|
"Bugün reklamcılığı meslek olarak seçmezdim"

İtibar Enstitüsü, 3-4 Ekim tarihlerinde Kadir Has Üniversitesi"nde 2. Uluslararası İtibar Yönetimi Konferansı"nı düzenliyor... Birincisini kotarmak zordu. İkincisini de devreye sokup, olaya "sürdürebilirlik, ciddiyet, gelenek ve tabii ki itibar" kazandırma yolunda önemli adımlar atan Enstitü çalışanları ve başkanları Orhan Samast Bey"i yürekten kutlamak lazım...

Geçen yıl da bizi bir panele davet etmişlerdi. O zaman, sivil toplum kuruluşlarının itibarı, özellikle de 12 yıl içinde yapılmış üç ölçümlemede izledikleri algı çizgisi üzerine konuşmuştum.

Bu yıl da hasbelkader yine, (3 Ekim 16.15 gibi) bir paneldeyiz. Bu seferki başlık şu:"İtibarın itibarı"

Kısa sunumda, itibar üzerine çalışan Araştırmacılar, Halkla İlişkilerciler, Reklamcılar ve medyanın itibarı üzerine örneklerden yola çıkmayı planlıyorum... Reklamcılardan nasıl bir örnek versem diye düşünürken, bu alanın ustalarından Haluk Mesci imdadıma yetişti. 25. Kristal Elma Yaratıcılık Festivali"ndeki panelde demiş ki:

"Reklamcı saygı duyulan biriydi. Bugün değil. Bugün reklamcılığı meslek olarak seçmezdim sanıyorum."

İnsanın beynine kalbiyle katkıda bulunduğu en verimli yıllarını, meslekten çok varoluş nedenlerine dönüştürdüğü "fikirler"e hasrettiği, aynı alanda çalışanların pek çoğunun "hayatının işi" olarak gördüğü, nice gencin de bir parçası olmak için can attığı bir meslek hakkında böylesi "soğuk ve reel" bir tespitte bulunabilmek için kendini çok fazla yalnız hissetmiş olması lazım...

Aslında filozofun ünlü sözüne gönderme yaparak söyleyecek olursak, "sektörün karakteri, kaderini de belirliyor"....

Reklam sektörünün içinde olmayan geniş okur kitlesi için "Reklam ve Halkla İlişkiler" ifadesi, kapitalizmin ayağı yere basan kaç ayağı varsa, en güçlülerinden biri olarak akla gelir. Bu nedenle bu kavramların, kapitalizmin çarkları arasında olup da kendisinin sistem dışında olduğu kandırmacasıyla yaşayan milyonlarca insan nezdinde zaten itibar yarışında çok geride kalarak hayatını sürdürdüğünü baştan kabullenerek, "muteberlik" çizgisindeki zigzagların nedenleri üzerinde kafa yorulsa, insan belki biraz rahatlar. Yoksa iş zor. Hem entelektüel solcu olacaksın, hem de kapitalizmin en sofistike üretim ilişkileri içinde "yaratıcılık" konuşturacaksın... Yaman çelişki...

Allah "Hem farkında, hem de Gülhane parkında olmayı" başaramayanların yardımcısı olsun...

İsveç"te yaşamak ve ölmek...

İsveç İstatistik Enstitüsü"nün araştırması, İsveç"te her yedi kişiden birinin hiç dostu olmadan hayata veda ettiğini ortaya çıkarmış. Enstitü"nün 6 ay kadar önce yayınladığı bir başka araştırmada ise, yaşlı İsveçlilerin yüzde 63"ünün yalnız başına ölümü beklediği belirtilmiş...

En gelişmişi ve yeryüzündeki tüm sosyal demokratların pusulalarında yönlerini gördükleri ülke bu işte, diyerek; buna karşılık herhalde sağlık bakım koşulları iyidir, diye geçiriyor insan aklından.... Bu yaşlı dünyanın, hem sağlık anlamında sosyal koşulları iyileştirip, hem de hayatın son demlerinde yakınlarının şefkatini aynı anda sağlamayı bile başaramıyor oluşunu yorumlamak mümkün tabii; ancak asırlardır gelinen noktayı kavrayabilmek, rıza gösterebilmek kolay değil.

Hem maneviyatını, vicdanını kaybetmeyeceksin, hem de medeniyetin her türlü mirasından yararlanacak ve adam gibi yaşayacaksın... İsveç gibi "gelişmişlik düzeyini" yakalamış olmayı istemek, insana dair kocaman soruların içinde nasıl da solda sıfır bir arzu olarak kalabiliyor değil mi? İki kere düşünsen de yetmez.

Tecrübesizlik şans olabilir mi?..

"İDO"nun Genel Müdürü" olarak alışılmışın dışındaki performansı, bitmek tükenmek bilmeyen enerjisi, hedef ve beklentilerin ötesinde iş sonuçlarına ulaşmasıyla gündeme gelmeyi başarmış olan Dr. Ahmet Paksoy"un yeni yayınlanan kitabının adı hayli ilginç:

"Tecrübesizliğin Şansındır"

Ana başlığın altında, daha küçük harflerle şu not düşülmüş:

"Hiç B planı yapmadan coşku ve tutkuyla yaşanan örnek bir değişim yönetimi kitabı."

Tam da yeri... Zaman zaman bu sütunlarda kendisini hayırla yad ettiğimiz, büyük denizci Kaptan Cousteau"nun şu cümlelerini hatırlayalım mı:

"Deneyim, değişimden korkmayı öğretir. Deneyim düş gücünü öldürür. Deneyim insanları muhafazakâr yapar. Gelecekteki tehlikelerle baş etmek geçmişin bilgeliğini değil, düş gücü gerektiriyor."

"Yönetim pratiğine ilgi duyan profesyoneller kadar, büyük hedefleri olan gençler için bir başucu kitabı" olarak sunulan bu çalışmanın içindeki soru başlıklarını da, her başarının mutlaka dinlenmeye, öğrenmeye değer bir hikâyesi olduğunu belirterek alıntılayalım:

"Kurumun başına ilk geldiğinde neler yaptı? Üniversite ile iş dünyasının hangi özgün yönlerini bir araya getirdi? Bazı konulardaki tecrübesizliğini nasıl aştı? Kamuda ne gibi eksiklikler gördü; bunların üzerine nasıl gitti? Nasıl bir yönetim tarzı benimsedi? Krizleri nasıl yönetti? Bir kamu kurumunu özel sektör ruhuyla nasıl çalıştırdı? Kurumu ve kendini geliştirmek için neler yaptı? Neleri daha iyi yapabilirdi? Yaşadıklarından ne gibi yöneticilik dersleri çıkardı? İşletmenin kamudan özel sektöre geçiş sürecinde neler yaptı?"

Nasıl?

Bu kitap, "Oku beni!" diyor mu, demiyor mu?

11 yıl önce
"Bugün reklamcılığı meslek olarak seçmezdim"
Ne olacak bu anne babaların hali?
Seçim sonrası ekonomide manzara nasıl?
Amerikan siyasetinin İsrail ‘trajedisi’
Jeopolitik sürpriz: ABD, Rusya ve İsrail nasıl anlaştı?
Nazlı seçmen günlerinde siyaset