|
Bir tüy ve huy meseli

1968 yıllarıydı…

Dünya demokrasi, eşitlik, özgürlük, hak ve adaletle yatıp kalkıyordu.

Sınıfsal ve ulusal bilinç roket gibi yükselmişti.

Afrika, Asya ve Ortadoğu''da zincirinden kurtulan sömürgeler siyasi bağımsızlıklarını kazanmanın coşkusu içindeydi. Yeni hedefleri ekonomik özgürlüktü.

ABD''de Vietnam Savaşı''nın reddiyle başlayan öğrenci hareketleri Avrupa kıtası dâhil tüm kara parçalarına yayılmıştı.

Bu post-kolonyal dönemde Amerikalı siyaset bilimci Samuel Huntington (1927-2008), yayımladığı ''Political Order in Changing Societies / Değişen Toplumlarda Siyasi Düzen'' (1968) isimli kitabıyla dünyanın gidişatına kafa tuttu.

Kitabında, genel kanının aksine siyasi ve sosyal modernleşme arasındaki kategorik farka dikkat çekerek, ''Önce toplumsal istikrar sonra politik özgürlük ve demokrasi'' çıkışında bulundu.

Üçüncü Dünya''da modernleşme ve kalkınmanın demokrasiyle değil ancak askeri vesayet rejimleri ve tek parti hükümetleriyle sağlanabileceğini vazetti.

Akademik bir retorikle konuşsa da düpedüz darbeciliği ve diktatörlüğü savundu.

Jakoben modernizme selam duran ve yer yer ırkçı bir tandansla konuşan Huntington''a göre, Üçüncü Dünya ülkelerindeki mistik ve geleneksel insanın Birinci Dünya''daki (Batı) çağdaş ve seküler bireye dönüşmesi ancak zora dayanan bir siyasi düzenle yani sopayla/liberal ama anti-demokratik yönetimlerle mümkündü.

''Değişen Toplumlarda Siyasi Düzen'' kitabındaki tezler, ABD''nin 1968-1991 arasındaki 23 yıllık Soğuk Savaş politikasına yön verdi.

Pentagon''da ve ulusal güvenlik kurullarında uzun yıllar danışmanlık da yapan Huntington''un askeri vesayet ve diktatörlükleri vaftiz eden senaryosunu ''siyasete çeken'' Amerikan yönetimi, 1968''den sonra ''politik istikrar'' adına Üçüncü Dünya halklarına adeta cehennemi yaşattı.

Darbe, iç savaş, ayaklanma, sürgün ve katliamların kapısını ardına kadar açtı.

Onlarca ülkede milyonlarca masum insan, kukla tiranlar eliyle ''siyasi istikrar canavarı''na kurban verildi.

ABD, Huntington''un normatif (kurgusal ve ideolojik) modellere dayalı modernleşme (medenileştirme) tezini hayata geçirirken, ekonomik kalkınma ve gelişme ile dünyanın önce bütünleşeceği sonra da demokratlaşacağı/özgürleşeceği vaadinde bulunuyordu.

Pervasızdı.

Cürmüne kılıf arama zahmetine bile girmemişti.

***

Dökülen kanlarla birlikte zaman da aktı.

Bu kez 1990 yıllarıydı…

Soğuk Savaş bitmiş, Demir Perde''nin kıskacından kurtulan Orta Asya, Doğu Avrupa, Kafkaslar ve Balkanlar''daki milletler birer birer özgürlüğe koşuyordu.

Dünyadaki bilinç çıtası hiç olmadığı kadar yükselmiş, kader olarak görülen emperyal teoriler karalanıyor, umutlar yeniden karılıyordu.

Toplumsal talepler, demokrasi, ulusların kendi kaderini tayin hakkı, serbest piyasa, liberal çoğulculuk, çok kültürlülük, kadın hareketleri, çevrecilik, etnik ve dini aidiyetler dalga dalga ulusal ve uluslararası siyasetin kıyılarını dövüyordu.

Yeryüzünün küreselleşme furyasına esir düştüğü bu zaman diliminde Huntington yine felaket tellalı kesilmişti.

Dünyayı saran bütünleşme düşüncesine inat İslam coğrafyasını hedef tahtasına koyan ''The Clash of Civilization / Medeniyetler Çatışması'' (1992) teziyle boy gösterdi bu kez.

İnsanlar, ilk başta bu teze dudak bükse de Huntington''un haçlı mantığı sonunda ABD''nin 21. yüzyılda izleyeceği siyasetin rotasını belirledi.

***

Soğuk Savaş''ın (1947-1991) bitişi, bir bakıma alternatif (sosyalist) modernleşme projesinin de iflasıydı.

İkinci Dünya (sosyalist blok), devrimci modelle modernleşemeyeceğini anladı ve teslim bayrağını çekti.

İkinci Dünya''nın sahneden çekilmesiyle, Üçüncü Dünya tamamen Birinci Dünya''nın (kapitalist blok) lideri konumundaki ABD''nin nüfuz sahasına girdi.

Ve ABD, Soğuk Savaş dönemindeki ''önce kalkınma/kapitalistleşme sonra demokrasi'' diye tanımlanan ''havuç siyasetini'' terk ederek Terörle Savaş ile birlikte ''önce işgal sonra demokrasi'' diyebileceğimiz ''sopa politikasına'' geçti.

Soğuk Savaş özünde zaten kapitalist ve sosyalist blok arasında Üçüncü Dünya''yı paylaşma yarışıydı.

Şimdi ise ''geri, vahşi, mistik, öteki ve batı dışı'' diye nitelenen ve büyük çoğunluğu İslam ülkelerinden oluşan bu coğrafya, Terörle Savaş sopasıyla kapitalist dünyaya entegre ediliyor.

Soğuk Savaşı kazanan ABD, 1990''larda İkinci Dünya''yı kapitalist sisteme başarıyla eklemlemişti.

2001''den sonra da yüzünü Fas''tan Pakistan''a uzanan İslam ülkelerine çevirdi.

Huntington''un İslam dünyasının yeniden dizaynını amaçlayan ''medeniyetler çatışması'' tezi aslında başta Harvard, Yale ve Columbia olmak üzere belli başlı üniversitelerdeki ''bölge çalışmaları'' isimli enstitülerde kurgulanan stratejilerin özetidir.

Amerikan akademik sisteminin temel taşlarından olan ''bölge çalışmaları departmanları'' Soğuk Savaş''ta Çin, Hindistan ve Japonya eksenli teoriler geliştirirdi.

Aynı departmanlar şimdi ise İslam dünyasını merkeze alan post-modern anlatılar, etnik, mezhepsel ve kültürel çatışma teorileri kurguluyor.

***

Huntington, 1968''deki Soğuk Savaş teziyle Üçüncü Dünya''da modernleşme ve kalkınmanın demokrasiyle değil ancak askeri vesayet rejimleri ve diktatörlüklerle sağlanabileceğini iddia etmişti.

ABD bu teze harfiyen uydu.

1992''de ise Huntington, Terörle Savaş teziyle (medeniyetler çatışması) bu kez İslam dünyasının kontrol altına alınarak yeniden dizayn edilmesini salık verdi.

ABD bu tezi de harfiyen benimsedi.

Hatta George W. Bush, 20 Eylül 2001''de resmen ilan ettiği Terörle Savaş politikasıyla Huntington''un tezini devletin temel stratejisi haline getirdi.

***

Karşımızda Amerikalı siyaset bilimci Huntington''un biri 1968 diğeri 1992 tarihini taşıyan iki tezi var.

1968 tarihini taşıyan ''soğuk savaş tezi''nde düşman komünizmdi. ''Biz'' olan ise kapitalizmdi.

Terörle Savaş politikasına kaynaklık eden 1992 tarihli tezde ise komünizmle mücadelenin yerini İslam dünyasıyla mücadele aldı.

Düşmanlaştırılan Müslümanların karşısına da ''bizleştirilen'' Hıristiyanlar konuldu.

Küçük bir makyaj hilesiyle ''iyi ve kötü arasındaki savaş'' yeniden canlandırıldı/canlandırılıyor.

23 yıl sonra aynı adam ve aynı tez.

Ve tezleri birer emperyal stratejiye dönüştüren aynı ülke.

Bu, bir dejavu mu?

Sanmam.

Bence bu ''tüyünü değiştiren ama huyu aynı kalan bir kurt'' meseli…

11 yıl önce
Bir tüy ve huy meseli
Efendimiz’in (sav) Zekatı-1
Milyonlar milyarlar havada uçuşuyor
Sandık başına giderken…
Operadaki Hayalet’in “kehaneti” gerçekleşirse…
Ayasofya’yı açan adama vefa zamanı