|

Sinemaya biraz daha Anadolu lazım

Anadolu insanı artık kendisini, kendisine dair/ait olanı sinema perdesinde daha çok görür oldu. Ancak tam manasıyla bir aydınlanmanın yaşandığını söyleyemeyiz. Net olarak söylenebilecek şey -özellikle sinemacıların- yeteri kadar bu topraklardan beslenmediğidir.

Abdulhamit Güler
00:00 - 9/10/2021 Cumartesi
Güncelleme: 04:28 - 9/10/2021 Cumartesi
Yeni Şafak
Arşiv
Arşiv

En genç ve en çok rağbet gören sanat olan sinema kolektif bir iş sahası olarak en pahalı üretim alanıdır aynı zamanda. 1895 olarak kabul edilen doğum tarihinden bu yana sinema hep zor bir endüstri oldu. Sinema tarihinin ilk 30 yılında neredeyse sadece parası olan ve büyük firmaları ikna edenler film yapabilirdi. 1930’larla birlikte bağımsız sinema doğdu ve herkesin film yapabilmesi için adımlar atıldı. Rus Biçimciler, Fransız Yeni Dalgacılar, İtalyan Yeni Gerçekçiler başta olmak üzere dünyanın hemen her bölgesinden itirazlar yükseldi ve “Herkes sinema yapabilir” dendi. Bu tarihten sonra artık Hollywood ve türevleri ile diğerleri var olmaya başladı.

EN PAHALI SANAT VE BÜTÇE MESELESİ

Sektörel olarak çeşitlenme sorunları da imkanları da çoğalttı. Başlarda neredeyse tek sorun fon bulabilmekken artık çok çeşitli meselelerden bahsediyoruz.

Öncelikle sinemanın en pahalı sanat üretimi olduğunu hatırlatalım. Uzun metraj bir film yapmak için Türkiye standartlarında en az 40-50 kişilik ekibiniz olmalı. 4-5 hafta sürecek bir çekim takvimine sahip olmalısınız. Bütün prodüksiyonel harcamalar bir tarafa, ekibin yemek, konaklama ve yol masrafları zaten yüz binlerce lira demek oluyor. İyi teknik ekipman ve ekip için gereken kaşeler de elbette standart altı olmuyor. Ve Türkiye’de ticari bir filmin maliyeti 5-10 milyon TL civarındayken festival filminin bütçesi ise 1-2 milyon TL seviyesinde kalıyor. Her iki alan için de fon bulabilmek ciddi sorun.


Bütçe sorununu aşabilmek için çeşitli fonlar yer alıyor. Kültür ve Turizm Bakanlığı Sinema Genel Müdürlüğü ile TRT 12 Punto’nun sağladığı fonlar başta olmak üzere festivaller ve benzeri organizasyonların desteği bağımsız sinemayı ayakta tutuyor, diyebiliriz. Gişe sinemasında ise ticaret kanunları geçerli oluyor. İzlenme ihtimali yüksek olan film sponsor buluyor. Gişe matematiği sektör içerisinde belli dengelerle ilerliyor. Yapımcı parasını yatırıyor eve karşılığını gişeden alıyor.

KENDİMİZİ TANIMADAN FİLM YAPMAK!

Bütçe hususunda bütün dünyada benzer bir tablo olmakla beraber refah seviyesi Türkiye şartlarında olan ülkelerde film üretmek daha zor. Fekat ülkemizin yer aldığı bölge ve tarihi geçmişi söz konusu olduğunda film yapmanın önünde daha ciddi bir mani çıkıyor. Adını tam koyamamakla beraber “ne olduğumuz” ya da “nerede durduğumuz” meselesi, hayata geçecek film projelerini de etkiliyor. Zira öncelikli hedefi izleyici olan yapımlar, izleyicinin kendini bulamadığı durumlarda başarısız sayılıyor.

Türkiye, cumhuriyet kurulduğundan beri askeri darbeler, ekonomik krizler, dış müdahaleler, vs olaylar sebebiyle sosyo-kültürel açıdan kendini bulamadı. Son 20 yılda bir silkelenme ve her kesimin kendini ifade edebilmesi açısından refah ortamı oluştu. Sinemada karşılığı olarak çok çeşitli alanlarda filmler yapıldı. Artık Anadolu insanı kendisini, kendisine dair/ait olanı sinema perdesinde daha çok görür oldu. Ancak tam manasıyla bir aydınlanmanın yaşandığını söyleyemeyiz. Toplumsal konularda sonuçların ortaya çıkması için onlarca yıl gerekir. Sinemadaki tablonun netleşeceği 2030’lu yıllarda, bugünler konuşulduğunda bu hususta çok söz söylenecektir. Net olarak söylenebilecek şey ise -özellikle sinemacıların- yeteri kadar bu topraklardan beslenmediğidir.

Topraklardan beslenme derken kastedilen elbette taşra hikayesi ile Anadolu insanını tahkir etmek değil. Taşra değil Anadolu, köylü değil insanımız, başkası değil kendimiz olarak değerlendirmeliyiz.

KAYNAKLARDAN DOĞRU FAYDALANMAK

Kadim tarihimizin kültürel birikiminden yeterince yararlanamayışımız da sinemamızın sorunları arasında. Sadece konu olarak değil, yöntem çeşitliliği açısından derya-deniz olan mirastan daha fazla faydalanmalıyız. Tarihi bir olayı sinema perdesine çıkarmak tek başına yetmez. Esas mesele bunu nasıl yaptığınızdır. Anadolu, Türk ya da İslam tarihinden konuları beyaz perdeye tamamen Hollywood (ya da diğer Batı) kodlarıyla çıkardığınızda, bir Hollywood yapımcısının yaptığının ötesinde bir şey yapmış olmazsınız. Oysa her film, sinema üretimine katkı sağlamalı. Çeşitlendirmeli ve çoğaltmalı. Sanatın esası olan zenginliğe yol açmalı.

Sorun edilmeyen sorunlar!

  • Genel olarak iki ana başlıkta dile getirebileceğimiz sorunları maddeler haline getirip çoğaltmak gerekirse de şöyle özetleyebiliriz:
  • - İzleyici ile sinema arasındaki bağ güçlendirilmeli.
  • - Fon bulma yolları çoğaltılmalı.
  • - Ekonomik krizler başta olmak üzere her mesele sektörü etkiliyor. Sorunlar çıkmadan hazırlık yapılmalı.
  • - Dünyanın hiçbir yerinde devlet-sektör-millet üçlemesi değişmez. Sinemayı ayakta tutması gereken bu ilişkidir. Herkes üzerine düşeni yapmalıdır.
  • - İzleyici, sorumluluğu sadece üreticiye atmamalıdır. Arzu ettiği tarzda filmleri arayıp, bulup, izlemelidir. Ondan sonra eleştirmek zaten hakkıdır.
  • - Sinemadaki dağıtım sorununa çözüm bulunmalı.
  • - Dijital mecralar çok şeyi değiştiriyor/değiştirecek. Sektör buna hazırlanmalı.
  • - ‘Ticari’ ve ‘ticari olmayan’ şeklinde iki film yöntemi vardır. Hoşunuza gitsin ya da gitmesin, herkes kabul edip ona göre değerlendirme yapmalı.
  • - Her şey para değildir. Film için gerekli olan ilk şey iyi fikirdir. Bu bilinç genç sinemacılara doğru anlatılmalı.
  • - Sinema kutsanmamalı. Önemli olduğu unutulmamalı.
#TRT2
#​Kültür ve Turizm Bakanlığı
#Sinema Genel Müdürlüğü
3 yıl önce