Prensip olarak psikiyatride teşhis amaçlı kullanılan bir kavramın başka bir alanda, insan ilişkilerinde, toplumsal ve siyasal değerlendirmelerde kullanılmasını tasvip etmem. Psikiyatrik bir rahatsızlığa duçar olmuş insanlarımızı teşhislerle etiketlenmenin yan etkilerinden kurtarmaya çalışan meslek erbabına yakışan da bu tavırdır. Bu nedenle geçen yazımızda CIA mahreçli "politik paranoya" gibi uydurma teşhislerle siyasi meselelere yaklaşmamak, demokratik bir düzende siyasetçiye bu tip tanılar yakıştırarak
Prensip olarak psikiyatride teşhis amaçlı kullanılan bir kavramın başka bir alanda, insan ilişkilerinde, toplumsal ve siyasal değerlendirmelerde kullanılmasını tasvip etmem. Psikiyatrik bir rahatsızlığa duçar olmuş insanlarımızı teşhislerle etiketlenmenin yan etkilerinden kurtarmaya çalışan meslek erbabına yakışan da bu tavırdır. Bu nedenle geçen yazımızda CIA mahreçli "politik paranoya" gibi uydurma teşhislerle siyasi meselelere yaklaşmamak, demokratik bir düzende siyasetçiye bu tip tanılar yakıştırarak karalama kampanyası yapmamak gerektiğini, böyle niyetleri olanlara anlatmaya çalıştık. Peki, öyleyse, bu başlığınız ne diye soracaksınız? Psikanalistler, post-modern zamanlar denilen günümüzde, her şeyi bildiğinden emin, büyüklenmeci fikirleri ile insanları cezp etme niteliğini haiz, paranoid kişilik yapısındaki kimseler etrafındaki öbekleşme tehlikesine dikkat çekiyorlar. Biz de nesillerimize çok zararlı olabilme potansiyeli taşıyan bu tehlikeden bahsedebilmek için, böyle bir başlık tercih ettik.
Sosyolojinin duayeni Bauman, modernliği, mükemmeliyete yapılan bir yolculuk, acımasız bir düzen ve kontrol arayışı olarak tanımlıyor. Mükemmeliyete ulaşma çabası mükemmel bir tabloda yeri olmayan sayısız varlığın bertaraf edilmesini gerektirdiğinden modernlik, aynı zamanda bir yıkım çağı oldu. "Kısa yüzyıl" da denilen 1914-1989 arası zamanlar, mükemmellik rüyasının neden olduğu vahşetlerle doluydu. Mükemmellik için vahşet, Nazi ve Komünist girişimlerde doruğa çıktı.
Modern zamanlarda her türlü sağlıksız siyasi tavır, esasen despotik devlet aygıtı içinde neşvünema buluyordu. Bizim modernleşme tarihimizde de bu durumun birçok yansımasını ve örneğini görmek mümkün. Ama şimdi, post-modern zamanlarda modern ulus-devletin vahşete dayalı mükemmellik arayışı, demokratik tedbirlerle epeyce denetim altına alınabildi. Klasik modern çağda görülen şiddet ve kıyıcılığa dayalı siyasi liderliklerin bazı versiyonları, günümüzde ancak geri bıraktırılmış ülkelerdeki vesayetçi-darbeci devlet yapılarında ortaya çıkabiliyor. Mısır, Suriye, Bangladeş örneklerinde görüldüğü gibi, bunlar, çoğu zaman toplumu Müslüman devletler oluyor. Darbeci vesayet sistemine son vererek demokrasisini güçlendirmeye çalışan Türkiye"deki mücadele, bu yüzden çok önemli.
Post-modern demokrasilerde modern devletin şiddet ve kıyıcılığı nispeten dizginlenebilmişken aynı sükûnet toplumda var mı? Bu soruya psikanalistler (Paul Verhaeghe, Renata Salecl vd.) "Hayır" cevabı veriyorlar. Şimdi onların post-modern toplumda gördükleri manzarayı anlatacağız. Bize göre bu görünüm, bin bir özenle Tasavvuf geleneğini sürdüren kardeşlerimizi hariç tutmak şartıyla, belli ölçülerde bizim toplumumuza da uyuyor.
Boş-inançları yıkarak korkuyu gidermek amacıyla yola çıkmış modernlik treni korkuyu daha da radikalleştirdi; ilaçlara, terapilere rağmen endişenin önü alınamıyor. Nasıl birisi olduğunu, ne yapması gerektiğini bilmeyen insanın aklı, sürekli olarak piyasa provokatörleri tarafından çelinip duruyor. İnsanlar sözüm ona bireyselliklerinin peşindeymiş gibi görünseler de asıl ihtiyaçları, kendisi adına seçim yapabilecek, her şeyi kontrol edebilecek güce sahip sandıkları "inanç guru"ları.
Kamusal insan çöktü. İncecik bir buz tabakasında paten kayan, düşmemek, soğuk suda hem donup hem boğulup ölmemek için sürekli sürat yapmak zorunda kalan, güven ve taahhütten uzak bir yaşama sürmeye mahkûm günümüz insanı… Siyasi kategorileri psikolojik kategorilere indirgeyen bir mahremiyet ideolojisi yükseliyor. Bir yanda özgürlük ihtiyacı diğer yanda aidiyet açlığı; bir yanda yalnızlık diğer yanda topluluğun içinde erime korkusu… "Senin hayatın, senin seçimlerin, senin kimliğinin parçası…" gibi sözlerin eşliğinde can havliyle kimliğinin peşinden koşan insanlar, yalnızlıktan kurtulabilmek için tutunacak yer arıyorlar. Ama artık sadece bazı noktalardan, dünya görüşü, yaşama tarzı gibi açılardan "benzerlik cemaatleri"ne katılma şansınız var. İnsanlar, kendi kimliğine yakın olanları "biz" olarak niteleyip, onları kardeşleri olarak görürken diğerlerini dışlama eğiliminde. Fanatik; saldıracak birçok ötekisi var, olmadı rakip takımın taraftarlarına hücum ediyor. Görünüşte birey, ama adeta kararnameyle bu unvanı ele geçirmiş gibi.
Yabancılaştırıcı birçok arzunun arasında bölünmüş günümüz insanı, kendisine garanti sağlayacak, koruyucu birleştirici bir faktör, inanacak, bağlanacak bir kimse arıyor. Bunlar, psikoloji tablomuzun yalnızca bir tarafı. Diğer yanda ise bu sürekli olarak parçalanmış ve içsel şüphelerle dolu insanları kendisine çeken, her şeyi bilen ve bu bilgiyi bir kehanetçesine bildiren ve en ufak içsel şüpheye sahip olmayan, kendine aşırı güven hissi içinde bulunan paranoid derebeyleri bulunuyor. Geçmişin büyük liderlerinin, aile reislerinin, kâmil insanlarının yerini şimdi bu çağdaş derebeyleri dolduruyor.
Paranoid derebeylerine karşı en etkin ve gerçek mücadele aracımız, demokratik siyaset. Eğer Türkiye, siyasete itibar kazandırmayı ve demokrasisini güçlendirmeyi, kamusal insana can suyu vermeyi başarabilirse, sadece İslam dünyasına değil, demokratik devlet işleyişlerine rağmen, toplumsal manzarası hakkında olumsuz değerlendirmeler yapılan Batı"ya da örnek teşkil edebilir.