşlardı.
Bu gençlerin kaçtığı anlaşılınca polis kuvvetleri ve ileri gelen zorbalar onları yakalamak için her tarafı didik didik ettiler. Nihayet onların bulunduğu mağarayı tespit ettiler. Onları yakalamak için davrandılar ancak, uykuya dalan gençler öyle bir heybetle görünüyorlardı ki kimse onlara bir zarar vermek için yaklaşamıyordu. “Üzerlerine tırmanıp da (hâllerini bir) görseydin mutlaka onlardan yüz çevirir, kaçardın ve her hâlde için onlardan korku ile dolardı” (Kehf, 18)
Yemliha ve arkadaşlarının durumu ortaya çıkınca şehirde büyük bir heyecan dalgası eser. Halk olayı bilmekte ve putlardan vazgeçmişlerdi. Yönetim de şirk anlayışından vaz geçmişti. Bu sebeple gençlere büyük ilgi gösterildi. İnsanlar akın akın mağaraya gittiler. Devrin hükümdarı da onları ziyarete gitti. Mağaranın üstüne bir mescit yapıldı.
…
Bulundukları makam ve mevkiyi inançları için terk etmek.
Küfre düşmekten, sapık inanışlara yönelmekten kaçış, hicret ve sığınış.
Tehditlere boyun eğmeme.
Her devirde Allah için, tevhid dini İslam için fedakârlık yapan, sahip oldukları imkânların gitmesi pahasına mücadele veren müminler vardır. Dün de bugün de yarın da…
Allah, kendi yolunda yaşayanların yegâne hâmisidir.
Dağlar hicret, cihat ve inziva için önemli kulluk mekânları ve sığınaklardır.
Allah ve müminler katında, inançları için mücadele veren insanların apayrı bir yeri olduğu gibi onlara eşlik eden canlıların da bir değeri vardır. Kıtmir gibi.
Müminler her zaman galip geleceklerdir.
Bu kıssa, aynı zamanda ahiretin, yeniden dirilişin de ilahi bir timsalidir.
…
“Yoksa sen, (sadece) Ashab-ı Kehf ve Ashab-ı Rakîm’i mi bizim ibret verici delillerimizden sandın? (Kehf, 18/9)
Hani o gençler mağaraya sığınmışlardı da, “Ey Rabbimiz! Bize katından bir rahmet ver ve içinde bulunduğumuz şu durumda bize kurtuluş ve doğruluğa ulaşmayı kolaylaştır” demişlerdi. (10)
Bunun üzerine biz de nice yıllar onların kulaklarını (dış dünyaya) kapattık (Onları uyuttuk). (11)
Sonra onları uyandırdık ki, iki zümreden hangisinin bekledikleri süreyi daha iyi hesap ettiğini bilelim. (12)
Biz sana onların haberlerini gerçek olarak anlatıyoruz: Şüphesiz onlar Rablerine inanmış birkaç genç yiğitti. Biz de onların hidayetlerini artırmıştık. (13)
Kalkıp da, “Rabbimiz, göklerin ve yerin Rabbidir. O’ndan başkasına asla ilâh demeyiz. Yoksa andolsun ki saçma bir söz söylemiş oluruz. Şunlar, şu kavmimiz, O’ndan başka tanrılar edindiler. Onlar hakkında açık bir delil getirselerdi ya! Artık kim Allah’a karşı yalan uydurandan daha zalimdir?” dediklerinde onların kalplerine kuvvet vermiştik. (14, 15)
(İçlerinden biri şöyle dedi:) “Mademki onlardan ve Allah’tan başkasına tapmakta olduklarından yüz çevirip ayrıldınız, o hâlde mağaraya çekilin ki, Rabbiniz size rahmetini yaysın ve içinde bulunduğunuz durumda yararlanacağınız şeyler hazırlasın.” (16)
(Orada olsaydın) güneş doğduğunda onun; mağaralarının sağ tarafına kaydığını, batarken de onlara dokunmadan sol tarafa gittiğini görürdün. Kendileri ise mağaranın geniş bir yerinde idiler. Bu, Allah’ın mucizelerindendir. Allah, kime hidayet ederse işte o, doğru yolu bulandır. Kimi de şaşırtırsa, artık ona doğru yolu gösterecek bir dost bulamazsın. (17)
Uykuda oldukları hâlde, sen onları uyanık sanırsın. Biz onları sağa sola çeviriyorduk. Köpekleri de mağaranın girişinde iki kolunu uzatmış (yatmakta idi.) Onları görseydin, mutlaka onlardan yüz çevirip kaçardın ve gördüklerin yüzünden için korku ile dolardı. (18)
Böylece biz, birbirlerine sorsunlar diye onları uyandırdık. İçlerinden biri: “Ne kadar kaldınız”? dedi. (Bir kısmı) “Bir gün, ya da bir günden az”, dediler. (Diğerleri de) şöyle dediler: “Ne kadar kaldığınızı Rabbiniz daha iyi bilir. Şimdi siz birinizi şu gümüş para ile kente gönderin de baksın; (şehir halkından) hangisinin yiyeceği daha temiz ve lezzetli ise ondan size bir rızık getirsin. Ayrıca, çok nazik davransın (da dikkat çekmesin) ve sizi hiçbir kimseye sakın sezdirmesin.” (19)
Çünkü onlar sizi ele geçirirlerse ya taşlayarak öldürürler yahut kendi dinlerine döndürürler. O zaman da bir daha asla kurtuluşa eremezsiniz. (20)
Böylece biz, (insanları) onların hâlinden haberdar ettik ki, Allah’ın va’dinin hak olduğunu ve kıyametin gerçekleşmesinde de hiçbir şüphe olmadığını bilsinler. Hani onlar (olayın mucizevî tarafını ve asıl hikmetini bırakmışlar da) aralarında onların durumunu tartışıyorlardı. (Bazıları), “Onların üstüne bir bina yapın, Rableri onların hâlini daha iyi bilir” dediler. Duruma hâkim olanlar ise, “Üzerlerine mutlaka bir mescit yapacağız” dediler. (21)
(Ey Muhammed!) Bazıları bilmedikleri şey hakkında atıp tutarak: “Onlar üç kişidirler, dördüncüleri köpekleridir” diyecekler. Yine, “Beş kişidirler, altıncıları köpekleridir” diyecekler. Şöyle de diyecekler: “Yedi kişidirler, sekizincileri köpekleridir.” De ki: “Onların sayısını Rabbim daha iyi bilir. Zaten onları pek az kimse bilir. O hâlde, onlar hakkında (Kur’an’daki) apaçık tartışma(yı aktarmak)dan başka tartışmaya girme ve bunlar hakkında onlardan hiçbirine bir şey sorma.” (22)
Hiçbir şey hakkında sakın “yarın şunu yapacağım” deme! (23)
Ancak, “Allah dilerse yapacağım” de. Unuttuğun zaman Rabbini an ve “Umarım Rabbim beni, bundan daha doğru olana ulaştırır” de. (24)
Onlar mağaralarında üç yüz yıl kaldılar. Buna dokuz daha eklediler. (25)
De ki: “Kaldıkları süreyi Allah daha iyi bilir. Göklerin ve yerin gaybını bilmek O’na aittir. O, ne güzel görür; O, ne güzel işitir! Onların, O’ndan başka hiçbir dostu da yoktur. O, hükmüne hiçbir kimseyi ortak etmez.” (26) (Kehf, 18/9-26)







