|
Türkiye ve Orta Doğu"nun dönemeci

Erkân-ı Harbiye Binbaşılarından ve Mustafa Kemal"in Suriye-Filistin cephesindeki arkadaşlarından Vecîhî Bey, 1337/1921 senesinde "Filistin Ric"ati" adıyla harp hatıraları mahiyetinde bir kitap yayınlar. Kitabın önsözünde şöyle ilginç ifadeler yer alır:

"Biz Türkler, bundan sonra yaşamak istiyorsak, çok uzaklara gitmeğe lüzum yok. Yakın bir mâzinin ibretlerinden ders almak kâfîdir. Önümüzde apaydınlık duran şehrâh-ı selâmete dâhil olabilmek için en evvel bütün ağırlığıyla omuzlarımıza çökerek bizi yerimizden oynatmayan hamûle-i mirâs-ı mâziyi atmalı. Ne olduğumuzu, ne yapacağımızı bilmeli, görmeliyiz. İtikâdımca, şekl-i hâzırımızla amelden, fikre kadar harekât-ı ictimâiyyemizin her nev"ine izâfe ettiğimiz tavr-i millî doğru değildir, sahtedir; olsa olsa bununla kendimizi iğfâl etmiş oluyoruz.

Millî Avrupa"ya benzemek istiyorsak, evvelâ millî bir Türkiya olalım ve lütfen teşbihim su-i telakkiye uğramasın: Fikrimce, bir lahza kendimizi devr-i evvelimizde farz ederek, Osman Gâzî mekteb-i ibtidâiyesinden bir şehâdetnâme alırsak, ben şüphe etmiyorum, çok geçmez. Serî bir yürüyüşle asr-ı hâzır medeniyetinin kıymetli ve pek güzîde bir uzvu oluruz." (Vecîhî, Erkân-ı Harbiye Binbaşısı, Cihân Harbine Ait Hatıralardan: Filistin Ric"ati, Matbaa-i Askeriye, Dersaâdet, 1337. Shf. 3-4)

Binbaşı Vecîhî Bey"in hem kitabının ismi, hem de bu sözleri ile anlatmaya, betimlemeye çalıştığı, Orta Doğu"dan çekilmenin, redd-i miras ile yüzünü başka yöne çevirmenin fiiliyattaki adıdır. 18 yüzyıl başında, peş peşe gelen yenilgiler ve toprak kayıplarıyla tedricen çöküşe doğru giden bir imparatorluğa ve mirasına son noktanın konulmasıydı. Yine benzeri bir bakış açısı Falih Rıfkı Atay tarafından Ateş Ve Güneş (Halk Kütüphanesi, 1335/1919, İstanbul, Shf. 5-12) ile Zeytindağı adlı eserlerinde daha açık ifadelerle dile getirilmiştir.

Özellikle, 19. yüzyılın ikinci yarısında toprak kayıplarının hızlanması, hele 93 (1293/1877-78) Osmanlı Rus Harbi bozgunu neredeyse kaçınılmaz sonun başlangıcı oldu. Ayastefanos Anlaşması ile neredeyse varlığını kaybedecek bir noktaya gelen Osmanlı Devleti, Berlin Konferansı ile bir nebze olsun lehine yönelik yeni düzenlemelerle bir nefes aldı. Sırbistan, Karadağ gibi toprakların tümü ile elden çıkması, Tuna vilayetine muhtariyet verilmesi, Kıbrıs"ın İngiltere"ye kiralanması gibi toprak kayıplarına rağmen çok daha büyük kayıpların önü alınmıştı. Sultan II. Abdülhamid dönemi, Devr-i Hamîdî denilen dönem de bu şekilde başlamıştı. 1908 II. Meşrutiyet sonrasında ise, ülke yönetimine gelen Jön Türk-İttihatçı idare iki Balkan savaşı ile kısa zamanda Edirne"ye kadar tüm Balkan-Rumeli topraklarını kaybettirdi. Birinci Cihan Harbi patlak verdikten sonra ise, Balkan Savaşlarında Bulgaristan ve Yunanistan"a bile yenilmiş olan ülke, Düvel-i Muazzama"ya karşı birkaç cepheden birden savaşa sokuldu. Bu savaş, Çanakkale ve Kûtu"l-Amare zaferlerine rağmen büyük bozgunlarla ülkenin iyice dağılmasına, Osmanlı Devleti"nin sona ermesine yol açtı. Özellikle, Mekke Emiri Şerif Hüseyin Paşa ve oğullarının İngilizlerle işbirliği yaparak ayaklanması, bunun adeta nihai noktası oldu. Zâten 19. yüzyılın başlarından itibaren, yenilgi ve toprak kayıpları ile eş zamanlı batılılaşma ve modernleşme yönündeki reformlarla sisteminde değişikliklere giden imparatorluğun, modern ulus devlete dönüşmesi hızlanıp, kesinleşti.

Tüm bunların sonucunda, İstiklâl Harbi neticesinde Lozan"da çizilen sınırlar muvacehesinde ulus-devlete dönüşen," Türkiye Cumhuriyeti" adını alan yeni devlet, Orta Doğu ve İslâm Dünyası ile bağlarını koparıp, radikal reform/inkılaplarla tümü ile redd-i mirâs davasında bulunarak yüzünü iyice batıya döner. Bu durum, Resmi İdeoloji ile katı bir statüko halini alır. On yıllarca süren bu statüko, Ortadoğu ve İslam Alemi ile Türkiye"yi birbirine haram kılar. O kadar ki, farklı gerekçelerle olsa da, sınırlarına mayın bile döşer. Türkiye"nin sadece Orta Doğu"da değil Balkanlarda da "Yurtta Sulh Cihan"da Sulh" sözü ile izlediği pasif/edilgen dış politika, Türkiye"yi on yıllarca Misâk-ı Milli ve Lozan hudutlarına hapseder. Bu sınırlar içerisinde, katı bir resmi ideoloji ile üzerinde bir ulus-devlet kurulsa bile, bir imparatorluk bakiyesiydi. İla nihaye bu şekilde devamı söz konusu olamazdı. 90"lı yılların başında, Sovyet/Doğu blokunun çökerek soğuk savaş döneminin ve iki kutuplu dünya sisteminin sona ermesi, Türkiye"yi yeni arayışlara mecbur kıldı. Zaten, 80"li yıllardan itibaren Türkiye"de Orta Doğu"ya nisbi bir yönelim artışı söz konusu olmuştu. Bu dönemde Nato konseptindeki zorunlu değişim, Kürt sorunu, Orta Doğu"daki gelişmeler Türkiye ve Orta Doğu"yu birbirine farz kıldı. Türkiye"nin çevresinde ve bölgesinde yeni bir aktif politikaya yönelmesi zaruri bir hale geldi. Zaten baştan beri yanlış ve sorunlu olan Misak-ı Millici/Statükocu politikalar, artık hiçbir şekilde sürdürülemez bir durum arzetti.

Orta Doğu"da baş döndürücü bir hızla gelişen yeni olaylar, Irak"ın işgali akabindeki gelişmeler, özellikle Arap Baharı, uzun süren Statükoya alışmış Türkiye"nin yeni gelişmelere adaptasyonunda ciddi sorunlara yol açtı. Arap Baharının aleyhe, kanlı felaketlere dönüşen seyir çizgisi, Suriye"de yıllardır süren iç savaş, aktif dış politikanın yönünü değiştirip, önünü kesen bir rol oynadı. Libya"dan Irak"a kadarki Kuzey hattında IŞİD gibi örgütlerin devreye sokulması ile çok kanlı bir kaos ortamı yaşanmaktadır. Türkiye"nin bu durumda, bölgeden elini çekip, eski pasif/statükocu duruma dönmesi/ ric"ati artık söz konusu olamaz. Ancak, II. Meşrutiyet döneminde, İttihatçı/Jön Türk yönetim kadrolarının neden olduğu, Osmanlı"nın tümü ile sonunu getirdiği kanlı maceraların benzeri maceralara kalkışmak da, nerede duracağı kestirilemeyen felaket ve trajedilere yol açar. Bu zorlu dönemecin olabildiğince az hasarla atlatılabilmesi için, statükoculuk ile maceracılık arasında ifrat ve tefritten kaçınacak; feraset, basiret, mes"uliyet bilinci ve donanımı esas alan bilgece/ustaca bir siyasete ihtiyaç vardır.

10 yıl önce
Türkiye ve Orta Doğu"nun dönemeci
Evvelbahar
Siz hiç “ayben”e para gönderdiniz mi?
Irak: Kurtların sessizliği…
Direniş meşrudur, tükür kardeşim
Columbia’da ‘Filistin’le Dayanışma Çadırları’