Şahını feda ederek rakibini mat edemezsin!

00:0027/08/2006, Pazar
G: 27/08/2019, Salı
Dücane Cündioğlu

-“Satrançta en önemli taş hangisidir? Şah mı? En güçlü taş hangisi? Vezir mi?Oyunun belli bir safhasında, taşların güç dağılımı düzeni, başka bir safhasındakinden çok daha farklı olabilir.Ancak bu, bizim çeşitli taşların güçleri hakkında genel ifadelerde bulunmamızı büsbütün engelleyebilir mi?Gramatik kural:Şahını feda ederek (vererek) rakibini mat edemezsin.Öyle bir satranç oyunu (?) düşünün ki, onda, taraflardan biri oyun süresince ‘şah’ ve ‘vezir’i devamlı birbirleriyle yer değiştirtmekte olsun!Öyle

-“Satrançta en önemli taş hangisidir? Şah mı? En güçlü taş hangisi? Vezir mi?

Oyunun belli bir safhasında, taşların güç dağılımı düzeni, başka bir safhasındakinden çok daha farklı olabilir.

Ancak bu, bizim çeşitli taşların güçleri hakkında genel ifadelerde bulunmamızı büsbütün engelleyebilir mi?

Gramatik kural:

Şahını feda ederek (vererek) rakibini mat edemezsin.

Öyle bir satranç oyunu (?) düşünün ki, onda, taraflardan biri oyun süresince ‘şah’ ve ‘vezir’i devamlı birbirleriyle yer değiştirtmekte olsun!

Öyle bir oyun düşünün ki, orada taraflar satranç tahtası ve satranç taşları ile dama oynamakta olsun, ve kendilerine “Ne oynuyorsunuz?” diye sorulduğunda, “Satranç oynuyoruz” desinler!

Basit bir gramatik ifade:

Satranç taşları ile dama oynayabilirsiniz, ancak ‘şah’ artık şah olmaktan çıkmış, ve taşların önemlilik sırası tamamen değer değiştirmiştir.

Dama taşları ile satranç oynayabilirsiniz, ama o zaman şah ve fili birbiriyle karıştırmak ne kadar kolaydır!”

Geçen hafta vefat eden merhum Şakir Kocabaş’ın “İfadelerin Gramatik Ayırımı” (İstanbul, 1984) adlı kitabının bu son satırlarını kaç kişi hatırlar bilemem, ama doğrusunu isterseniz, ben hiç unutmadım.

Yaklaşık 20 yıl önce bir arkadaşımla beraber, bir kitapçıda kenara atılmış 15-20 tane nüsha görünce, içimiz cız etmiş ve sadece lâyık olanlara vermek üzere bütün nüshaları satın almıştık. (Kitabın adı bile yanlış basılmıştı; zira gerçekte kitabın gerçek adı “... Ayrımı” değil, “... Ayırımı” olmalıydı.)

Bu eseri, anlayamadığım yer kalmayıncaya kadar defalarca okumuş, âdeta hatmetmiştim. Sonra Şakir Bey’in kendisiyle tanışmak imkânı da buldum. Nitekim bir müddet sonra Kur’anî kavramlar ve terimler üzerine bir vakıfta seminerler vermeye başladı. Merak ve heyecanla bazı derslerini izledim. Ne var ki yazdıklarından rücu etmiş görünüyordu; zira kitabında aktardığı ilkelerin aksine, o da birçokları gibi Kur’an’ı bilimsel bir metinmişcesine ‘okuyordu’. Birgün tartışmalarımızın sonunda kendisine şöyle dediğimi hatırlıyorum: “Bence ifadelerin gramatik ayırımını önemsemelisiniz.”

Sâkin ve mütevazı bir insandı. Son dönemlerinde Türkiye’de sıklıkla rastlanan bir şeyi yapıyor ve ilmî müktesebatıyla dinî hissiyatının sentezinden bir şeyler çıkarabileceğini umuyordu. Olmadı. Nitekim Yusuf Kaplan da bu hafta yazdığı yazıda bu hususun altını çizip cevapsız bir soru yöneltmekten kendisini alamadı:

- “Şakir Ağabey, konuş/ul/acak kimse olmadığını gördüğü için olsa gerek, konuşulabilecek müşterek bir aralık bulma kaygısıyla Kur’an kavramları, Kur’an’ın kavramsal ve gramatik yapısı gibi konulara yöneldi. Burada, Wittgenstein/dil felsefesi ilgisinde gösterdiği başarıyı yakalayamadığını kendisi de itiraf ediyordu. Neden/di acaba?”

Kanaatimce, Türkiye’de birçok değerli zekânın başarısızlığı gibi bu başarısızlığın nedeni de malumdur. Bazı ilâhiyatçılar nasıl bilimsel formasyonlarının yetersizliği sebebiyle bilim-din ilişkilerini güya açıklamaya çalışırken sıçramalara ihtiyaç duyuyorlar ve birkaç tercüme eserden alıntı yapmakla bu açıklarını kapattıklarını sanıyorlarsa, bazı bilimadamları da dinî ilimler sahasındaki yetersizliklerini hemen hemen aynı yöntemle telâfi edebileceklerine inanıyorlar. Öyle ki ilâhiyatçılar şahlarını vererek rakiplerini mat edeceklerini zannederlerken, bilimadamları ellerinde vezir’i tutmanın gururuyla hareket edip bir piyonun dahî bir veziri tesirsiz hâle getirebileceği ihtimalini nedense gözardı ediyorlar.

Bu durumu, acaba memleketimizde ‘ilim’ ile ‘malumat’ arasındaki sınırın silikliğiyle izah edebilir miyiz? (Niçin olmasın?)

Hâsılı, göz yaşarır, gönül üzülür ve fakat biz, sadece Rabbimizin bizden razı olacağı sözü söyleyebiliriz: “Hepimiz O’ndan geldik, dönüşümüz yine O’nadır!”

Not: Aniden 13-20’lere ulaşmış bir tansiyonun verdiği rahatsızlıkla başa çıkmayı beceremediğimden ötürü dünkü yazımı yazamadım. Dostlarca mazur görülmek isterim.