|
Piyasayı kurun ‘yükselmesi’ değil, ‘belirsizliği’ yoruyor
7 Haziran seçimlerinden bir hafta sonra, bu köşede 'yüzde 40 AK Parti-MHP, yüzde 60 tekrar seçim' olasılığını sizlerle paylaşmaya başlamıştık. Ancak, babam rahmetli Erdoğan Alkin Hoca ve ben ailenin göreceli olarak daha 'iyimser' iktisatçı tarafını temsil etmemize rağmen, olası
bir AK Parti-CHP koalisyonuna hiç şans tanımamam, daha da ileri giderek, doğrudan 'tekrar seçim' ihtimaline daha fazla ihtimal vermem, piyasa, akademi ve arkadaş ortamında ağır eleştirilere uğramama sebep oldu
. Bugün, bu derece erkenden paylaştığım bir öngörünün gerçekleşmesinden, elbette ki, ülkem için mutlu değilim.

Çünkü,
son 10 yılda, Türk ekonomisinin kritik önemdeki makro dengelerini ekonomik ve politik risklere karşı daha 'dirençli', daha 'dayanıklı' hale getirmiş olsak da, 'dur bakalım, daha nereye kadar zorlayabiliriz' deyip de, güzelim Türk ekonomisi elimizde kalmasa kanımca daha iyi olur
. Siyasetçilerimizin şunu anlamalarında yarar var. Türkiye'de, 8 Haziran sabahından itibaren, olası bir koalisyon hükümetini, 'tekrar' seçimi, bayram sonrasında ciddi artış gösteren terör olaylarını, devletin terörle ödünsüz mücadele etmesi gerektiğini, sadece Türkiye'deki siyasi belirsizliğe odaklanabileceğimiz bir konjonktürde değil, '
küresel ekonomi-politik ortamın son derece lehimize olduğu' bir konjonktürde değil
, Türkiye›nin onlarca bölgesel ve küresel ekonomik ve siyasi belirsizliği takip etmek durumunda olduğu bir konjonktürde tartışıyoruz.

İktisat alanında dile getirdiğimiz 'normal koşullar içerisinde' gibi bir durumda değiliz. Bu nedenle, şartları ve gerekçeleri ne derece haklı veya mantıklı gözükse de, siyasetçilerimizin bu derece ciddi ve derin bir belirsizliğe katkıda bulunmaları, ayırım gözetmeksizin, Türk iş dünyasının tüm çevrelerini birlikte vurur ve ciddi bir moral kırılmasına sebep olabilir. İş dünyamızın dayanma gayretleri ve becerisi, lütfen kimseyi uzun süreli olarak 'iyimser' olmaya zorlamasın.

'Brezilya' değil, 'Hindistan'a yakın duralım

İktisat alanının tehlikesi şudur; birincisi, varsayımlar üzerinden analiz yapmaya bayılırız; ikincisi, 'normal koşullar içinde' diye analiz yapmaya bayılırız. İkisi de, gerçekle boğuşan iş dünyası için çözüm üretemez. Örnek olarak, 'normal' koşullar içerisinde, bir ülkenin para biriminin değer kaybetmesi, o ülkenin rekabetçiliğini arttırabilir. İhraç mallarının ABD Doları cinsinden fiyatının düşmesini sağlar, cazibesini arttırır. Ancak, ülkenin para biriminin değer kaybetmesinin ihracata bir avantaj sağlaması, ülke dış ticaret ve cari işlemler fazlası veriyor ise anlamlıdır; Çin gibi.

Aksi durumda, ülke dış ticaret ve cari işlemler açığı veriyor ise, ülkenin zaten bir 'rekabetçilik sorunu' var demektir ve Türkiye'nin rekabetçilik sorunu 150 yıllık bir gerçektir.
Bu nedenle, Türk Lirası değer kaybettikçe, ihracat malları ucuzluyormuş gibi gözüktüğü kadar, Türkiye'nin yurt içi piyasaya ve ihracata yönelik mal üretimi için yaptığı hammadde, ara mamul ve enerjinin ithalat maliyeti de artar. Yani, TL'nin değer kaybı rekabet getirmez; hatta tersine rekabetten götürür.
Nitekim, Türk Lirası 2013 yılı başından, dün, yani 18 Ağustos 215 tarihine kadar yüzde 38,51 değer kaybetti. Bu durumda, Türkiye'nin ihracatının 170 milyar dolara dayanması gerekir. Oysa, 2013 Temmuz-2014 Temmuz döneminde 150 milyar dolar TİM toplam ihracat verisi, 2014 Temmuz-2015 temmuz döneminde 140 milyar dolara gerilemiş.

2 Ocak 2013'den, 18 Ağustos 2015'e kadar ki dönemde, Güney Afrika Randı yüzde 34,75; Türk Lirası yüzde 38,51;
Brezilya Reali yüzde 41,15 ve Rus Rublesi yüzde 53,61 değer kaybetmiş. Biz, Real ile Ruble kadar paramız değer kaybetmemiş diye avunur isek, kendimizi kandırmış oluruz.
Çünkü, bu iki ülkenin ekonomik ve politik durumları bizden kat ve kat daha sıkıntılı durumda ve uluslararası derecelendirme notları kırıldı.
Bu nedenle, Türkiye 'Brezilya' ile avunmamalı, 'Hindistan'la aynı noktada olmalı.
Çünkü, aynı dönemde, Hindistan küresel piyasalardaki algısını iyi yönetti; enflasyon ve cari açığını azalttı; Hindistan Rupisi aynı dönemde yüzde 16,27 değer kaybetti. Rupinin daha düşük oranda değer kaybetmesi sorun olsaydı, Hindistan cari açığını küçültemezdi.

Kuru sabitlememiz gerekiyor

Türkiye'deki hiç bir iktisatçı, döviz kurları ile ilgili tartışmayı, Türk sanayisinin yüzde 75-78 oranında ithalata bağımlılığını,
Türk özel sektörünün ciddi boyutlardaki açık pozisyonunu, özel sektörün vadesi gelen ithalat ve dış borç ödemelerinin takvimine bakmadan yürütemez
. Çünkü, bize konuşması, teknik olarak tartışması kolay; ama, her gün, her ay çalışanlarının ve şirketin vergisini, sosyal güvenlik ödemelerini, çeklerini, ithalat ödemelerini, banka ve dış borç ödemelerini düşünmesi ve
milyonlarca Türk ailesinin ekmeğinin sorumluluğunu taşıyan, bu nedenle çaba sarf eden, 'ben Türk ekonomisinin bugün ve geleceğine yatırım yapmayı ve istihdamımı sürdürüyorum' diyen, alnından öpülmesi gereken yüz binlerce işadamımız var.
Onların tek bir dileği var; 'Ne olur döviz kurlarındaki dalgalanmayı ve tırmanmayı durdurun'.
#7 Haziran seçimleri
#dış borç
#ekonomi
9 yıl önce
Piyasayı kurun ‘yükselmesi’ değil, ‘belirsizliği’ yoruyor
“Almanlar et başında”
Varsıllar vergi ödemesin!
Amerikan Evanjelizminin Trump’la imtihanı
Genişletilmiş teröristan projesi böyle çöktü
İsrail’le ticaret ve Deutsche Welle